Bölüm 52 - Sevgi

3.7K 467 178
                                    

 Bölüm 52 - Sevgi

"Deniz...

Bu kaçıncı kayıt oldu, artık sayamıyorum. Defalarca sildim ve defalarca baştan başladım, çünkü her seferinde seni incitecek bir şey söylemiş olmaktan korktum. Sonra bundan kaçış olmadığını fark ettim. Eğer bunları seni incitmeden söylemenin bir yolu olsaydı ya da bu acıyı senin yerine çekebilseydim, inan eğer mümkün olsaydı hiç düşünmeden yapardım.

Affet beni, herhalde lafa ortasından dalarak kafanı epey karıştırdım. Aslında nezaketen önce kendimi tanıtmalıydım, değil mi? Senin nezaket kurallarına nasıl riayet ettiğini hatırlıyorum. İşin aslı şu ki, kendimi tanıtmak aklıma gelmedi, çünkü zaten bir defa tanışmıştık. Hatırlamadığını biliyorum, ekrandaki yüzüm sana çok yabancı geliyor olmalı. Ben Profesör Charlotte Pilgrim'im. Belki 'Lottie'yim.' dersem anımsarsın - ne gülünç bir umuda tutunuyorum görüyor musun? - bir zamanlar beni bu isimle çağırıyordun. Ben de sana Deniz diyordum.

İlk tanıştığımızda sen beyaz bir odada, on yaşında, bembeyaz bir oğlandın. O zaman bir ismin yoktu. Sen Deniz olduktan sonra, renklerin ve hayallerinle hayatıma dokundun. İnanmayacaksın ama ben o boyaların izlerini bugün bile yüreğimde taşıyorum.

Uyandığından beri sana Mateusz diyorlar. Sen, uyanmadan önce de Mateusz olduğunu zannediyorsun. Sevgili Deniz, sana sadece yeni bir isim vermekle kalmadıklarını bilmen gerekiyor.

Bu kaydı izlediğine göre artık gerçekleri öğrenmenin vakti geldi. Canını yakacak her şey için şimdiden senden özür diliyorum..."

*

Elektriğin geri dönmesini izleyen dakikalarda yapılan ilk iş, taşıyıcı bir bellek olduğu anlaşılan ayçiçeğine kaydedilmiş görüntüyü izlemesi için Mateusz'a bir oda tahsis edilmesiydi. Şimdi yarım saat oluyordu ve ben, o içeri girdiğinden beri koridorda volta atıyordum. Yarım saatlik yürüyüş bacak kaslarımı sızlatmaya yetmişti, fakat o an için düşüneceğim en son şeydi bu. Panikle körüklenen bir soba gibiydim, oda kapısının önünden her geçişimde kızışıyordum. Bu geçişlerde, Lottie'nin sesi olduğunu düşündüğüm bir mırıltıyı hayal meyal duyuyordum. Her seferinde bunu dayanılmaz buluyor, adımlarımı çabuklaştırarak, neredeyse kaçarcasına geçiyordum oradan. İnsanlar ölür de sesleri nasıl yaşamaya devam eder? diye soruyordum, Nasıl bu insanlar, kemikleri toprağa karıştıktan çok sonra bile seni çağırıp dururlar?

Bir kez daha kapıya yaklaşıyor, Lottie'yi duyuyordum. "İşte Deniz, senin hikâyen..." diye başlıyordu söze, ilk defa netti sesi. Ayaklarım yine birbirine dolaşıyordu.

'Deniz.' demişti Lottie.

Meraklanmıştım haliyle. Acaba o gün, şölen bahçesinde oturduğumuzda, bana tasarlanan geçmişini anlattığında ve ben kendimi kaptırıp gözlerindeki dalgada sürüklenirken, bana söylemediği ismi bu muydu? Ne tuhaf, o zaman sorsanız hayatımda hiç deniz görmediğimi söylerdim. Fakat şimdi biliyorum, ben bu dünyada görülebilecek en güzel Deniz'i görmüşüm. Ben aslında, en başından beri, denizlerin neye benzediğini biliyormuşum. Nazikmiş denizler. Mavi ve engin sularmış gözleri, ruhu okşayan. Denizlere âşık olurmuş insan.

Benim denizimse şimdi bu kapının arkasında bir fırtınayı bekliyordu.

Mateusz'un kendisiyle ilgili gerçekleri bu şekilde öğrenmesini hiç istemezdim. Koridorda, Chester'la tartışmamız üzerine çıkıp gelmesi, hayatının bir yalandan ibaret olduğunu ayaküstü duyması, bunların hepsi benim dikkatsizliğimin ve fevri davranışımın sonucuydu. Oysa o gün, Mateusz'u uyurken ziyaret ettiğimde ona bir söz vermiştim. Ne pahasına olursa olsun ona gerçekleri anlatacak kişi ben olacaktım. Gönlünü avuçlarımda ürkek bir kuş gibi tutacak, kendi cesaretimle besleyecektim onu, vakti geldiğinde uçuracaktım görkemli semalara, bana ihtiyacı kalmadığından emin olduğumda.

A0023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin