13/06/2006
Maria, Charlie'nin arkasından bakarken kendisini hiç bu kadar çaresiz hissetmediğini düşünüyordu. Kendisini donduran bir kasırganın içinde kalmış gibiydi. İçinde iyiye dair tüm şeyler silinmiş, kötü düşünceler aklını istila etmişti. Arkadaşı derin ama tedirgin bir uykudaydı ve bundan sonra neler olacağı hakkında Maria'nın hiçbir fikri yoktu.
Sakin olmaya çalışarak mutfağa geçip bir su aldı ve düşüncelerinden sıyrılmaya çalışarak koltuğa oturdu. Victor'ın gideceğini düşünmemişti. Tam tersi asıl şimdi hiç gitmeyeceğini düşünmüştü. Ama yanılmıştı, Victor Phoenix'in belki de ona en çok ihtiyacı olduğu sırada gitmeyi seçmişti. Onun neden bunu yaptığını hem anlıyor, hem de anlayamıyordu.
Draco o akşam karşılarına oturup konuşmaya başladığında kötü şeyler duyacağını biliyordu. Ancak ne kadar bilirse bilsin bu kadar kötü bir şey duyacağını düşünmemişti. Arkadaşının kurtuluşu yoktu. Phoenix'in önünde uzun bir yol yoktu ve bunu ona ailesi yapmıştı. Draco sarsılmıştı, Maria bunu rahatlıkla görebiliyordu ancak tam bu sırada Victor aniden ayağa kalkmış, bir anda Draco'nun yakasından tutup onu duvara çarpmıştı. Maria ve Astoria Draco'yu onun elinden zar zor aldıktan sonra Victor Draco'ya hakaretler savurarak odadan çekip gitmişti.
Onun hareketlerine bir anlam veremese de tek bildiği çok öfkeli olduğuydu. Ama öfkesinin çokluğu Maria'yı şaşırtmıştı. Adeta öfkeden kudurmuştu. Neden bu kadar öfkelenmişti? Maria'nın kafası karışmıştı. Sıkıntıyla bir yudum su içtikten sonra arkadaşının odasına kaçamak bir bakış atmıştı.
O sırada Charlie Weasley cisimlenip evinin yakınlarına varmıştı bile. Hızlı hızlı yürürken, düşünmemeye, kafa yormamaya çalışıyordu. Ama bunu denemeye bile mecali yoktu. Kendini ruhen tükenmiş gibi hissediyordu. Bir de ona sarıldığında uzun zamandır hissetmediği o tarifsiz huzuru.... 'Artık unut.' dedi beyni ona sinirli bir şekilde. Yapacağı buydu da. Ama bunun için biraz daha zamana ihtiyacı vardı. Kapıyı çaldığında karşısında annesini görmeyi beklerken, Sophie'yi görmüştü. Sophie gülümseyerek ona kapıyı açmış, içeri girebilmesi için kenara çekilmişti. Ama Charlie olduğu yerde kalakalmıştı. Ayaklarını kontrol edemiyor gibiydi. Charlie'nin içeri girmediğini fark ettiğinde Sophie tedirgin bir şekilde ona bakmıştı.
"Hayatım... İçeri gelmeyecek misin?" demişti.
Charlie ise derin bir nefes alırken, kafasında Phoenix'in hayalini savuşturmaya çalışıyordu. Ama o anı bu kadar tazeyken bunu yapması çok zordu. Sophie'nin suratına bakamayacak gibi hissediyordu. Sophie onu seviyordu, iki hafta sonra evleneceklerdi ve az önce Charlie eski sevgilisinin yanından gelmişti. Kendisini iğrenç hissediyordu. Sophie hak etmiyordu bunu. Artık daha kararlı olmuştu. Unutacaktı. Karşısında kendisini seven güzel bir kadın vardı ve o bunu hak etmiyordu. Phoenix, diye birisi artık onun için hiç var olmayacaktı.
Verdiği kararın etkisiyle hafifçe gülümsemişti. Bir yanı karar verdiği için rahatlamıştı. Ardından Sophie'yi daha fazla bekletmeyerek içeri girmişti. O anda evinin tanıdık sıcaklığı onu çepeçevre sarmıştı. Salona geçtiğinde annesiyle babasını masada otururken bulmuştu. Arkasından Sophie'nin geldiğini hissedebiliyordu.
"Geleceğini bilmiyordum." dedi nişanlısına doğru bakarak.
"Bayan Weasley ile oturmak için uğramıştım. Annen de çok ısrar edince kırmak istemedim."
"İyi yapmışsın. Yemekler de çok güzel görünüyor." dedi ve Sophie ile beraber masaya oturdular.
Geceyarısına doğru Phoenix tedirgin uykusundan uyanmıştı. Ona her kim sarılmışsa artık yoktu. O da gitmişti. Artık her kimse o da Phoenix'i bırakmıştı. Uzun zamandır uyuduğunu tahmin edebiliyor, ama süresini bilemiyordu. Yine de kendisini yorgun hissediyordu. Susuzluk hissi daha fazla olduğunda Phoenix yataktan kalkmaya karar vermişti. Biraz hareket etse hiç fena olmayacaktı. Yataktan kalktığında eliyle yatağını toparladı. Salona geçerken açtığı kapı biraz gıcırdasa da onun dışında herhangi bir ses duyulmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anka'nın Dönüşü
FanfictionOlduğu kişiden oldum olası nefret etmişti zaten. Safkanlıklarıyla övünen bir ailenin umursamaz evladı olarak doğmuştu. Hiçbir şekilde onlara ait olmamıştı. Ne görünüşüyle, ne fikirleriyle, ne gittiği okulla, ne de sevdiği insanlarla...