01/07/2006
Phoenix ne yapacağını bilemeden öylece koltuğunda oturuyordu. William hala yoktu ve çıldırmak üzere olduğunu hissedebiliyordu. O kadını kandıramamışlardı. Tam tersine kendileri kandırılmıştı ve hala hatırladıkça sakin kalmakta zorlanıyordu. Endişeliydi, oğluna bir şey olma düşüncesi tüm hücrelerinde derin bir acı duymasına neden oluyordu. Onun için yaşıyordu. Bugüne kadar ne yaptıysa her şeyi oğlu için yapmıştı. Bir kez olsun gülmesi ve tasasız bir an geçirebilmesi için her anını mücadele içerisinde geçirmek zorunda kalmıştı. Şikayetçi değildi, bilerek ve isteyerek yapıyordu bunu. Ama oğlunun olmadığı her an içinde bastırmaya çalıştığı tüm öfkesi yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlıyordu.
Victor ve Draco ise Phoenix'in ne düşündüğünü anlamaya çalışıyorlardı. Ellerindeki tuzağın işe yaramaz olduğunu gördükleri günden beri derin bir sessizlik içindeydi. Gerekmedikçe konuşmuyor, ama çok şey düşündüğü de belli oluyordu. Onu rahatlatmak için bir şeyler söylemek isteseler de ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Ah bir konuşsaydı Phoenix! O zaman her şey daha kolay olacaktı işte. Ama genç kız derin ve inatçı bir suskunluğun içinde kaybolmuş gibiydi.
Hermione içeriye girdiğinde endişenin burada adeta kemikleşmiş olduğunu fark etmişti. Phoenix bir koltukta oturmuş, derin bir şeyler düşündüğü her halinden belli bir şekilde boş gözlerle yere bakıyordu. Onu fark eden ise Victor olmuştu. Bir an kendisine şaşkınlıkla baktıktan sonra yavaş adımlarla yanına gelmişti.
"Üzgünüm geldiğini fark etmemiştim. Nasılsın?" demişti. Hermione ise bir an Phoenix'e baktıktan sonra konuşmuştu.
"İyiyim. Sen nasılsın Victor?"
"İyiyim demek isterdim, ama ufaklığın yokluğu hepimizi perişan etti."
"Phoenix nasıl?" dedi Hermione yavaşça.
"Bilmiyorum. Pek konuşmuyor. Nasıl hissettiğini anlamak güç." Dedi Victor. Hermione anladığını belirtircesine başını salladıktan sonra Phoenix'in yanına oturup ona bakmıştı.
Ona göre Phoenix an itibariyle enkaz gibi duruyordu. Bir anne için çok zor durumdaydı. Onu nasıl teselli edebileceğini bilemiyordu. Bu yüzden yavaşça koluna dokunmuştu. Bu sanki Phoenix'i kendisine getirmiş gibiydi. Kısa bir iç çektikten sonra konuşmaya başlamıştı."Çok sakin bir çocuktu. Tanrı biliyor ya, ne beni ne de Hannah'a bir gün bile zorluk yaşatmadı. Her zaman gülümsedi, beni üzmekten her daim korktu. Ben... Buraya gelmemeliydim." Dedi kısık bir sesle.
" Sen buraya doğru olanı yapmaya geldin." Diye fısıldadı Hermione. Phoenix ise ona bakmıştı şimdi. Gözleri dolmuştu ve her an ağlayabilecekmiş gibi bakıyordu.
"Ölüyorum Hermione. Onu tek bırakmak istemedim. Giderken onun yanında birisi olsun istedim ama oğlum üç gündür yok. Çıldıracak gibiyim, ona bir şey oldu mu? Ona geri dönüşü olmayan bir zarar verecekler diye korkmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum. Her şeyi denedim, artık aklıma hiçbir şey gelmiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anka'nın Dönüşü
FanfictionOlduğu kişiden oldum olası nefret etmişti zaten. Safkanlıklarıyla övünen bir ailenin umursamaz evladı olarak doğmuştu. Hiçbir şekilde onlara ait olmamıştı. Ne görünüşüyle, ne fikirleriyle, ne gittiği okulla, ne de sevdiği insanlarla...