Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi diyor sözlük, ölüm için. Ne kadar kolay söylüyor... Yaşarken ölmeyi, duyguların da mevta olabileceğini yazmıyor hiç. Buruşurken derileri, insanın, asıl kalbinin çürüyüp gitmesine yandığını, susup kalmayı ciğer avaz avaz bağırırken ve diş gösterirken hayat, bir köşeye sinip oturmayı, söylemiyor sana "ölüm" diye. Ölenler biliyor, aramızdaki ölüler, hülyaları sönmüş, hayat denen keşmekeşi perdeler ardından izleyenler.
Tanıdığınız birinin haberi geldiğinde, hayat sizin için devam ediyor. Sevdiğiniz biri göçüp gidince, siz hayat için devam ediyorsunuz. Ama O'nu kaybettiğinizde, yaşamak sizin için yemek içmek gibi sadece hayatta kalmak için karşılanan alelade bir ihtiyaç oluyor.
- İnsanlar, Ali, sevmeyi bilmiyorlar. Hiçbir sevgiye inançları da yok. Ayrılırken bile kovuyorlar birbirlerini, kovuyorlar bir patron gibi. Onların sevgisi görüntülere, bedenlere. Her gün aynı tostu yemekten şikâyet ediyorlar. Onların açlığı ekmeğe değil, içindekilere. Yalnız, yalnız bir kere gerçekten âşık olsunlar ama yaşayamasınlar aşklarını, öpüp koklamaya doyamasınlar, dolabını açtıklarında kokusu gelsin sadece içi boş giysilerden, o son bakış hiç silinmesin zihinlerinden, yetmesin gözlerinin içine içine baktıkları günler ve vermesin toprak O'nu geri. Ölümü, yaşadıklarında görecekler. Kıymeti, yaşarken öldüklerinde bilecekler...
Bir Karadeniz kızına âşık olmanın en güzel yanı, onun zaten bir Karadeniz kızı olmasıdır. Ölüm döşeğindeki bir hastaya bakmanın en kolay yanı, onun zaten ölüm döşeğinde olmasıdır. Fiillerimizi hep karşımızdakiler belirliyor, biz nedense kimseye derinliklerimizdeki o pâk, o kendi, o öz duygularımızla yaklaşmıyoruz. Eşimizi sevdiğimiz için değil, sevilesi olduğu için seviyoruz. Hastamıza bakmak için değil, bakılası olduğu için bakıyoruz. Ölüme de, aşka da belki bu sebepten bulaşır, ayrılık denen illet... Ve parçalar koparsa da canından, kirletmez kendini, bir tek ölüm sağ çıkar bu marazdan...
Sadece gözümüzle, kulağımızla bakıyoruz dünyaya. Oysa bir tabaka daha var ki, herkes biliyor ama herkes ulaşamıyor. Kıymet bilmek gerekiyor, kıymetli olduğu için değil. Sadık olmak gerekiyor, yanında durduğu için değil. Anlamak gerekiyor, konuştuğu için değil. Ve sevmek gerekiyor, çokça ve yürekle sevmek, sadece hayatta olduğu için bile şükretmek...
Aşkı, arkadaşlığı, nefreti ve ayrılığı köşedeki dikdörtgen kutudan izlediğimiz bir devirde, ya öyle bir sevdiği olmalı insanın, zamanın çarklarına bir değnek sıkıştırıp su gibi yaşayan, ayna gibi yansıtan, ya da bir enstrüman çalmalı, şarkılar söylemeli insan, zamanın boşluklarına sesler sığdırıp acılarına notalar basan. Ya akıp gidecek sevdiğiyle hayat denilen bu kıvrımlı nehirde, ya da tutunacak bir dala, beline kadar suya girse de. Diğerlerinin, perdenin bu tarafında hayatta kaldığını ben görmedim...
Ölüm de dahil mi sevdaya? Ayrılık çatlatıyor, ayrı düşmek çok kırık. Ayrılmanın da bir adabı var derler sevgili. Oysa ölüm ne aykırı ayrılık!..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YÜZLEŞME
Short Story"Bazı yaralar sâdıktır yarınlara..." Kaybedenlere yazıldı bu kitap, yarım kalanlara, eksik bırakılanlara, düşenlere, düşürülenlere, düşleri kırılan ama içinde bi'yerlerde hâlâ o deli çocuğu yaşatanlara; ve ölüme, koyu bir sitem gibi, e...