Bölüm 51 - Teklif
Teğmen Gottwald'ın peşinden bir belirsizliğe doğru yürürken aklımdan geçen tek şey, kendimi ele verecek bir şey yapıp yapmadığımdı. Sessizliği kendime zırh edinmiştim ve adımlarımız bitene dek savaşacak, gönlüme sızmaya çalışan tüm şüpheleri savuşturacaktım. Aslında bu anlamsız çekişmeyi bir soruyla anında bitirebilirdim, fakat şüphelerimi teyit eder endişesiyle Teğmene hiçbir şey sormaya cesaret edemiyordum.
Teğmen koridorun köşesinden dönüp birkaç saniyeliğine gözden yittiğinde kaçıp gitmek gibi ani ve delice bir karar alacak oldum. Sona yaklaştığını hissediyordum; ölüme yürüyen bir idam mahkumu gibi yalnız bu defa, ben bir ağaçtım ve yolun sonunda sonbahar bekliyordu beni. Ayıplarımı örten yapraklar dökülecek ve ben, ayaklarımın dibinde biriken kurtlanmış yığının ortasında çırılçıplak dikilecektim.
Harekete geçtim; tereddütlü bir vazgeçişin anlık boşluğunda bedenim benim yerime karar verdi. Fazla oyalanmıştım, fazla kurgulamıştım, sıkmıştım onu. Bedenimin de bir aklı vardı ve kaçmanın hiçbir zaman çözüm olmadığını biliyordu. Öyleyse, dedim kendime, bu defa kaçmak yerine yüzleşeceksin. Dürüstlük, bugüne dek dişimle ve tırnağımla kazıyarak inşa ettiğim itibarıma mal olacaksa bile onu seçecektim. Sanıyorum artık zamanı gelmişti. Yalanların gölgesine sığınmaktansa gerçeklerin çölünde kavrulmayı yeğliyordum.
Köşeyi dönünce Teğmen'i, Jen'i ve Mateusz'u dış kapının önünde beklerken gördüm.
"Ne oluyor?" diye sordum, gergin bir gülümsemeyle. Bunun ne türden bir buluşma olduğunu kavrayamamıştım, çünkü bu insanlar keyfiyetten bir araya gelecek türden bir muhabbete sahip değildi.
Sorumla birlikte bütün başlar bana döndü, benim gözlerimse sadece Mateusz'u görüyordu. Ne olurdu bana kaşlarını böyle çatmasaydı. Yüreğimin alev alev olduğunu bilseydi, beni affetseydi.
"Çok şükür, buradasın."
Jen iki adımda yanıma gelip kolumdan tuttu, telaştan nefesini yutarak konuşuyordu.
"Şu Uyanan çocuk, Savaşçılar'ın lideri, o geldi yine. Seninle görüşecekmiş, bu defa epey ısrarcı. Silahıyla gelmiş, dışarıda yaygara koparıyor. Seni görmeden gitmeyeceğini söyledi. Yalvarırım Reena, delice bir şey yapmasına izin verme, şunu def et gitsin."
"Tabii... şey..."
Jen beni kapıya sürüklerken Teğmen'e şöyle bir baktım; bunun için çağırıldığımdan emin olmayı istemiştim. Herhangi bir yüzleşme olmayacak, değil mi Teğmen? Yani artık gevşeyebilirim. Teğmen her zamanki kadar ciddiydi, ifadesinin gizemli bir yanı yoktu ve bu, yol boyunca boş yere endişelendiğimi kanıtlıyordu.
Kapıya ulaştığımızda Mateusz'un kulpa uzanan zarif beyaz eli görüş alanıma girdi.
"Mateusz," dedi Jen, "sana ne oluyor?"
Bakışların gücü olsaydı herhalde Jen, çoktan Mateusz'un mavi ışıltısında kül olmuştu. Kadına, az önce söylediği şey hayattaki tüm prensipleriyle çatışıyormuş ve kutsal bulduğu tüm değerlere saldırıyormuş gibi bakıyordu.
"Tek başına gitmesine göz yumacağımı düşünmüyorsun, değil mi?" dedi, sesinin sakinliğinden zehirli bir öfke sızıyordu,
"Dışarıdaki silahlı biri, üstelik akıl sağlığı yerinde gibi görünmüyor.""Reena'yla yalnız görüşmeyi istedi." dedi Teğmen.
"Ne zamandan beri Uyananlar'ın isteklerini önemsiyorsunuz?" Mateusz yüzünde küstah bir gülümsemeyle kapıyla aramıza girdi. Sırtını yasladığında hâlâ gülümsüyordu. Omuzları rahat ve gevşek, tebessümü tatsız ve tehlikeli, her hareketiyle ona biraz daha hayran oluyordum. "Herhalde silah taşımaya başladıklarından beri."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A0023
Science FictionOn altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke kalmıştı; Ocria. Reena, geçmişinin sır perdesi aralamaya çalıştıkça kendisini daha büyük bir çıkmazd...