06/09/2006
Charlie donmuş gibiydi. Anlamsızca elindeki kâğıda bakmaya devam ediyordu. Bu da neydi? Phoenix’in başına ne gelmişti? Gecenin o saatinde Esrar Dairesinde ne arıyordu? İçindeki kocaman bir buz kütlesinin kalbine doğru yayıldığını hissedebiliyordu. Soğuyordu, endişe onu iyiden iyiye kemirmeye başlamıştı.
Saat sabaha karşı dörttü ve kendisi dışında uyanık olan tek kişi olan abisi endişeyle onun yüzüne bakıyordu. Oysa kendisi de bir şey bilmiyordu ki. Bildiği tek şey Phoenix’in geri geleceğiydi. Ama onun yerine küçücük bir kâğıt parçası ellerinde duruyordu. Aklını toparlayıp mantıklı bir şeyler bulmaya çalışsa da olmuyordu. Phoenix’in St.Mungo’da olduğu gerçeğini duyduğu andan itibaren başka hiçbir şey ilgisini çekmemişti.
“Victor’a haber vermek gerek. Benim yerime sen haber verir misin?” dedi. Ardından aceleyle Kovuk’tan çıkıp cisimlendi.
St.Mungo’ya vardığı andan sonra koşarak danışmaya geçip Phoenix’in kaçıncı katta olduğunu sormuştu. Kalbi deli gibi atıyordu, korku onu alt üst etmişti. Kendisine söylenen kata geldiğinde bu saat için koridorun fazlasıyla kalabalık oluşu dikkatini çekmişti. Tanımadığı dört adam ciddi bir şekilde ilerlemekte olduğu kapının önünde durmuşlardı. Birbirleriyle hararetli bir şekilde konuşuyorlardı.
Charlie içindeki o doludizgin korkusuna rağmen kendisini dikkatli olmak konusunda zorlamıştı. Konunun ne olduğu ile ilgilenmiyordu. Bu konu Phoenix’i iyi görene dek bekleyebilirdi. Kendisi için önemli olan tek şey onu yeniden tek bir parça halinde, uyanık ve sağlıklı bir şekilde kendisine baktığını görmekti.
Buraya son gelişini hatırlamıştı. O zaman, bu koridorda ilerleyecek kadar cesareti olmamıştı. Draco’yu karısına sarılmış bir şekilde görmek cesaretini kırmıştı. Ardından yaşadıkları ona ağır gelmiş ve yapamayacağını hissettiğinden arkasını dönüp gitmişti.Oysa ne çok haksızlık yapmıştı sevdiğine…. Onun yaşadıklarını bir an bile hayal etmek kendisini inanılmaz bir tahribata sürüklüyordu. Hâlbuki tüm bunları o yaşamıştı, yaşamaya devam ediyordu. Charlie kendisini çaresiz ve karanlık bir dehlize hapsolmuş gibi hissetmişti.
Yine de bunca zaman sonra kendisinde olmayan o duygu geri gelmişti. Korku… Phoenix’i sonsuza dek kaybetme korkusu uzun zaman sonra tüm benliğini ele geçirmişti ve bu onun daha önce gitmesine neden olan cesaret yoksunluğunu yok etmişti. Phoenix’i görmek istiyordu, bu yüzden önüne çıkanlar karşısında cesaretle dikilmesi gerektiğinin farkındaydı.
Kapının önünde duran adamlar Charlie’nin kararlı bir şekilde gelişini fark etmişlerdi. Kendi aralarında kaşlarını çatarak ne yapacaklarına karar vermeye çalışmışlardı. En sonunda bir tanesi yavaşça elini kaldırdıktan sonra Charlie’ye dönüp sessizce kendilerine yaklaşmasını beklemişti.
“Buraya şimdi giremezsiniz.” Demişti Charlie tamda onun önünde durduğunda.
“İzin alacak değilim. Onu görmem gerek, hemen.” dedi doğrudan kendisini durduran adamın gözlerine bakarken.
“Onu tabii ki görebilirsiniz. Ama şimdi değil. İşimizi zorlaştırmayın.”
“Sizin burada işiniz ne? Hem siz kimsiniz?” dedi Charlie. Artık sinirlenmeye başladığını hissedebiliyordu. Karşısındaki adamın kendisine değil de arkasına doğru baktığını fark ettiğinde ise dikkati dağılmıştı. O da arkasını döndüğünde Victor ve Draco’nun geldiklerini görmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anka'nın Dönüşü
FanfictionOlduğu kişiden oldum olası nefret etmişti zaten. Safkanlıklarıyla övünen bir ailenin umursamaz evladı olarak doğmuştu. Hiçbir şekilde onlara ait olmamıştı. Ne görünüşüyle, ne fikirleriyle, ne gittiği okulla, ne de sevdiği insanlarla...