12. Bölüm

1.8K 114 18
                                    

Medya: Afra Yıldırım
~•~•~•~•~
Afra'nın ağzından
Uyuduğum koltukta oturur konuma geldim. Gözlerimi ovuşturup Tuna'ya baktım. Arkasına yaslanmış küçük televizyonda bir şey izliyordu. Tuna
- Günaydın.
- Günaydın.
Kapı kapanma sesiyle içeriye Arya girdi. Elindeki tepsiyi masaya bıraktı. Arya
- Günaydın, eve gidecek misin?
- Çıkacağım şimdi. Arya
- Yiyecek bir şeyler almıştım, ye öyle git.
- Evde yerim. Eylül yalnız, aklım onda kaldı. Arya
- Tamam o zaman.
Üzerime ceketimi geçirdim. Tuna'nın saçlarını karıştırıp Arya'ya döndüm.
- Dikkat et, bir yaramazlık yapmasın. Tuna
- Çocuk değilim ben!
- Öylesin.
Arya'ya aynı anda konuştuğumuzda teslim olmuş gibi ellerini havaya kaldırdı.
- Bir şey olursa arayın. Arya
- Dikkatli ol.
Başımla onaylayıp odadan çıktım.
*
Arya'dan anahtarı almayı unuttuğum için on dakikadır kesintisiz kapıyı çalıyordum ama Eylül bir türlü açmıyordu. Sonunda kapıyı açtığında elinde abajur vardı.
- Kafanı parçalamamam için bir sebep söyle.
- Anahtarım sende Arya'dan almayı unutmuşum. Ayrıca kafamı parçalayamayacak kadar yorgunsun.
Bir süre yüzüme boş bol baktıktan sonra kafasını hafif yana eğerek:
- İçimi falan mı okuyorsun, anlamıyorum ki.
İçeri geçtik.
- Bavulum?
Elim enseme gitti.
- Arabada, onu almayı da unuttum.
- Arabanın anahtarlarını ver.
Anahtarı attığımda havada yakaladı. "Ooo." diye ses çıkarttığımda gülerek dışarı çıktı.
Duş alıp üzerimi değiştirdim. Eylül çoktan kahvaltı hazırlamıştı. Masaya oturdum.
- Alışveriş yapılması lazım, dolap boşaldı.
- Bugün hallederim.
- Gelmek isterim fakat Jin' e yemek ısmarlayacağım.
- Daha dün abla dediğin çocuğa yemek mi ısmarlayacaksın?
- Arkadaş olmak istiyormuş.
- Kavga çıkarmayın da.
Birkaç şey daha ağzına attıktan sonra kalktı.
- Üstümü değiştireyim.
O hazırlanmak adına mutfaktan çıktığında masayı topladım.
Gönderilen: Kızıl
Alışveriş yapıp öyle geleceğim, haberin olsun.
Çok geçmeden cevap gelmişti.
Gönderen: Kızıl
Tamam Afracık.
Gerçekten...
Zil sesiyle mutfaktan çıkıp kapıya baktım. Jin
- Günaydın Afra
- Günaydın, içeri gelsene.
Gülümseyip içeri girdiğinde gözleri Eylül arıyordu.
- Üstünü değiştiriyor... Yemek için biraz erken değil mi?
- Etrafı pek bilmiyor ya biraz gezeriz diye düşündüm.
- İyi düşünmüşsün.
Gülerken Eylül merdivenlerden iniyordu. Siyah kot pantolon üzerine de beyaz bol bir gömlek giymişti. Jin'i gördüğünde kaşları çatıldı.
- Niye bu kadar erken geldin? Öğle yemeği yeriz sanıyordum.
- Biraz da turlarız?
- Pekala, hadi çıkalım.
Ayakkabılarını giydikten sonra bana el sallayıp çıktılar.
Eylül'ün ağzından
Taksiye bindiğimizde arkama yaslandım. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, yol uzun da olabilirdi. Jin
- Sürekli olarak kalmaya mı geldin?
- Buraya sürekli olarak kalmaya gelmem.
- Neden?
- Çünkü işlerim var ve buraya alışabileceğimi pek sanmıyorum.
- Ne işle uğraşıyorsun?
- Butiğim var.
- Çok iyi! Bir gün görmek isterim.
- Türkiye'ye gelirsen görebilirsin.
- Türkiye'de yaşıyordun değil mi? Aklımdan çıkmış. Ne kadar daha burdasın?
- Dört hafta kadar.
- Anladım.
Taksi durduğunda indik. Geldiğimiz yerde bir sürü sevgili vardı. Çift kıyafeti giyenler, pamuk şekerleri birbirlerine yedirenler, bir içeceği iki kişi içenler. Cidden...
- Jin, neden burayı seçtin? Her yerde sevgililer var.
- Burada eğlenebiliriz hem eğlenirsek yoruluruz ve acıkırız.
- Peki, ne yapıyoruz?
- Bisiklete binelim!
"Tamam"anlamında başımı salladım. Bisiklet kiralayan bir dükkana gidip iki tane kiraladık. Görevliye parasını uzattım.
- Ben öderdim.
- Benim bineceğim şeyin parasını senin ödemene gerek yok.
Bisikletlere bindiğimizde sürmeye başladık.
- Yarışmak ister misin? Şu ilerdeki banka kadar.
- İnsanlar var Jin birine çarparız şimdi.
- Kaybederim diye katılmıyorum desene sen şuna.
- Ne alakası var? Bir yaralanır diye söyledim. Ayrıca tozumu yuttururum ben sana maskeli çocuk.
- Hmhm.
- Tamam. Yarışalım!
- Bir...
- İki...
-Üç!
Pedallara asıldığımda benden sadece biraz öndeydi.
- Eylül hanım bana tozunu yutturuyordunuz en son?
- Siz önce önünüze dikkat edin Jin bey.
Önüne döndüğünde fren yapmak zorunda kalmıştı. Küçük çocuklar önünde koşturuyorlardı. Daha hızlı sürmeye başladığımda banka ilk ben ulaşmıştım. Bisikletten inip Jin'i bekleyemeye başladım. Yanıma geldiğinde gülüyordum.
- Hey! Hile yaptın!
Parmağını sallıyordu. Bende aynı onun gibi parmağımı salladım.
- Önüne bakmalıydın. Pamuk şeker almak zorundasın!
- Hayır, almayacağım!
Kollarını birbirine bağladı.
- Asıl sen hile yapıyorsun. Kazandım ve karşılığını vermek zorundasın!
- Pekala!
Gülümsedim.
- Omo omo! Nasıl bu kadar çok gamzen olur?!
Dört parmağını da gamzelerime batırdığında gülmeyi kesip gözlerine odaklandım.
- Ellerini çeker misin? İnsanlar bize bakıp gülüyor.
Etrafına baktıktan sonra yüzümü işgal eden parmaklarını çekti.
- Kusura bakma. Bir anda dört tane görünce... Neyse! Hadi pamuk şeker almaya gidelim.
Tekrar bisikletlere bindik. Pamuk şeker satan teyzeyi görünce bisikletleri düzgün bir yere bıraktık. Teyzenin yanıma gittiğimizde hemen iki tane aldım.
- Sen de ister misin?
- Hayır, seninkinden yiyeceğim.
- Niye? Kendine de al! Teyze
- Siz ne kadar yakışıyorsunuz öyle, ne zamandır birliktesiniz?
İstem dışı olarak büyüyen gözlerimle orta yaşlı kadına baktım.
- Sevgili değiliz! Jin
- Arkadaş olmaya çalışıyoruz. Teyze
- Yani randevudasınız. Jin
- Hayır ajumma. Randevuda değiliz sadece arkadaşız.
- Eşimle arkadaştık ama bak şimdi 2 tane çocuğumuz var.
Gıcık tuttuğunda öksürmeye başladım. Jin pamuk şekerlerin parasını verdi ve ordan uzaklaştık.
- Su ister misin?
Elimi "İstemem"der gibi salladım. Bir banka oturduk pamuk şekerlerden birini ona uzattım.
- Vermeyecektin?
- Benimkinden yeme diye veriyorum, sen neden maske ve şapka takıyorsun? Katil gibisin.
Kulağıma doğru eğilip fısıldadı.
- Ünlüyüm,ARMY'ler beni görürse ne olur bilmek istemezsin.
- Ah öyle mi? Hadi deneyelim. AA BU Jİ-...
Dememe kalmadan ağzımı kapattı.
- Eylül şaka yapmıyorum, ciddiyim. Hem eğer fark edilirsem seninle beni sevgili sanırlar ve bu senin için hiç iyi olmaz.
Elini indirdim.
- Zaten herkes bizi sevgili sanıyor.
Pamuk şekerimi yemeğe başladım. Bitirdiğimde oturduğumuz banktan kalktım.
- Sana yemek ısmarlayabileceğim bir yere gidelim.
- Gidelim.
Bisikletine bindi.
- Bisikletleri yerine bıraksak daha doğru olmaz mı?
- Gideceğimiz yer buraya çok yakın.
- Peki.
Bisikletime binip onun arkasından sürmeye başladım. Bir süre sonra çok şirin küçük bir kafeye geldik. Masaya oturduğumuz da Jin siparişleri verdi.
- Ailen de Türkiye' de değil mi?
- Evet.
- kaç kere geldin Kore'ye?
- Bu üçüncü gelişim sanırım.
- Burayı sevmiyor musun?
- Seviyorum. Sevmemem için bir neden yok ama yine de kendi ülkem gibisi yok.
Siparişleri masaya bırakan garsona gülümsedim. Jin tam başlayacaktı ki kolunu tuttum.
- Yarışalım, kaybeden tatlı alır kabul mü?
- İşte bu konuda beni yenemezsin.
- Göreceğiz. Üç dediğim zaman. Bir... İki... Üç!
On dakika kadar geçmişti ki Jin bitirdiği tabağını işaret ederek gülümsedi.
- Beni bu yenemezsin demiştim.
- Mutlaka bir gün yenerim.
- Tekrar yarışmak istersin yani?
- İsterim ama sen önce yüzünü temizle her yerin yemek olmuş.
Kahkaha attım. Beş yaşında çocuk gibi gözüküyordu.
- Sen asıl kendine bak.
- Ne olmuş bana?
- Seninde yüzün yemek içinde.
Peçete alıp sildim.
- Geçti mi?
- Şurada biraz daha kaldı, izin verir misin?
Elimden peçeteyi alıp sildikten sonra yerine geri oturdu:
- Teşekkürler.
- Artık kendimi temizlemeliyim.
Peçeteyi ağzının etrafında gezdirdi ama bulaşmış yerler dışında bütün yüzünü dolaşmıştı.
- Geçti mi?
- Hayır, hemde hiç birini silemedin.
- Ayna gibi bir şeyin var mı?
- Ayna taşımıyorum, sen de benimkini silmiştin. Ödeşelim.
Peçeteyi alıp yemek olmuş yerleri sildikten sonra sandalyeme yaslandım.
- Tamamdır.
- Tatlımı sipariş edeceğim, sen de ister misin?
- Kahve içeceğim.
Garson istediklerimizi çok geçmeden getirdi.
- Siz nerden tanışıyorsunuz Arya'larla? Ünlüsünüz bir de.
- Evlerinin yan tarafına taşındığımızda, tanışmaya gittik. Çok garip bir tanışma hikayemiz yok.
- Ünlü olduğunuzu biliyorlar mıydı?
- Sonradan öğrendiler.
- Anladım, tatlın bittiyse gidelim mi?
Garsondan hesabı getirmesini istedim.
- Ben öderim.
- Özür yemeği benim ödemem gerekiyor.
- O zaman yarı yarıya olsun hesabı sana ödetirsem kötü hisserim.
- Pekala.
Hesabı ödeyip kafeden çıktığımızda tekrar bisikletlere bindik. Yerine bırakıp adama teşekkür ettikten sonra taksiye bindik.
*
Taksiden indiğimiz de ikimiz de aynı anda:
- Her şey için teşekkürler.
İkimiz de güldüm.
- Görüşürüz arkadaşım.
- Görüşürüz.
Beklenti dolu gözlerle bana bakıyordu.
- Ne? Ne dememi istiyorsun?
- Arkadaş değil miyiz?
Gülerek:
- Öyle miyiz?
- Yha şakanın sırası mı?
- tamam tamam, görüşürüz arkadaşım.
Gülümsedi. El sallayıp eve girdim.
- Afra?
Cevap vermediğine göre eve gelmemiş. Üzerimi değiştirip tekrar aşağı indiğimde PlayStation'ı açtım. Oyun oynama zamanı!
Afra'nın ağzından
Eylül çıktıktan sonra bende markete gitmek için hazırlandım. Kapıyı açmamla Jungkook'la burun buruna gelmem bir oldu. Bir iki adım geriledim.
- Kapıda ne yaptığını sorabilir miyim?
- Ceketimi almaya gelmiştim ve alışverişe gidicekmişsin yardım ederim diye düşündüm.
Portmantodan ceketini verdim.
- Alışverişe gideceğimi nerden biliyorsun?
- Arya söyledi, yardım etmem için.
Neyin peşinde anlamıyorum ki.
- Gerek yok. Neye yardım edeceksin hem?
- Taşımaya edebilirim.
- Kendim hallederim arabayla gideceğim zaten.
- Hadi Afra ben de geleyim işte sıkılmıştım değişiklik olur.
Evden çıkıp kapıyı kilitlerken cevap verdim.
- Arkadaşım siz grup değil misiniz? Gidin prova yapın, işiniz gücünüz yok mu?
- Provamız yarın sabah erkenden.
- Jungkook... Gel bari.
Yanımda gülerek ilerken arabaya binip markete doğru sürmeye başladım.
*
Markete geldiğimizde arabayı park ettim, Jungkook maskesini ve şapkasını takınca arabadan indik. Markete girdiğimizde alışveriş arabası aldım. Jungkook içine atladı.
- Yok artık! Seni nasıl sürebilirim Jungkook?
- Şşt Afra adımla seslenme! Şimdi biri duyacak!
- Arabadan inmemeye devam edersen adını yüksek sesle söylemek zorunda kalacağım.
- Peki o zaman.
Arabadan atladığı gibi bana doğru gelmeye başladı.
- Ne oldu? Niye geliyorsun?
- Sen beni sürmezsen ben seni sürerim.
Bir anda kaldırdığı bedenimi arabanın içine oturtup sürmeye başladığında şoktan adımı unutmuşum. Başımı iki yana sallayıp kendime geldim.
- Jungkook, herkes bize bakıyor.
- Umurumda değil, ne alacaksın?
- Tamam ben seni sürerim şimdi, durdur şunu.
- Arabada oturuyorsun işte.
- İnmek istiyorum!
Durduğunda arabadan çıkarken yardım etti. Aksi takdirde düşecektim.
- Binebilirisin.
Başını iki yana salladığında omuz silktim. İhtiyacımız olan şeyleri arabaya doldururken arkalarını okumayı unutmuyordum. Abur cubur bölümüne koşarak ilerleyip dört kutu dondurma aldım.
- Onların hepsini sen mi yiyeceksin?
- Yok, bir tanesi Arya ve Eylül'ün.
Kahkahalarının arasında:
- Ah bu harika!
Arabaya doğru ittim.
- Bir işe yara bari boş boş dolanıyorsun.
Gülerek arabayı sürmeye başladı. Birkaç şeyi daha arabaya attıktan sonra kasaya ilerledik.
Kasiyer kız aldıklarımızı okuturken Jungkook poşetliyordu. Kasiyer kızın gözleri bir an bile Jungkook'un üzerinden ayrılmıyordu, sanırım anladı. Kartı uzattım.
- Biraz hızlı olur musunuz lütfen acelemiz var da.
Gözlerini Jungkook'tan çekmeden:
- Elbette, sanki beyfendiyi bir yerden tanıyorum?
Jungkook gözlerimin içine baktı. Olaya el koymam gerekiyor.
- Sanmıyorum, buraya ilk gelişimiz.
- Sanki televizyon da görmüş gibiyim?
- İmkanı yok, o hiç televizyona çıkmadı.
- Öyle mi?
- Kasiyer misiniz yoksa polis mi? İşinizi hızlı halleder misiniz?
Hala Jungkook'u inceliyordu böyle devam ederse onu tanıyacak. Biraz sonra söyleyeceğim şey için kendimden ve Jungkook'tan özür diliyorum.
- Sevgilime bakmayı keser misiniz?!
Gerçek gibi durması adına sinirli davranarak. Jungkook anında bana döndü şapkasından pek göremesem de şaşkın olduğu kesindi. Kız önüne döndüğünde kızarmıştı.
- Özür dilerim efendim, şifrenizi girin lütfen.
Kartın şifresini girdiğimde işlerini halledip kartı geri verdi. Poşetlerden bir kaçını alıp arabaya ilerledim. Elimdekileri bagaja yerleştirdim. Jungkook'ta elindeki poşetleri koyunca bagajı kapatıp arabaya bindim. O da bindiğinde sürmeye başladım.
- Neden sevgilim olduğunu söyledin?
- Seni kurtardığım için teşekkür etmelisin. O kız seni biraz daha inceleseydi kim olduğunu anlayacaktı.
- Başka bir nedeni yok yani? Sinirli gibiydin?
- İyi oyuncuyumdur.
Cevap vermedi.
*
Bagajdan poşetleri çıkardım. Jungkook'la paylaşıp eve kadar taşıdık. Zile bastım. Bir süre sonra Eylül kapıyı açtı. Poşetleri içeri koyduk.
- Hastaneye gideceğim sen bunları yerleştirirsin değil mi?
- Ben hallederim.
Jungkook'a döndüm
- Yarıdımın için teşekkür ederim.
- Bende öyle.
Gülümsedim.
- Gidiyorum, görüşürüz.
Arabama bindim.
*
Tuna'nın doktorunun odasına çıktım. Kapıyı tıklatıp içeri girdim.
- Merhaba, bir hasta hakkında bir soru sormak istiyorum.
- Tabii ki dinliyorum.
- Tuna Yalçın ne zaman hastaneden taburcu olabilir?
- Bakalım.
Bilgisiyarda bir şeylerle uğraştıktan sonra bana döndü.
- Eğer bir sorun çıkmazsa yarın olabilir.
- Her hangi ters giden bir şey var mı?
- Merak etmeyin, bir sorun yok. Şanslıymış çok ağır yaralar almamıştı.
- Teşekkür ederim.
Adam gülümsediğinde odadan çıkıp Tuna'nın kaldığı odaya gittim. Tuna
- Hiç gelmeseydiniz Afra hanım. Saat üç oldu haberiniz var mı?
- Doktorunun yanından geliyorum eğer bir şey olmazsa yarın taburcu olacaksın. Tuna
- Şimdi de çıkabilirim sapasağlamım. Arya
- Hatta o kadar sağlam ki az önce bir hemşireye yürüdü.
