Bölüm 31 - Mektuplar

13.8K 1.3K 752
                                    

Bölüm 31 – Mektuplar

Gün ağarmadan uyandım. Misty ve Rose'u uyandırmamaya özen göstererek  kalktım ve giysi dolabına yürüdüm. Pijamalarımı çıkarıp günlük kıyafetlerimi giydim, sonra da askıda duran boş sırt çantasını aldım. Yolculuk vaktiydi. Yanıma giysi almayı düşünmüyordum, ne de olsa tesiste her gün temiz kıyafetler veriliyordu. O yüzden günlüğüm, mektup ve maaşımla aldığım çizim defteriyle boya kalemleri gibi değeri olan şeyleri çantaya yerleştirdim. Çantanın ön gözünde duran lastik tokalardan biriyle saçımı topladıktan sonra onu sırtlayıp odadan çıkmaya yeltendim. Kapı kulpunu kavradığım sırada gözüm Rose'a takıldı. Dün gece söylediği şeyi hatırlayınca huzursuz oldum. Sonra, o anın gerçekliğini sorgulamaya başladım. İki aydır tek kelime etmemiş olan Rose, gerçekten konuşmuş muydu dün gece? Bir rüyadan ibaret olamaz mıydı yaşadıklarım?

Bir anda gözlerini açtı. Yeni uyanıyormuş gibi değil de, başından beri uyanıkmış gibi araladı gözlerini ve doğrudan yüzüme baktı. Yüreğim kasılırken kapı kulpuna sardığım avucum terden kayganlaştı. Hastalıklı, mavi ve ürkütücü bakışları ödümü koparmıştı.

Elimi veda eder gibi hafifçe salladıktan sonra odadan çıktım. Rose kanımı donduruyordu ve nedenini tam olarak bilmiyordum. Çabuk adımlarla kapıya yürüdüm. Vakit kaybetmeden portmantodaki ceketimi alıp giyindim, sonra ayakkabılarımı ayağıma geçirdim ve kapıyı açıp dışarı çıktım.

Günün en taze ışıkları sokağı loşça aydınlatırken yürümeye başladım. Evler, tıpkı akşam olduğu gibi karanlık ve sessizdi. Yine de bu görüntüye odaklanmak iyi gelmişti, sonunda Rose'un tuhaf davranışlarını ve Misty'ye veda edememiş olduğumu düşünmeyi bırakmıştım. Şimdi aklımı kurcalayan şey dün akşamki kargaşaydı. Mektubu yazan kişi, şu Flamitra, bana her şeyin şimdiye kadar durulmuş olacağını söylemişti. Haklı olmasını umuyordum, çünkü bir kargaşanın içine daha girmeye hiç hazır değildim.

Sokağın sonuna varıp caddeye çıktığımda hava iyiden iyiye aydınlanmıştı. Bu yüzden dün gecenin izlerini tüm çıplaklığıyla görebiliyordum. Hasar, inanılması güçtü. Dükkânlar ve evlerin bir kısmı yanmış, bir kısmının camları ve kapıları kırılmıştı. Tabelalar sökülmüştü ve sokaklar çerçöple doluydu. Yolun ortasında terk edilmiş birkaç araç vardı. Flamitra haklı çıkmıştı, kaos dinmişti ve herkes evine dönmüştü.

Kırık dökük caddeyi arkamda bırakarak Tesise gittiğini düşündüğüm yönde ilerlemeye başladım. Terk edilmiş araçların yanından geçerken içlerine doğru eğilip birileri var mı diye yokluyordum. Caddenin sonundaki araca ulaştığımda eğilmedim, diğerleri gibi boş olacağını düşündüm. Yanından öylece yürüyüp geçmek istedim ama bir şey, ansızın ayak bileğimi tuttu.

Çığlık atarak geri sıçradım ve bileğimi kavrayan elden kurtulmak için bacağımı silkeledim. El güçsüzce yere düşünce eğilip aracın altına baktım. Yaşlıca bir adam yerde yüzüstü yatıyordu. Bacakları aracın altında kalmıştı. Kanlanmış gözleri beni bulunca ağzını açtı, dili damağı kurumuştu. "Yardım... et..." dedi, cılız bir sesle. Doğruldum. Öyle paniklemiştim ki ne yapacağımı bilemiyordum. En sonunda titreyen ellerimi aracın yüzeyine yaslayıp yerinden oynatmayı denedim ancak gücüm yetmedi. Sonra eğilip adamın bacaklarını kurtarmayı denedim. Bu sefer de adam öyle acı bir şekilde inledi ki bırakmak zorunda kaldım.

"Lütfen..." dedi adam, bir kez daha.

"Ne yapacağımı bilmiyorum!" dedim, ağlamaklı bir sesle. "Sana nasıl yardım ederim bilmiyorum."

Sonra bir ses duydum. Sanki devasa üflemeli bir çalgıdan çıkan bir böğürtüydü. Caddenin başından geliyor ve gitgide yaklaşıyordu. Beni neden bu kadar korkuttu, bilmiyordum ama çok geçmeden kendimi en yakın dükkâna koşarken bulmuştum. Kırık camdan atlayıp tezgâhın altına saklandım ve caddeyi izlemeye başladım.

A0023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin