Bazı Yaralar Sâdıktır Yarınlara...

9 1 0
                                    




           

Karşılıklı içilen iki çaydan öte, boyunca bir nehrin, dudaklarından kalbime...

            "Bak bu akıp giden koca nehir, bizden bir şey taşıyor" dedim. "Nasıl" dedi. Bir taş aldım yerden, "dokun" dedim, dokundu, sonra kavradı eliyle, tuttu sımsıkı bir süre ve geri uzattı bana. Aldım, biraz sıktım ben de, fırlattım nehre. "Gördün mü" dedim, "gördüm" diye cevapladı, kısık bir sesle.

"Peki şimdi n'olacak?"

"Şimdi el ele tutuşacağız, yürüyeceğiz nehir boyu..."

Bir acı var, eğik bir sızı. Ne oluyor, nereden geliyor bu keskin his? Bizim sandığımız her yüreğin gözü, bir gün, ince ince, başka güneşlere seğiriyor. Çok mu parlıyor ışıklar, biz mi vurmuşuz en dibine, dipsiz bir kuyunun... Nedir bu körlük? Nedir bu his?

Ateş nasıl yaktığını bilmez, su nasıl yuttuğunu bilmez. Gidenler, yerine neler bıraktığını hiç bilmez...

Virane geçmişin doğurduğu o umutsuz, o pejmürde (farkındayım, ilginç kelime) dileklerini arı kovanına sokup çıkarır gibi yaşatmaya çalışır da insan, yine koşar, basar yarasını, ağzına bir parmak bal sürene.

Ah yaralarımız ki, nasihatlerden büyük bilgi, nasihat edenlerden büyük bilgindir. Bin bilsen de bir yarana danış diyorum, bin sevmeden, bir acına dönüş. Yalan akar nehirler, dönüp gelmez aynı sular ve yarım kalır, yolsuzla çıktığın yollar. Bir his, soluk bir manzaranın tepesinde yüzen bulutların arasından sinsice sıyrılıp toprağa vuran güneş ışığı gibi iniyor etlerimize. Kaç neşter vuruldu yaramız üstüne, kaç kesik atıldı ve unutalım diye o geceyi, kaç defa bozuldu gündüzlerin bekâreti... Sığındığımız her güneş ihanet etti, tuttuğumuz her taş, ya ağır geldi ya da kesti.

Her şeyin başı, sapıydı her zaman. Biz her şeyin, önce sapını kopardık. Oysa sadâkatin sapını sımsıkı tuttuğu keskin bir bıçaktı aşk ve biz yara bere içinde kaldık. Masumdu yarınlar, yattığımız her narkozlu ameliyatta, ya masada kaldık ya da cünüp uyandık...

Ruhumda karınları aç çocuklar, süt kokan bir odada, bekliyorlardı sahiplerini sofra başında. Ve yürüyorduk el ele, nehir boyunca; bir his, keskin bir his aramıza giriyordu. Başları çocukların, eğilmiş cansız uzanıyor ve tepsiye kanlar akıyordu. Benim yüreğim acıyor, O'nun elleri kanıyordu...

YÜZLEŞMEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin