Bölüm 54 - Yayın
"Bu zorunlu bir yayındır."
Önümdeki vızkatopun içinde yanan minik kırmızı noktaya diktim gözlerimi. Yayın sırasında tek başıma olmayı tercih etmiştim, bu yüzden şimdi kış bahçesinde yalnızdım. Ancak havada asılı duran, vızıldayan ve ışık saçan bu göz üzerimdeyken aslında yalnız olmadığımı biliyordum. Şimdi yüzüm Ocria'nın her yerindeki ekranlardaydı ve ekran olan her yerde her kim varsa beni seyrediyordu.
Örgüt bana konuşma hazırlamayı teklif ettiğinde buna ihtiyacım olmadığını söylemiştim. Teğmen Gottwald gülerek, "Zaten boşuna hazırlamış olurduk. Sen yine bildiğini okurdun." demişti. Jen, dudaklarını düz bir çizgiye dönüşene dek birbirine bastırmıştı. Bunun üzerine Teğmen, Jen'i sinirlendirmek aramızda bir tür şakaymış gibi göz kırpmıştı. Bana kış bahçesine eşlik eden de yine o oldu, kapıdayken bir iki sözle cesaretlendirdi beni. Camın arkasından baş parmağını yukarı kaldırdı, sonra yürüyüp gitti. O, koridorda gittikçe daha da ufalırken söylediklerini düşündüm.
Bu işin üstesinden gelebilecek biri varsa o da sensin. Haklıydı, çünkü zaten bu işi başımıza açan da bendim. Bazen düşünüyorum, eğer törende onların konuşmasına sadık kalsaydım ne olurdu? Fevri davranıp Uyananlar'a ve Ocrialılar'a tutamayacağım sözler vermemiş olurdum. Şimdi de bu yayını yapmam gerekmezdi.
Halk, çok kısa aralıklarla birbirleriyle taban tabana zıt söylemlerde bulunduğumu gördüğünde büyük ihtimalle liderlik vasfımı sorgulayacaktı. Neyse ki benim liderlikte gözüm yoktu, aslında hiçbir zaman olmamıştı. Sadece, ilginç bir şekilde sürekli kendimi bu pozisyonda bulmuştum. Ama artık daha fazlasını istemiyordum, bu yayından sonra her şeyden elimi eteğimi çekecektim. Bilmiyorum, sanırım insanların gözünden düşmeden kendi isteğimle çekilmek daha onurlu geldiği için bunu yapıyordum.
İşin aslı şu ki, artık hiç umursamıyordum.
Vicdan ya da adına ne derseniz deyin, içimdeki o sesi bile susturmayı başarmıştım. Çünkü her şeyi düşündüğümde bunun verilecek en doğru karar olduğunu biliyordum. Başka ne yapabilirdim sanki?
Vızkatoptan yükselen cızırtı, dikkatimi yeniden ona çekti. Karşımda, havada asılı kalmayı başaran kanatsız bir kuş gibi duruyordu. Bir vızkatopa en son böyle baktığımda kubbedeydim, hayatım pahasına bir yayın yapıyordum. O zaman da tıpkı şimdi olduğu gibi kırmızı ışığa bakıyordum.
Ama o zaman bir kan gölünün ortasında oturuyordum. Şimdi bile, burnumun dibindeki ağdan geçen elektrik akımını duyabiliyorum. Sıcaklığı tenimde hissediyorum; soyulmuş dudaklarımı, yüzümdeki kesikleri sızlatıyor. Görüyorum, aşağılık adam kubbenin diğer tarafında bekliyor. Ben konuşurken gözlerini bürüyen korkuyu hatırlıyorum. Vızkatopun ışığının artık yanmadığını fark ettiğimdeyse ağzımda beliren o acı tadı hâlâ alabiliyorum. Hayatımda hiçbir şeyin işe yaramasını bu kadar çok istememiştim. Hiçbir zaman bu kadar çaresiz hissetmemiştim kendimi.
Tüm bunlar çok uzun zaman önce yaşanmış gibi geliyor. Oysa iki haftadan fazla olmadı. Ne tuhaf, o gün hissettiğim çaresizlik şimdi yine benimle. Zorla alıkonulmadığım, yaşamım bu yayına bağlı olmadığı halde yine öyle hissediyorum.
Bunu herkesin iyiliği için yapıyorum.
Eğer kendime bunu tekrarlayıp durursam belki sonunda inanırım.
Derin bir nefes aldım.
"Ben Reena Becker," dedim sırtımı dikleştirerek, "Bugün sizlerle konuşmak istemenin sebebi sizi son gelişmelerden haberdar etmektir.
Size dürüst davranacağıma söz vermiştim. Gerçekleri sizden saklamayacağım.
Ocria ve dışarıdaki dünya hakkında elimize yeni bilgiler ulaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A0023
Science FictionOn altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke kalmıştı; Ocria. Reena, geçmişinin sır perdesi aralamaya çalıştıkça kendisini daha büyük bir çıkmazd...