Bölüm 23 - Her Şey Yolunda

22.8K 1.6K 773
                                    

Bölüm 23 – Her Şey Yolunda

Saç tellerimde gezinen rüzgâr, tenimi kötü şeylerin habercisi gibi usulca gıdıklarken içime Ocria havasını çekiyor ve ölüm ile yaşam arasındaki o ince çizgiyi düşünüyordum. Bu, tedavimden önce sıkça düşündüğüm bir şey olduğu için hiç garipsemiyordum. Çünkü kanserseniz ve tedavi yöntemlerinin hiçbiri cevap vermemişse, hayallerinizin yerini bu filozofik düşünceler alıyor ve ne zaman tükeneceğini görmek için nefeslerinizin çetelesini tutmaya başlıyordunuz.

Uyandığımdan beri bu tür şeylere kafa yormuyordum. O zamanları, hastalığımın beni ürküttüğü günleri, anımsamamak için farkında olmadan elimden geleni yapmıştım. Bilinçsiz olarak acılarımı zihnimin gerilerine itelemiş ve beni üzen tek şeyin sevdiklerimi kaybetmek olmasına izin vermiştim. Ama şimdi, Chester'ın vefatı tazeliğini bile yitirmemişken, ölümle ilgili teferruatlarım bilinçaltımdan bir çıkış yolu bularak yeniden zihnimi ele geçirmişti. Sanki tekrar nefeslerini saymaya başlayan o kâğıt kalpli kıza dönüşmüştüm; kapı ağzında ölümü gözleyen, ecelinden sonra dünyanın nasıl bir yer olacağını merak eden ve çoğu zaman zaten ölmüş gibi yaşayan kıza. Birileri ona bu kadar uzun yaşayacağını ve bütünüyle iyileşeceğini söylese, kanserli ciğerlerinden yükselen hırıltılı bir kahkahayla cevap verecek olan Reena'ya...

Ancak şimdi, okul kapısının önünde beklerken düşüncelere boğulmuş bu kişi farklı biriydi. Geçmişini iyisi ve kötüsüyle yitirmiş biri, artık sağlık konusunda tereddüt etmesine gerek kalmamış bir kız olarak dikiliyordum orada. Ama hâlâ biliyordum, kalbim ölüm korkusuyla teklemese de ölümün ne kadar yakın olabileceğini biliyordum. Ailemi, Camden'ı ve Chester'ı aldığı gibi, uğursuz ellerini saçlarıma dolamasının an meselesi olduğunun farkındaydım. İşte bizi aciz yapan da buydu ya; ölmemek için kendimizi yüz yıllarca dondursak bile bir gün kaçınılmaz sonumuz geliyor ve üzerimize düşen tek şey, bunu öylece kabullenmek oluyordu.

"Başının etrafında dolaşan karabulutlara buradan gitmelerini söyler misin?"

Başımı, sesin geldiği yöne çevirdiğimde batmakta olan güneşin kızıllığı gözümü kamaştırdı. Orada dikilen kişinin kim olduğunu görmeden önce gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım. Sonunda, soluk ışıkların arasında Ivan'ın dağınık saçları, muzip gülüşü ve günbatımına uyum sağlamakta zorlanmayan kahverengi gözleri belirmeye başladı.

"O kadar belli oluyor mu?" diye sordum, hâlâ kısmakta olduğum gözlerimi yüzünde sabitleyerek. Cevap vermesini beklerken üşüdüğümü hissederek kollarımı svetşörtümün cebine soktum; ölen ışıklar, ısılarını da beraberlerinde götürüyorlardı.

"Bir an yağmur yağacak zannettim." dedi Ivan, kendi ellerini montunun cebine sokarak. Yüzünde tuhaf bir gülümseme belirdiğinde ekledi. "Tamam, yetmiş yıl falan uyudun da, hava durumuna müdahale etmeye ne hakkın var?"

Eksik bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra bakışlarımı ayakkabılarıma çevirdim. Ivan'ın esprisine gülmek istesem de sanki bir şey buna izin vermiyordu. Kafamın üzerinde asılı şu karabulutlar, mutluluk duygumdan besleniyorlarmış gibi hislerimi nötrleştirmişlerdi ve kendimi, hiçbir şeyi komik bulamayacak kadar bitkin hissediyordum.

Ivan'ın durumumla ilgili daha fazla şey sezip beni soru yağmuruna tutmasını istemediğim için konuyu değiştirmeye çalıştım.

"Şu hava aracı nerede kaldı?"

Sağ ayağımı yere gelişigüzel bir şekilde sürttükten sonra başımı ona çevirerek sordum. "Neden sürekli geç kalıyor?"

"Belki evlerine bırakacağı daha az huysuz öğrenciler vardır." dedi Ivan,yarı alaycı, yarı iğneleyici bir tavırla. Ona kızgın bakışlar attığımda sırıtmayı keserek sordu. "Neyin var?"

A0023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin