En yakıcı sevdalar en yıkıcı ayrılıkları yaşatıyor ve içimiz yanıp yıkılırken her şey, bir sokak çocuğunun cebi kadar boş ve dudaklarımıza sıkıştırdığımız gülümsemeler kadar yapmacık oluyor...
Vedaları kısa ve yalansız olur büyük aşkların. İş veda etmeye gelince, tüm yalanlar yutulur, hatırâlar unutulur ve bir an önce o sözü söyleyip ayrılmak ister taraflar. Çünkü oyun taşıyamaz vedalar. Gerçektir ve soğuktur, entrikalara vakit bırakmaz zampara sonlar. Göz göze değil, yüz yüze gelinir; gözün görmek istediğini dil alıkoyar bu kez, iki taraf da kilitlenir, bir süre susar. İşte o anlar, o anlar hayatımızın en gerçek, en temiz, en masum anları aslında. Her şeyi başa döndürecek, bu anı hiç yaşanmamış kılacak ve duyguları yine eski haline getirebilecek bir kelime aranır işte tam o an. Taraflar düşünür birkaç saniye, ancak veda vaktidir der hüküm, yoktur öyle bi'kelime. Söylenmesi gerekenleri iki taraf da çoktan biliyordur ya, içi boş bi'düz bi'ters kelime...
İşte beyinle kalbin çatıştığı tek an o andır, başka türlüsü hikâye. Bir vakit ellerde uyutulan, ellere gönderilecektir, o an gözler arası ne uzun mesafe! Ve birinin sonunda çözülür dili, bir veda sözcüğüyle yarısını orada bırakıp bir an önce binip gider ilk bineğe...
Veda sözcüğünü ilk söyleyen ilk yitiren midir bilemem ama ilk kaybeden zaten sevdiğini ilk fark edendir...
Yarısı gider, yarısı kalır insanın her ayrılıkta. Çıkmaz bir sokakta çıkan yangına elinde tüpüyle gider insan ve zorla çıkar o patırtıdan, kıyıda köşede yatan, cepleri boş sokak çocuklarına bir şey olmasın diye. Hep bi'yardım bekler her hicranda. "Belki" der, "belki bitmez, susayım biraz daha". Sevgili "gitme" dese koşacaktır kollarına yana yana. Ama olmaz, veda edilir sonunda ve yanıp kül olur sokak. Çocuklar yaralanır en yakıcı sevdalarda ve yıkılır insanın en çıkmaz sokağı her vedada. Vedalaşmak her ne kadar işteş bir fiil olsa da, tek taraflıdır işte bazen vedalar...
Sevdikleri, dağ gibi yükselir insanın en kırmızı coğrafyasında. Ve işte o dağın yamacında akan küçük dereyi ve geniş balkonlu evi hayal eder hep insan. Bu yüzden değil midir ki çocukken yaptığımız ilk resimler böyledir... Büyüyünce de değişmez o resim. Çünkü artık sevgili konmuştur o evin bahçesine, belki yanında bebeleriyle.
İnsan çok sevmeye görsün, bazen bahçeye değil dağın tepesine çizer sevdiğini. Herkesten üstte, her şeyden ötede. Ve sonunda o gidince, değil dağ, en büyük resmi yıkılır insanın. Düşleri devrilenin göçüp gitmez mi çocukluğu da? Böyle yanar en çıkmaz sokağındaki çocuklar her vedada insanın...
Sıktım tüpü ateşe ve başını okşadım sokak çocuklarının. Şeker bile verdim ellerine. Ben seni çok sevmiştim. O iki çocuğun birine üç, diğerine iki şeker verdiğim için gittin belki de...
Elimle çizdiğim dağ, el olup gitti işte. Bana düştü boş bir resim kağıdı, O'na koca bir sokak, içinde mutlu çocukları.
Belki okursun diye, bir el ve dağ busesi kondurdum her satır arası. Öpmeden geçme sevdiğim, çocuk kokan bu satırları...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YÜZLEŞME
Short Story"Bazı yaralar sâdıktır yarınlara..." Kaybedenlere yazıldı bu kitap, yarım kalanlara, eksik bırakılanlara, düşenlere, düşürülenlere, düşleri kırılan ama içinde bi'yerlerde hâlâ o deli çocuğu yaşatanlara; ve ölüme, koyu bir sitem gibi, e...