Bölüm 46 - Tören

3.4K 475 197
                                    

Bölüm 46 - Tören

Mateusz’un ellerini tuttum, teni buz gibiydi. “Her şey yolunda.” diye fısıldadım. Bunun ona söylediğim en büyük yalan olduğunun farkındaydım. Hiçbir şey yolunda değildi. Mateusz, Henrik’i öldürerek planın dışına çıkmıştı. Örgütün bunu iyi karşılamayacağını biliyordum. Mateusz’un başı derde girecekti.

Bu yetmezmiş gibi bir de şimdi konuşma yapmamızı bekliyorlardı.

Paniklediğim için düzgün düşünemiyordum. Aklıma gelen tek şey şuydu: konuşmayı yaparsak örgüte sadakatimizi kanıtlamış oluruz, böylelikle Mateusz’un yaptığı şey unutulur. Yani planın geri kalan kısmını uygulamak zorundaydık.

Bu düşüncelerle kürsüye yürüdüm, Mateusz yanımda bir hayalet gibi süzüldü. Yüzü kireç gibiydi ve bakışları donuktu. Bu haldeyken konuşma yapamazdı. Öyleyse bütün iş bana düşüyordu, yapmayı istemediğim tek şeyi yapmak zorunda kalacaktım.

Biz kürsüye yaklaşınca üzerinde bir ekran belirdi. Konuşma metni gözlerimin önünde parlıyordu, hiç davetkâr değildi, zaten içimde onu okuyacak cesaret de yoktu.

Kalbim çok hızlı atıyordu. Başımı kaldırıp kabalığa bir kez daha baktım. Huzursuzca kıpırdanmalarından bir açıklama bekledikleri belliydi. Ben de kendimi, az önce olanların üzerine bir şeyler söylemeye mecbur hissediyordum. Mateusz’u savunmak istiyordum, onu bir cani olmadığını, Henrik’in bu idamı gerçekten hak ettiğini kanıtlamalıydım. Bir şey yapmadan önce kalabalığı tarayıp Jen’i bulmaya çalıştım. Eski yerinde değildi. Aramayı bıraktım, bunun için vaktim yoktu. Jen olsa da, olmasa da bu konuşmayı yapacaktım.

Yapabilirim çünkü yapmak zorundayım, dedim kendime. Başka seçeneğim yok.

Derin ve titrek bir nefes aldım, gözlerimi ekrana indirdim ve okumaya başladım.

“Uyananlar ve Ocrialılar, sizleri selamlıyoruz!”

Yutkunmak için duraksadım. Başım dönüyordu, tenim alev almıştı sanki. Bunlar benim sözlerim değildi ama okuduğumda herkes öyle düşünecekti. Örgütün istediğini yapmak zorunda mıyım? Hayatımda ilk defa insanlar gerçekten beni dinliyor... O anda bir şeyin farkına vardım: bir daha elime böyle bir fırsat geçmeyecekti. Bu, bir şeyleri değiştirmek için tek şansımdı. Geçmişimle barışmak, doğru olanı yapmak ve bana inançla bakan bu insanlara gerçekleri açıklamak için...

Ben de Mateusz gibi delice bir şey yapacaktım. Ekranı kapattım.

“Dürüst olacağım!” diye seslendim başımı kaldırarak, “Size söylememi istediklerini değil, bilmeniz gerekenleri anlatacağım.”

Ne yapıyorum ben? Sesim titriyor... Konuşmaya sadık kalmalıyım.

İçimdeki suçluluk duygusu bana kararımı sorgulatıyordu ama yüreğim, doğru olanın bu olduğunu biliyordu. Cesur olmak zorundaydım.

Kürsünün arkasından dolanıp sahnenin ön tarafına yürüdüm.
Titriyordum, şah damarım kulaklarımda zonkluyordu. Öne geçerek seyircilerin beni daha iyi görebilmelerini istemiştim. Tıpkı iletişimimiz gibi dürüst ve açık, arada bir engel olmadan...

“Henrik Niemczyk öldü!” diye bağırdım, sesim kulağıma çok yabancı geldi; duygudan yoksundu. Hafif bir şaşkınlık içerisinde kendimi dinledim. Henrik Niemczyk öldü. Bir gün bu sözü söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.

Elimle sahnenin ortasını işaret ettim. “Bu yerdeki onun kanı... Henrik Niemczyk idam edildi.”

Kalabalık sözü nereye getirmeye çalıştığımı anlamamıştı. Kaşları çatık yüzler iyice huzursuzlandı. “Aranızda onu destekleyenler olduğunu biliyorum.” dedim, “Korkmayın, bu yüzden cezalandırılmayacaksınız. Çünkü ben Henrik değilim.”

A0023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin