Bölüm 50 - Çığ
Bunu söylemek kulağa saçma gelse de mezarlıkta iyi vakit geçirdiğimizi itiraf etmeliyim. Orada, bir yanı dijital çiçeklerle süslü ve diğer yani süprüntülerle dolu mezarlığın ortasında dikilirken, bir elim geçmişime ve diğer elim geleceğime uzanıyormuş ve ben, tüm varlığımla bu ikisi arasında bir köprü görevi görüyormuşum gibi hissetmiştim. Dostlarım her şeyin merkezinde ve aslında benim durduğum yerdeydi, ben de yolumun her zaman onlara çıkacağını bilmenin verdiği iç huzurla gülümsüyordum.
Günün geri kalanında ne olacağını kestiremiyordum. Malikâneye geri dönüş yolculuğumuz boyunca Mateusz'tan sakladıklarımın manevi ağırlığı altında ezilip durmuş, bu yüzden sessizliği kuşanmıştım. Mateusz suskunluğumu üzüntüye yormuş olmalıydı ki hiçbir şey söylemedi, sadece arada bir kaçamak bakışlar attı.
Malikâneye ulaştığımızda kendimizi bir kargaşanın ortasında bulduk.
"Bir şey oldu." demişti bizi kapıda karşılayan örgüt üyesi, "Çabuk içeri geçin."
Telaşlı yüzler gölgeler gibi üzerimize çökerken aceleci eller tarafından sürüklenerek apar topar bir oturma odasına götürüldük. İçerisi tıklım tıklım doluydu, oda geniş olduğu halde kalabalık yüzünden boğucu bir havası vardı. Duvarlar ve insanlar üzerime geliyordu, sanki boğuluyordum. Kapının kenarındaki divanda kendimize bir yer bulmayı başardık.
"Neyi bekliyoruz?"
Yanımda ayakta duran kadın Mateusz'un sorusunu cevapladı.
"Bir duyuru yapacaklarmış."
Az sonra odanın içerisinde bir kapının açıldığını duydum, bizim geldiğimiz kapı değildi bu. Kalabalık yüzünden içeri girenleri göremedim ama konuşanın Teğmen olduğunu anladım.
"Sessizlik, lütfen."
"Ne olduğunu açıklamayacak mısınız?"
"Sessizliği sağlarsanız anlatacağım."
"Sessizlikmiş..."
"Şşş!"
Kalabalık kendi içlerinde birbirlerini dürterek Teğmen'in talep ettiği sessizliği ivedilikle sağlamıştı. Herkes heyecanlıydı ama kimsenin benimkiyle aynı türden bir heyecan yaşadığını sanmıyordum. Onlar ne olduğunu bilmiyordu, ben ise olacakların beklentisi içerisindeydim. Bu yüzden başım dönüyordu, her şeyin bir an önce olup bitmesini diliyordum.
"Bugün karargâhımıza biri geldi. Bizimle ve bizden olduğunu söyleyen biri... Öldüğünü sandığımız biri."
Mateusz'un yanımda hareketlendiğini hissettim. Oturma pozisyonunu değiştirmişti. Şimdi bir ayağı diğerinin önündeydi ve göğsü dik, omuzları gerideydi. Bu haliyle Teğmen onun avı, o da sanki her an avına atılacak bir yırtıcıydı.
Neden böyle olduğunu biliyordum, Teğmen'in kimden bahsettiğini zannettiğini de. Gerçek olmasını ben de en az onun kadar istiyordum ama bunun mümkün olmadığını biliyordum. Gelenin bizimle ve bizden biri, öldüğünü sandığımız biri, yani o olması için öncenin ve sonranın; başlangıcın ve sonun birbirine karışması, evreni kuşatan tüm yasaların yok olması gerekirdi.
Elimi dizinin üzerine koyduğumda titrek bir soluk aldı, bir mum gibi oturduğumuz divana eridi.
Bana baktığında umut, bulutlu bir gecede görünen tek yıldız gibi gözlerinde titreşiyordu; can çekişen vebalı bir hayvan gibiydi ve ben onu öldürecek, bu vebanın ruhuna sıçramasına mani olacaktım."O değil."
"Biliyorum."
Tekrar önüne döndü, beni onun için daha fazlasını yapamamanın verdiği suçluluk duygusuyla başbaşa bırakarak. Elimi dizinden çekmem gerekiyordu, onun bu tarz temaslardan hoşlanmadığını düşünüyordum ya da sadece bir şeyleri başlatmaktan korktuğum için yaptıklarıma kılıf uyduruyordum. Sonunda elimi çektim ama bunun hiçbir anlama gelmediğine, temasımızın daha derinde, yüreklerimiz arasında olduğuna ve fiziki olarak ondan ne kadar uzaklaşsam da bu bağlantıyı koparamayacağıma inanmayı istiyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
A0023
Science FictionOn altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke kalmıştı; Ocria. Reena, geçmişinin sır perdesi aralamaya çalıştıkça kendisini daha büyük bir çıkmazd...