Bölüm 43 - Hükümet Sarayı"Siyah olmalı."
"Hayır, beyaz daha iyi bir mesaj veriyor."
"Aksine, siyah söylemek istediklerimizi tam olarak aktarıyor."
"İnsanlar bu kadar ince düşünmez. Basit bir iletiye ihtiyaçları var. Beyaz olsun."
"Siyah olursa..."
Teğmen Gottwald ve Jen son on dakikadır bir renk mevzusu üzerinde tartışıyordu. Neden bahsettiklerini bilmiyordum, ilk başta merak etmiş olsam da tartışma uzayıp gittikçe ilgimi yitirmiştim. Camdan dışarıyı seyrediyordum. Meydanı geride bırakalı çok oluyordu ama iç sıkıntım hâlâ geçmemişti.
"Sadelikten yanayım." dedi Jen, "Süslemeye gerek yok. Sonuçta, bir savaştan yeni çıktık. Siz ne dersiniz çocuklar?"
Jen'in fikrimizi sormasıyla afallamıştık. Bir an bakıştık, Mateusz kaşını kaldırdı, ben de başımı iki yana salladım. İkimiz de Jen'in neden bahsettiğini bilmiyorduk.
Suskunluğumuz Jen'den çok Alvin'i rahatsız etmişti. "Ağzınızı bıçak açmıyor." diye homurdandı.
Mateusz yerinde kıpırdandı. Yanakları gerilmişti. "Ne söylememizi isterdin?" diye sordu, sesindeki alaycı tını gözümden kaçmadı.
"Herhangi bir şey." dedi Alvin ve dikiz aynasından cüretkâr bir bakış attı. "Ne olursa."
"Öyleyse," dedi Mateusz, sırtını dikleştirip koltuğunda biraz doğrularak, "söylesenize, nasıl bir his, ya da nasıl bir lüks, bu kadar derdin arasında renkler ve süslemeler gibi şeyler için kaygılanabilmek? Merak ediyorum."
Teğmen Gottwald bir süre cevap vermeyince aynadan tepkisini yokladım. Dudaklarını birbirine bastırmıştı. Zihni Mateusz'un hakaret niteliğindeki sorusunu işlerken gözleri bir cevap bulmak umuduyla geziniyordu. Mateusz'a baktım, o da bir an bana baktı, yüzünde memnun bir ifadeyle koltuğa geri yaslandı. Ne demek istediğini biliyordum. Bu onları susturur. Gerçekten de öyle oldu ama bu durum kimsenin pek hoşuna gitmedi. Arabadaki tuhaf sessizlik bir tek Mateusz'u huzursuz etmiyordu. Benimse karnıma ağrılar giriyordu. Sonunda Jen'in ufak öksürüğüyle sessizlik dağıldı, Mateusz'un kinayeli sorusunu düşünmeyi bıraktık.
"Bakın çocuklar, geldik."
Gerçekten Hükümet Sarayı'na ulaşmıştık. Alvin arabayı durdurdu. O ve Jen bize tatsız vedalar edip dönüşte uğramayacaklarını söyledikten sonra arabadan inmemizi beklediler. Süslemelerle fazla meşgul olacaklardı herhalde. Sessizlik içinde kapıları açtık, caddeye ayağımızı bastık. Artık yağmur yağmıyordu. Güneş gri bulutların ardında bir görünüp bir yok oluyordu. Kapüşonumu başıma geçirdim, bir an sonra Mateusz yanımdaydı. Araç yeniden hareket etmeden önce o tarafa baktım, Jen'le bakışlarımız kesişti. Kadın bana acırmış gibi tebessüm etti, o zaman bunun mahiyetini kavrayamadım, bu yüzden sadece bön bön baktım.
Araç homurtuyla uzaklaşırken Hükümet Sarayı'na döndük. Bir süre binanın tam karşısında, bütün bir sessizlik içinde, yan yana dikildik.
Kendimi bu şartlar altında, bir kez daha burada bulacağım aklımdan bile geçmezdi. Şimdi taş merdivenin en alt basamağında duruyor, tenimdeki esintiyi hissediyor, yağmurun kokusunu alıyor, güneş ışığının Hükümet Sarayı'nın devasa pencerelerinden yansımasını izliyordum. Bundan aylar öncesinde buraya kokteyl için geldiğimde hissettiğim endişeyi hatırlıyordum. Arabadaki yolculuğumuzu ve Mateusz'un koluna giremeyecek kadar utandığımı... Neden yaptım, bilmiyordum ama bunu düşününce yavaşça uzanıp Mateusz'un kolunu tuttum. Eski halime meydan okur gibiydim, kendimden daha iyi olduğumu kendime kanıtlamaya çalışır gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A0023
Science-FictionOn altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke kalmıştı; Ocria. Reena, geçmişinin sır perdesi aralamaya çalıştıkça kendisini daha büyük bir çıkmazd...