Tuna'ya kınayıcı bakışlarımı gönderirken:
- Şu halde bile rahat durmuyorsun. Arya
- Aa hakkını yeme Afra. Az kalsın beni odadan atacaktı, hemşireye yakın olabilmek için. Tuna
- Hiçte bile! Sadece arkadaş olmaya çalışıyordum!Arya
- Kızın saçını kulağının arkasına almalar, elini tutmalar hele sevgi sözcüklerinden bahsetmiyorum bile. O kadar güzel bir arkadaşlık ki anlatamam! Tuna
- Neden kendi yaptığını da anlatmıyorsun Uyuz?
Arya'ya döndüm.
- Ne yaptın Kızıl?
- Kız da buna yamanınca bende pansuman malzemelerini kafasına attım. Sonra da odadan attım. Kız da şeymiş yani.
Kahkaha attım.
- Bir tane de buna atsaydın.
- Keşke atsaydım. Tuna
- Senin alışverişe gideceğini öğrenince Jungkook'a haber verdi Yaban Arısı.
- Biliyorum. Aptal çocuk senin yüzünden yakalanıyordu. Arya
- Ne demek yakalanıyordu?
- Kasiyer kız gözleriyle yeri çocuğu. Bir yerden tanıdığını söyledi, idare ettim. Arya
- Nasıl ettin?
- Şey dedim...
Tuna ima dolu sesiyle:
- Ne dedin?
- Sevgilime bakmayı kes dedim.
Tuna ve Arya kahkahalara bozulduğunda somurtarak arkama yaslandım. Bu kadar gülecek ne vardı? Yakalansa daha mı iyi olacaktı?
- Susun be! O kadar şey söyledim olmadı, kökten çözeyim dedim. Tuna kahkahalarının aradına zor sıkıştırdığı cümlelerle:
- Sevgilime bakmayı kes dedin öyle mi? Arya
- Ay! Şimdi gülmekten çatlayacağım. Sevgilim demiş!
- Yeter susun! Porsuk dikkat et de dikişlerin açılmasın.
Ağzına hayali bir fermuar çekti. Arya
- Daha dün çocuğa bağırıyordun, komik olmuş.
- Kızıl bak aklıma ne geldi biliyor musun? Sizin Tae' le sevgili olduğunuzu Eylül bilmiyordu.
Gülmesi yüzünde dondu.
- Hemen tehdit et zaten, hiç eğlenmeyelim.
- Benim üzerimden eğlenmeyin. Tuna
- Ne zaman söylemeyi düşünüyorsun Uyuz? Başka birinden duyarsa ya da kendi öğrenirse daha fazla tepki gösterir. Arya
- Farkındayım, yarın söyleyeceğim. Tuna
- Diyorum ki bahçeye çıkalım.
- Biz çıksak bile sen oturacaksın.
- Nite sürekli oturuyorum anlamıyorum. Günahım ne? Arya
- Bir günahın yok, aksine şanslısın bizim gibi arkadaşların var. Şu halinde bir başkası olsa neler yapardı gerçi bende düşünmüyor değilim hani.
- Değil mi? Şöyle bir camdan sarkıtsak falan hiç fena olmaz belki aklı başına gelir. Tuna
- Evet, gerçekten hiç günahım yokmuş.
Göz devirdiğine gülümsedim.
- Eylül evde tek ne yapıyor acaba? Kızıl arasana. Arya
Arayıp hoparlöre aldı. Uzunca çalan telefonun ardından telefon hala açılmamıştı. Arya
- Niye açmıyor?
- Hala Jin'le mi acaba? Dönmemiş olabilirler belki. Tuna
- Hala? Arya
- Jin?
- Haberiniz yoktu, unutmuşum. Arkadaş olmaya çalışıyorlarmış.
İkinci aramamızda sonunda telefona cevap vermişti. Eylül
- Ne var başımın belası? Arya
- Sen Jin' le nerelere gittin bakayım?
- Sanane, sana hesap mı vereceğim. Arya
- Soranda kabahat zaten. Tuna
- Hanımlar hanımlar sakin olun. Eylül
- Ne istiyorsunuz? Bir rahat vermiyorsunuz! Oyun oynuyorum burada!
- Yemek yedin mi? Eylül
- Yedim, önemli bir şey yoksa kapatıyorum.
- Bir şey olursa ara! Eylül
- Ararım, görüşürüz.
Arya telefonu kapattıktan sonra bize döndü.
- Görüyorsunuz değil mi? Hiçbir şey söylemiyor.
- Yemek yiyeceklerdi. Bir şey yapmamışlardır yani merak etmeni gerektirecek bir durum olduğunu sanmıyorum.
- Nereye gittiler acaba? Tuna
- Sevgilini bu kadar merak etmiyorsun.
Arya oflayıp kollarını önüne bağladı.
- Tuna kanallara baksana belki bir şey vardır.
- Bakayım.
Uzun süren dolaşmadanın sonunda bir film bulmuştu. Uykumu getiriyordu.
Eylül'ün ağzından
Oyunun en güzel yerinde arayıp bütün keyfimi kaçıran kardeşim yüzünden tüm eğlencem son bulmuştu.
Zaten kocaman evde tek başımayım kapıdan bacadan bir şey çıkacak diye korkuyorum. Şimdi evimde olup validemle çay keyfi yapmak vardı.
İşleri de Aylin'e yıktım altından kalkabilmiş midir? Aradığımda birkaç çalmadan sonra açmıştı.
- Efendim Eylül.
- Nasılsın? İşleri halledebiliyor musun?
- İyiyim, tabii ki hallediyorum sadece bugün ufak bir şeyden gudubet kadın kavga çıkardı o kadar.
- Gudubet kadın kim Aylin?
- Alev' den bahsediyorum.
Kahkaha attım. Bu kız cidden...
- Ne oldu?
- Elbiselerin renk tonu istediği gibi canlı değilmiş. Hemde kendi seçti biliyorsun. Kafayı yiyeceğim anasım bir an! Neyseki Deniz halletti.
- Bir olursa mutlaka ara tamam mı?
- Veririm merak etme ama benim şimdi kapatmam gerek Beril hanımın kreasyonuyla ilgilenmem gerekiyor.
- Tamam, görüşürüz.
- Görüşürüz.
Telefonu kapatmamın ardından tekrar çaldı.
- Efendim validem.
- Gittin hiç haber vermiyorsun! İnsan arar söyler değil mi?! İlla ben arayacağım!
- Yorgundum anne yoksa ararım biliyorsun.
- Biliyorum, seni aramasam aramazdın. Küçük sıpa nerde? Telefonlarımı açmıyor!
- Validem biraz sakin olur musun? Tuna'nın yanındalar her ikisi de merak etme.
- Tuna'da mı orada? Sen niye gitmedin onlarla otur diye mi gönderdik? Onlara göz kulak ol diye gönderdik.
- Validem hastanedeler zaten.
- Ne?! Hastane mi?! Ay birine bir şey mi oldu?! Can! Bilet al bizim kızlar hastaneye düşmüş!
- Anne! Anne dur bir sakin ol, kimse hastanelik olmadı. Yani en azından kızlar olmadı.
- Kime ne oldu o zaman?!
- Tuna motor kazası geçirmiş ama şuan iyi.
- Ne?! Vah yavrum, uydu bizim yarım akıllılara ondan oldu çocuğum böyle.
- Onun hiç suçu yok yani?
- Tuna zeki çocuktur yapmaz öyle şeyler.
- Tabii canım hepsi bizim yarım akıllıların suçu.
- Hiç kendini ayrı tutma Eylül hanım sende öylesin.
- Ben ne yaptım?!
