Yüklü Bir Hikâye

106 2 0
                                    




            

Ali hışımla çıktı evden. Burnundan soluyordu. Adımlarında acele ve öfke, bahçede ne varsa titreterek geçti. Nereye gittiğini düşünmeden, attı kendini yolun ortasına. Yalnızca düz gitmeye çalışıyordu. Ayakları beynine direnişteydi. Ne yana dönse, yol çıkmaza giriyordu. Yol kapandığında yön değiştiriyor, bu kez de o yönde sürekli yürüyordu.

Bir vakit sonra yoruldu, yavaşladı adımları. Nefes nefeseydi ve nefesine bir esinti çarptı. Ciğerlerine dolan hava deniz kokuyordu ve bundan başka da bir şey algılamadı. Biraz duraksadı sonunda. Sahile geldiğini fark etti. Bu kadar yürümüş olması şaşırtmıştı onu, bu kadar yürüyebilmiş olması. Etrafına hiç bakmıyordu. Bir anlık düşünebilme fırsatı buldu ve en yakınındaki banka çöktü. Gerçekten yorulmuştu. Öylece duruyordu. Ne kafasını kaldırıp denizi izlemek, ne de balıkları gözleyen iştahlı martıları seyretmek geliyordu içinden.

Misinaları son derece gerilmiş, kovalarını doldurmayı bekleyen balıkçıların olta sesleri, denize kaçan topları yüzünden kavga eden iki oğlan çocuğu, simitçinin önündeki kalabalık grubun ellerindeki para şıngırtıları. Yok, yok, bu kadar sese katlanamazdı Ali. Bunlar çok fazlaydı. Ama nedense etraftaki gürültüye hiç aldırış etmiyordu. Normal değildi bu. Normal olmayan zaten Ali'ydi...

Bir ses, çok ince bir ses onca patırtının arasında kendisini belli etmeyi başardı. Nasıl olduysa bütün bu gürültü Ali'yi es geçmişti de bu ses kulağına takılmıştı. Önce ruhu duymuştu çünkü bu sesi. Ardından kulakları da tenezzül etti. Bir ses, bütün sesleri yara yara gelmiş ve kalbine dokunmuştu. Sesin geldiği yere bakmadı ama hâlâ dinliyordu onu. Birisi ağlıyordu. İnce ince, ses çıkardığının farkında değilmiş gibi ağlıyordu bir genç kız. Ali bakmıyordu, inat ediyordu fakat neye direndiğini o da bilmiyordu. Dökülmüş yapraklardan sonbahara bir sitem gibi, devam ediyordu hıçkırıklar. Deniz, rüzgâra "dur" diyordu sanki...

Rüzgârdan yanaydı Ali ve sebepsiz bir inat, gereksiz bir direnç gösteriyordu. Aniden dile geldi isyanının sesi. Öyle gülüyordu ki, birikmiş bu öfkeyi yüreğinde hissetti genç kız. Kahkahalar, onun hıçkırıklarını bastırıyordu. Nefret, çılgın bir zevke çoktan dönüşmüştü artık.

Kıza dönüp bakmamayı büyük bir kararlılıkla sürdürüyordu Ali. Onun acısını daha da artırdığını düşünmeye başlamıştı. Sonunda, kıza işkence ettiğine iyice inandırdı kendini. Ve bu, hoşuna gitmişti...

Dinmeyen öfkesi için ne hoş bir meşguliyetti bu! Kızgınlığı gitgide büyüyordu ve büyüdükçe daha keskin bir zevke dönüşüyordu. Ruhundaki coşkuyu kontrol edemiyordu artık. Aslında etmek de istemiyordu. Vücudunun her zerresinde bir titreme hissediyordu şimdi. Titredikçe tatminsiz duygular içini okşuyor, onu kendinden geçiriyordu.

Ve bir ses, farklı bir ses bütün seremoniyi bozuverdi. Ali bir anda kıza doğru döndü. Anlamsız bakışlarını kızın üzerinde bir süre gezdirdi, sonra sesi hatırladı. Biri kendisine seslenmişti. Etrafına hızlıca bir göz attı. Fakat ne martılar, ne balıkçılar, ne de simit bekleyen kalabalık. Bu hüzün dolu genç kızdan başka kimse yoktu.

- Bi'şey mi dedin?

- Niye güldüğünü soruyorum...

"Gülmek mi, ben mi gülmüşüm? Hayır, ben gülmüş olamam. Sinirliydim biraz. Öfkem geçsin diye oturmuştum buraya. Komik bir şey düşünmüyordum ki güleyim! Yanlış duymuşsun..."

Ali, bütün bunları söylemek yerine aklından geçirmekle yetindi. Başka bir şey demeliydi. Beklenmedik bir şey. Kızı sıkıştırmaya çalışıyordu sanki. Neden böyle bir arayış içerisindeydi? Ne alıp veremediği vardı kızla? O da bilmiyordu fakat böyle olmalıydı. O bunları düşünürken bir hayli zaman geçmişti.

YÜZLEŞMEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin