Bölüm 4 - Üniformalılar

26.1K 2.1K 530
                                    

Bölüm 4 – Üniformalılar

  Kapıdan çıktığımda Lottie’nin koridorda, elinde bez bir çantayla beklediğini gördüm. Bir elimle hâlâ sızlamakta olan bileğimi tutarken ona doğru yürümeye başladım. Yanına vardığımda sırıtıyordu. Ben yüzündeki bu gülümsemenin anlamını çözmeye çalışırken elindeki bez çantayı bana doğru uzatarak “Al,” dedi. “bunlar getirildiğin gün üzerinde olan kişisel eşyaların.”

  Çantayı alırken şüpheyle onu süzmeye devam ediyordum. O sırada kolumu yakaladı. Beni peşinden sürükleyerek yürümeye başladığındaysa “Laboratuvar belgelerini gözden geçirdi. Ruhsal ve fiziksel sağlığının elverişli olduğu onaylandığı için de yeğenin seni almaya geldi.” diye bildirdi. Kolumu hırçın bir tavırla savurarak elinden kurtuldum. Söylediği şeye karşı duyduğum öfkeyi bu şekilde ifade etmiştim.  Lottie şimdi kaşlarını çatarak bakıyordu, fakat bu durumu pek de umursuyormuş gibi değildi. “Beni izle.” diye tembihledi başını önüne çevirmeden hemen önce. Cevap olarak kaşlarımı çattım. Aslında ağlamamak için kendimi öyle sıkıyordum ki, ancak asabi davranırsam bu dürtüyü bastırabileceğime inanıyordum. Lottie tekrar yürümeye başladığında çantayı göğsüme bastırarak onu izledim. Attığım her adımla bana ait olmayan hayatıma biraz daha yaklaştığımın bilincinde olmak sinir krizi geçirmem için yeterli bir neden gibi görünüyordu. Yine de, Lottie’nin arkasından cam bir geçide çıktığımda oldukça durgundum. Bunun nedeni büyük ihtimalle hiçbir şey yapamayacak kadar aciz olduğumun farkında olmamdı. Elimden hiçbir şey gelmeyeceğini ve birileri bu yetmiş yıl içerisinde zaman yolculuğunu icat etmemişse ait olmadığım bu zamanda sıkışıp kaldığımı kabullenmiştim. Bu fikir hoşuma gidince heyecanlandım ve yerdeki ızgaraların canımı acıtmasını aldırmadan adımlarımı hızlandırarak Lottie’ye yetiştim. Bana göz ucuyla sorarcasına baktığında boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım.

  “Zaman yolculuğu icat edildi mi?”

  Lottie inanamıyormuş gibi başını iki yana sallarken yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.

  “Sana şehir efsaneleriyle ilgili söylediğim şeyi hatırlamıyor musun?”

  İçimde beliren umut aynı hızda sönerken mırıldandım, “Hatırlıyorum.”

  Adımlarımı yavaşlatarak Lottie’nin tekrar öne geçmesini sağladığımda bu yetmiş yılda aslında pek fazla gelişme olmadığını fark ettim. Yani, ışınlanamıyor ve zamanda yolculuk yapamıyorsak, gelecekte olmanın ne anlamı vardı?

  Durduğunu fark etmediğim için bir anda Lottie’ye çarpmıştım. Dengemi tekrar sağladığımda Lottie’nin bedeninin kaskatı bir hâl aldığını gördüm. Tıpkı simülasyondaki kalabalığın yaptığı gibi ellerini göğsü hizasında kenetleyerek bakışlarını ileriye sabitlemişti, vücudundaki tek kası oynatmıyordu. Onun baktığı yere döndüğümde koridorun diğer ucundan yaklaşmakta olan birkaç kişiyi fark ettim. Hepsi aynı parlak kıyafetleri -çok düğmeli ve geometrik kesimli bir ceket, siyah pantolon ve uzun botlardan oluşuyordu- giyinmiş üç kişi ritmik adımlarla bize doğru yürüyorlardı. Her biri aynı derecede yapılı ve formda vücutlara sahiplerdi. Gözüm ortada ve önden ilerleyen kişiye takıldığında onun diğerlerinden daha genç göründüğünü fark ettim. Soluk, neredeyse beyaza dönük saçlarının perdelediği genç yüzü son derece ifadesizdi. Adımlarını neredeyse mekanik denebilecek kadar uyumlu atıyordu. Bütünüyle bakıldığında üzerinde eğreti duran tek bir şey -sökülmüş bir iplik ya da farklı yöne yatmış bir saç teli gibi- yoktu.  Ben onu incelemeye dalmışken aramızda iki metre mesafe kala durdu. Bu ani hareketi arkasından gelen diğer iki kişiyi de afallatmış olmalıydı ki her ikisi de durmadan önce biraz sendelediler. Şimdi başımı yüzüne doğru kaldırdığımda içinde başka hiçbir renk barındırmayan katıksız açık mavi gözleri olduğunu fark etmiştim. Fakat Lottie’ninki gibi ürkütücü ve yapay değillerdi. Yüzündeki otoriter ifade onun hakkındaki çıkarımlarımı doğruluyordu. Ya kesinlikle mükemmeliyetçiydi ya da görünüşüne bu kadar titizlik göstermesini gerektirecek kadar önemli bir statüye sahipti. Belki de her ikisi birdendi. Ben bunları düşündüğüm sırada o, beklentili bakışlarını yüzümde gezdiriyordu. Bir şey yapmamı bekliyordu, ancak ben ne yapmam gerektiğini bilmediğimden ona ifadesizce bakıyordum. Az sonra ağır hareketlerle ellerini arkasında bağladı ve öksürerek boğazını temizledi. Bu hareketiyle bir şey beklediğinden emin olmuştum. Bunun ne olabileceği hakkında bir fikrim olmadığından sorarcasına yanındakilere göz gezdirdiğimde –her ikisinin de Ocria standartlarında ürkütücü ve fosforlu gözleri vardı- bana inanamıyormuş gibi baktıklarını fark ettim. Tam o sırada Lottie dirseğiyle kolumu dürtükledi. Ona baktığımda hâlâ o komik pozda duruyordu. Fakat şimdi gözlerini yere doğru çevirmiş, neredeyse utanç içerisindeymiş gibiydi. Ona bir süre bakınca sonunda ne yapmam gerektiğini anlamıştım. Hemen eğilerek bez çantayı yere koydum. Tekrar doğrulurken önümdeki rütbeli çocuğun gözleriyle beni izlediğini fark ettim. Ellerimi beceriksizce Lottie’nin yaptığı gibi göğüs hizamda kenetlerken ben de gözlerimi kaçırmadan ona bakıyordum. Az sonra yüzünde fark edilmeyecek kadar küçük bir gülümseme belirmişti. Birkaç saniye sonra başının küçük bir hareketiyle selam verdi ve yanımdan geçerek adamlarıyla birlikte yürümeye devam etti. O ilerlerken bedenim de onunla beraber dönüyor, üzerinden ayıramadığım gözlerim onu koridor boyunca takip ediyordu. İyice uzaklaştıklarında dalgın bir şekilde “O kimdi?” diye sordum Lottie’ye bakmadan.

A0023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin