Mike

482 43 19
                                    

16

Louis'ye dirensem de o beni tuttuğu gibi aşağı indirmişti. Üzerimde pijamalarım vardı ve yüzümdeki uzuvların hepsi yer değiştirmiş gibiydi. Ağladığımı anlamak için bir saniye bana bakmak yeterliydi. Louis de bana tuhaf tuhaf bakıyordu ama asıl benim ona öyle bakmam gerekirdi. Saat 2'de beni almaya gelen oydu.

Ancak saçlarıma çeki düzen verebildiğim yolculuğumuz sona erdiğinde arabadan indik. Louis'den korkmuyordum artık çünkü arkadaşının kavga ettiği kız arkadaşını merak edip gelebilecek kadar kalpli biriydi. En azından... böyle olmasını umuyordum.

Evinin camlarıdan ışıklar süzülüyordu. Niall'ın evinden pek bir farkı yoktu dış görünüş olarak, daha önce hiç gelmemiştim. Louis bana öncelik verdiği için arkamdan gelerek evin kapısını açtı. Ben ise Niall'ın arabasına bakıyordum.

İçeri geçmemi işaret ettiğini farkettiğimde içeri geçtim. Louis dudaklarını oynatarak Niall'ın salonda olduğunu söyledi. Salonun yerini de gösterdi. Küçük adımlarla gösterdiği yere ilerlerken nasıl bir tepki alacağımı düşünüyordum. Salona girdim. Oda darmadağınıktı. Yemekler yenmiş, bardaklar kirli olarak bırakılmış... Niall ise bir berjerde oturmuş laptopla uğraşıyordu.

"Sonunda gelebildin." Niall bunu diyerek başını laptoptan kaldırmıştı. Bana söylediğini sanmak gibi bir aptallığa düştüm ama Louis'ye söylediğini anlayınca da bozuntuya vermedim.

Beni görmemiş gibi davranarak laptopun ekranına bakmaya kaldığı yerden devam etti. Kapının eşiğinde duran Louis'ye baktım yardım dilercesine. Omuz silkti, o ne yapabilirdi ki?

"Niall?" diye ağzımdan bir kelime çıkarmayı başardığımda beklenti dolu bakışlarım artık parke zemine kaymıştı.

"Defol." Niall, laptoptan başını kaldırmadan bu kaba kelimeyi sarfettiğinde bakışlarım beklentili olmaktan çıkmıştı.

"Hey hey hey hey! Niall, böyle davranacaksan Judith'i götüreyim." diye müdahale etti Louis. Niall başını kaldırıp gözlerini arkadaşına odakladı.

"Niye getirdin ki zaten?" 1826 gün önce hissetiğim en vahşi öfkenin minik bir kısmını da olsa içimde hissetmemi sağlayan cümle, ellerimi terletmişti. O geceki gibi. James'in cansız bedenini gördüğüm anki gibi.

Birini daha öldüremezdim. Hele de bu kişi Niall Horan veya Louis Tomlinson asla olamazdı.

Ellerimi pijamama sildim. Salondan çıktım hızlı adımlarla. Niall'a olan öfkem giderek artarken kendimi durdurmak istiyordum. Mutfağa girdim. Bir bardağa su doldurdum. Bardağı, içinden su içmek için ağzıma götürecekken bardak elimde parçalandı. Kendime sinirlendim bu sefer de. Niall ve Louis beni izliyordu. Tezgahın üzerindeki dağınıklığın arasından bir bıçak gördüğümde... hiç düşünmeden onu elime aldım. Bedenim benden bağımsız hareket ettiği için düşünmem gereksizdi zaten.

Bıçağı onlardan birine batırmayı göze alamayarak karnıma batıracağım sırada Louis engelledi beni.

"Ne yapıyorsun sen?" diye bağırdı Louis. "Delirdin mi? Kendini bıçaklıyordun! Sakin olsana biraz. Niall'ın seni umursamaması dünyanın sonu değil."

Niall anlamıştı neden böyle bir şey yapmaya kalkıştığımı ama Louis'nin anlamaması gayet normaldi. Niall yanımıza yaklaştı. İkimizin de gözü İrlandalı'daydı.

"Arabaya bin ve beni bekle." dedi Niall bana. İtiraz etmeden dediğini yaptım. Onun arabasına ait olduğunu bildiğim araba anahtarını alıp evden ayrıldım. Aslında Louis'ye veda etsem iyi olurdu ama şu an bunu düşünmek gereksizdi.

OverdoseHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin