01/05/1998
Kararlı bir şekilde yürümeye devam ederken bir yanı neden burada olduğunu sorguluyordu. Aslında nedeni çok basitti, buraya gelmesinin tek nedeni Phoenix'ti. Aylar boyu kendisinden hiçbir şekilde haber alamadığı, aradan geçen yıllar sonucu artık kardeşinden ayrı görmediği, canı olmuş küçük arkadaşı, onu uzun zamandan sonra tekrar buraya getirmişti.
Yine de içindeki şüphe onu tedirginleştiriyordu. Kendisine gönderilen bu mektuba ne kadar güvenebilirdi? Ona tuzak kurulmadığını nereden bilecekti? Phoenix, onun zaafıydı, zayıf noktasıydı. Ya birileri bunu kullanmak istediyse?
Kendisine gelmeliydi. O İngiliz bile değildi. Bu savaşın içinde değildi. Ona tuzak kurulması için hiçbir sebep yoktu. Ama ya Phoenix'i kurtarmak bu savaşa girmek anlamına geliyorsa? Bunu bilemezdi, ancak her şeye rağmen bu fırsatı değerlendirmek zorundaydı.
Hava iyiden iyiye kararmıştı. Neredeyse gece yarısı olmuştu. Victor ise yanında Hannah ile, ıssız bir ormanın içinde kendisine gönderilen mektubun sahibini bekliyordu. Ona yaklaşık bir hafta önce gönderilmişti. Mektupta Phoenix'in çok kötü bir durumda olduğu, en kısa zamanda bulunduğu yerden çıkarılması için çalışacağını ancak sonrası konusunda bir şey yapamayacağı için Victor'ın onu St.Mungo'ya götürmesi ve gelirken güvenebileceği birisiyle gelmesi gerektiği yazılıydı. Victor ise bu konuda sadece Hannah'a güvenebileceğinden ona da sormuştu ve sonuç olarak ikisi de buradaydı.
"Phoenix'i alabileceğimizi düşünüyor musun?" dedi Hannah. Victor'ın neden buraya geldiğini anlayabiliyordu. Gelen mektup onu daha endişeli ve sabırsız bir hale büründürmüştü. Hannah bu durumdan korksa bile, Victor onunla gelmesi konusunda teklifte bulununca bir an bile düşünmemişti. En azından onun yanında olduğu için içi daha rahattı. Asıl kuzenini yalnız bıraksaydı kendisini çok kötü hissedeceğini biliyordu.
"Öyle olmasını umuyorum."
Bir süre kimse konuşmamıştı. İkisi de gergindi ve nasıl bir şeyle karşılaşacakları hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Hannah hem Victor hem de Phoenix için endişeleniyordu. Kafasındaki soruları cevaplandıramıyordu. Victor'a o mektubu kim göndermişti? Ve bunu neden yapmıştı?
"Phoenix'e.... Sence ne oldu?" dedi Victor endişeyle.
"Bilemiyorum."
"Sence.... O çocuğu Dünya'ya getirmiş midir?"
"Phoenix'in bunu ne kadar istediğini biliyorsun."
"Keşke bilmeseydim." Dedi Victor yenilgiyle. Dediğinde sonuna kadar haklı olduğunu düşünüyordu. Profesör Marais defalarca bunun çok tehlikeli olduğu konusunda onu uyarmasına rağmen Phoenix bunu yapacağını ısrarla belirtmişti. Victor'a göre Phoenix yaşamaması gereken bir bebeği umutsuzca yaşatmaya çalışıyordu.
"Acaba mektup bununla ilgili olabilir mi?"
"Neyle ilgili?"
"Uzun mesele Hannah, sonra anlatırım."
Draco ise kucağında yeğenini taşırken bir eliyle de kardeşinin elini tutuyordu. Bir yandan da hızlıca yürümeye çalışıyordu, çünkü vakti neredeyse yok gibiydi. İşler çok fena karışmıştı ve Phoenix'in buradan gitmesi her şeyden önemli hale gelmişti. Draco kurtulmaya çalıştıkça daha da dibe battığını hissediyordu. Herkes gibi o da savaşa sürüklenmişti. Ama kardeşi masumdu, tüm bunları hak etmemişti, savaşın korkunç yüzünün canlı temsilcisiydi. Kendisi bu savaşa sürüklenirken bu sefer yanında kardeşini sürüklemeyecekti. Tam tersi onu tüm bu hengâmeden uzaklaştıracaktı. Kardeşine kısa bir bakış atmıştı. Kardeşi boş gözlerle etrafına bakınarak Draco'yu takip ediyordu. Phoenix'in ona bakan boş bakışları Draco'yu onu bıraktıktan sonra yaşayacağı savaş kadar korkutuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anka'nın Dönüşü
FanfictionOlduğu kişiden oldum olası nefret etmişti zaten. Safkanlıklarıyla övünen bir ailenin umursamaz evladı olarak doğmuştu. Hiçbir şekilde onlara ait olmamıştı. Ne görünüşüyle, ne fikirleriyle, ne gittiği okulla, ne de sevdiği insanlarla...