Bölüm 25 - Gezen Ülke
Başımın üzerindeki kapak yerinden oynadı, sonra yavaşça kalktı ve gökyüzünden bir kesitle karşı karşıya bıraktı beni. Merdivenin son basamağını da tırmanıp çatıya çıkmayı başardığımda Mateusz kapağı arkamdan kapatıyordu.
İşini bitirdiğinde usulca konuştu. "Gelebilmene sevindim."
Başımı kaldırıp ona baktım; elinde bir ışık parçası tutuyormuş gibi görünmesini sağlayan bir fener taşıyordu. Sonra ışığın aydınlattığı yüz hatlarına; kızarmış yanaklarına, dudaklarına ve burnuna baktım. Benim aksime maske takmaya yeltenmemişti, yüzünde fazladan şeffaf bir katman yoktu. Ardından, ikinci bölgenin bu akşamki esintisine karşı koymaya çalışırcasına titreyen saç tellerine, dimdik bedenin taşıdığı ceketine baktım ve son olarak da gözlerine, soğuğun sulandırdığı, karanlığı delip geçen gözlerine ve kararlı bakışlarına...
"Gelmemem söz konusu değildi."
Sözcükler dudaklarımı terk ederken bedenimi uyuşturan soğuğu fark ettim. Üzerime daha koruyucu ve kalın bir şeyler almamış olmanın pişmanlığını duyuyor olsam da aslında, o anda bunu umursamayacak kadar heyecanlıydım. Öğrendiklerimi onunla paylaşma isteği içimi kaynatıyor ve beni bu soğuğa aldırışsız bir hâle getiriyordu.
"Şuraya ilerleyelim mi?"
Sorusuyla düşüncelerimden sıyrıldım ve gösterdiği yere baktım. Çatının en tehlikeli görünen yerlerinden birini işaret ediyordu; gökyüzüyle kesişen bir çıkıntıydı bu. Gönülsüzce başımı sallayarak onay verdim. En kötü ihtimal neydi? Yaşamım daha ciddi şeylerle tehdit edilmiş olmasına rağmen bir çatıdan düşerek ölmem komik olabilirdi, ancak nedense onunlayken bunun olmasına imkân vermiyordum.
Birlikte çatının bittiği yere doğru yürümeye başladık. Yanımdaki varlığını hissetmek, adımlarımızın birbirlerini takip edişini izlemek ve gecenin koyu sessizliğinde soluklarımızdan başka bir şey duymamak eşsiz bir histi. Tüm bunlar, içimde barındırdığım heyecanı körüklüyor, bu gece yanımda getirdiğim o paha biçilmez bilgileri dilimin ucuna doğru itiyor ve her seferinde kendimi, ağzımdaki baklayı çıkarmamak için güçlükle durduruyordum. Bilmesi gerektiğinin farkındaydım, hatta bunu herkesten daha fazla hak ettiğinden emindim. Ancak şimdi değildi, birazcık daha sabretmem gerekiyordu. Ona söylemek için sadece biraz daha beklemeliydim.
"Güzel bir gece, öyle değil mi?" dediğinde sesi geceyi deldi, havanın ağırlığını kaldırıp yok etti sanki. Başımı sağa doğru kaldırıp ona baktım; fener tutmayan eli ceketinin cebinde duruyor, esinti yüzünden kıstığı gözleriyse ikinci bölgenin gökyüzünü seyrediyordu. Bakışlarımı üzerinden ayırıp göğe çevirdiğimde haklı olduğunu düşündüm. Gecenin karanlığı gökyüzünün gün içerisinde aldığı hastalıklı rengi örtbas etmişti, uzakta görünen birinci bölgenin ışıkları havanın pusunda dağılmış yıldızlar gibi duruyordu.
"Öyle." dedim, soğuğun kollarımdan omuzlarıma, oradan sırtıma, boynuma ve yanaklarıma dağılmasıyla istemsizce titreyerek. Buna aldırmamayı deneyerek gözlerimi yumdum ve şeffaflaşmış maskemden süzülen havayı içime çektim. "Kendine has bir kokusu var."
"Gecenin mi?"
Gözlerimi meraklı bakışlarına çevirip başımı salladım. "Ve soğuğun da."
Mateusz bir süre sadece derin derin baktı, kirpiklerinin gölgesi göz kapaklarına vuruyordu. Bakışlarında söylediğim şey üzerinde düşündüğünü belirten bir parıltı vardı. Sanırım daha önce hiç kimse ona gecenin ya da soğuğun kokusu olduğunu söylememişti.
Deliliğimde direterek "Kokuyu almıyor musun?" diye sordum ve bu kez daha derin bir nefes aldım.
Mateusz'un yüzünde karmaşık bir ifade belirdi; neredeyse hüzünlüydü. Belki de aklımı kaçırdığımı düşünüp üzülüyordu. Sonra gözlerini çabucak üzerimden çekip gökyüzüne sabitledi ve en duygusuz seslerinden biriyle "Hayır." dedi; kaşlarını çatıp ilerideki bir ışık kümesine odaklanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A0023
Science-FictionOn altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke kalmıştı; Ocria. Reena, geçmişinin sır perdesi aralamaya çalıştıkça kendisini daha büyük bir çıkmazd...