12
~Niall~
Zaten insanoğlu hep imkansıza ilgi duymamış mıdır?
Bana yıllar gibi gelen sürede -aslında sadece birkaç saatten ibaretti- aklımda dolanan cümle buydu. Ağzımdan bir anda çıkan bir şeye karşılık saatlerce düşünmemi sağlayacak basit bir cevap almıştım. Saçlarına dokundum. Uyuduğu için hissetmedi.
Uçaktaydık, nihayet birlikte eve dönüyoduk. Oturduğum geniş koltukta bacaklarımı kendime doğru çektim. Rahat edemeyince eski hâline getirdim. O cam tarafında oturuyordu, ben de koridor tarafında. Hostesten istediğim yastığa başını yaslamak yerine sarılıyordu.
Bazen sadece uçuş sırasında verilen aptal bir yastık olmak istersin.
İkili koltuklar olduğu için manyakça bir şekilde yanımda uyuyan kızı izlememe kimse tuhaf tuhaf bakamazdı. Aslında... bakıyordu. Hostesler, sağımda, önümde ve arkamda oturan insanlar bana bakıyorlardı. Business bölümünde seyehat etmemiz bir şey değiştirmiyordu.
Ben iş adamı değilim ki, niye bu bölümden bilet aldım?
Etrafıma bakıp laptoplarından ve tabletlerinden maillerine bakan, rapor hazırlayan veya çalışanlarıyla iletişime geçen insanları gördükçe bu soruyu kendime daha çok soruyordum.
Judith'in olduğu tarafa döndürdüm bedenimi. Bu sefer bacaklarımı kendime çektim. Ayakkabılarım koltuğu kirletiyordu ama önemli değildi. Onu öptüğüm için pişman değildim, hatta dudakları uyurken büzülerek olduğundan daha da kalın ve dolgun gözükürken tekrar öpmek istediğim yalan değildi.
İşte, bunu her düşündüğümde de aklıma o söylediği cümle geliyordu. Biz... gerçekten imkansız mıydık? Ya da imkansız olan benim ona ulaşmam mıydı? Oysaki ben ona ulaştığımı sanmıştım.
Saçlarını okşadım yavaş yavaş. Neden ondan hoşlandığımı ve bunu ona neden söylediğimi bilmiyordum. Ama onun pek umrunda olmamıştı, edebi bir şekilde konuşup konuyu sert bir şekilde kapatmıştı. Benim görevim konuyu yeniden açmak değildi ama üzgünüm ki o imkansız olduğunu söylediği için vazgeçmeye niyetim yoktu.
Gözlerini sanki uyumuyormuş gibi açtı. Aceleyle elimi saçlarının arasından çekip eski oturma şeklime döndüm. Koltukta doğruldu. Hiç gözlerini ovuşturmadı.
Ah, şimdi rezil olmuştum. Büyük ihtimalle hiç uyumamıştı.
"Hâlâ Atlantik'te miyiz?" diye sordu Judith. Sanırım beni köşeye sıkıştıracak sorularını sormayacaktı.
"Evet." diye cevapladım.
"Niye Business bölümünde seyehat ediyoruz? Seni bilmem ama benim hiç iş adamı veya saygın biri gibi bir görüntüm yok." dedi Judith alayla. "Aslında senin de şu an öyle bir görüntün yok."
"Ama beni gören normal biri benim Niall Horan olduğumu bilebilir. Yani ben de saygın bir kişiyim." dedim gülerek.
"Haklısın, bütün hipertimezi hastaları seni tanır. Bilirsin, onlar her şeyi hatırlarlar."
"Bazen bana hipertimezi olduğun hakkında yalan söylediğini düşünüyorum."
"Belki de söylüyorumdur, nereden bilebilirsin?"
"Senin masum olduğuna inandığım hâlde babanı öldürdüğünü ilk söylediğinde inanmamı sağlayan nedenden ötürü bilebiliyorum. Sana güveniyorum."
"Oradan güvenilebilecek biri gibi mi gözüküyorum?"
"Dış görünüş aldatır. Kabul ediyorum, güvenilir biri gibi gözükmüyorsun. Ama görünümün bana bir şey hakkında garanti veremeyeceğini uzun zaman önce öğrendim."