- Yemeğim var ocakta oyalıyorsun beni. Dikkat edin kendinize. Tunacığıma da geçmiş olsun dediğimi ilet.
Görüşürüz bile dememe izin vermeden suratıma kapattı. Her zaman ki annem.
Anneme göre babam biraz daha sakindir. Tabii bazı durumlarda rolleri değişiyorlar.
Kapı çaldığında irkilmiştim. Kızlar gelmeyecekler, gelen kim o zaman?
Burada hırsızlar çağ atlayıp kapı çalarak mı geliyorlar?
Hayır sadece yalnızlıktan kafayı yedim. Kapıyı açtım. Bu... kim?
- Aa merhaba yanlış mı geldim? İki kişi kalıyorlardı ama?
- Kime bakmıştınız ve kimsiniz?
- Adım Hyo, Afra'nın arkadaşıyım.
- Kendisi evde değil.
- İçeride bekleyebilir miyim? Hem tanışmış oluruz.
- Afra bu akşam gelmeyecek.
- Anlamadım, neden gelmiyor?
- Yakın mısınız?
Sorduğum soruyla birkaç saniye yüzüme baktı.
- Evet, evet yakınız.
Yalan söylüyordu. Gözlerini kaçırmıştı konuşurken.
- Yakın olsaydınız şuan nerede olduğundan haberiniz olurdu.
- Pekala, yakın değiliz ama yine de onu merak ediyorum. Aramız bozuktu da.
- Arkadaşı hastanede onun yanında şu an.
- Söylediğin için sağol. Bu arada sen kimsin?
- Ablasıyım.
- Mümkünse içeri girebilir miyim? Afra'nın ablasıyla tanışmak istiyorum da.
Yalan söylemekten kaçınmayan bir adamı eve alacağım. Güzel eğlence, canım sıkılıyordu zaten.
- Geç bakalım.
Bahçe kapısını işaret ettim. Evde tanımadığım biriyle baş başa kalmak istemiyorum. Koltuklardan birine oturdu.
- Kahve ister misin?
- olur.
Mutfağa gidip kahveleri yaptım. Kilerde bulduğum kurabiyelerden de yanına koyup tekrar bahçeye çıktım.
Karşısındaki koltuğa oturup kahvesini masanın üzerinde ona doğru ittim. Kendiminkini elimde tutuyordum. Arkama yaslanıp bir süre onu inceledim.
Hiç tekin biri değildi. Bakışlarından bile anlaşılıyordu. Afra'yla derdi ne?
- Nereden tanışıyorsunuz?
- İş yerinden.
- Demek öyle, neden aranız bozuk?
- Ee... atıştık biraz.
Atışmak mı? Gülmeyeceğim.
- Afra genelde atışmaz ama?
- Ah evet.
Gerçekten onun hakkında hiç bir şey bilmiyor.
- Neden görmeye geldin?
- Aramızı düzeltmek için.
Başımla onayladığımda arkamdan birinin sesi geldi.
- Ne arasından bahsediyorsun sen?
Arkamı döndüğümde Jungkook bahçe kapısının oradan adı Hyo olan çocuğa bakıyordu.
- Jungkook?
- Jin hyung yemek yaptı seni de çağırmam için gönderdi. Kapıyı çaldım ama açmayınca bahçeden girdim de bu herifin burada ne işi var?
Bana bakmaya mı göndermiş. Gülmeyeceğim.
- Afra'nın arkadaşı, araları bozukmuş düzeltmeye gelmiş. Jungkook
- En son rahat bırak diye burnunu kırmıştı yetmedi mi?
Gülmemeliyim. Hyo
- Öyle bir şey olmadı inanma ona!
İyi oyuncu olurdu da bir de haksızlığını bağırarak kanıtlamasan.
- Hayır, doğru söylüyor.
İkisi de şoka girmişti. Jungkook ona inanmayacağımı düşünüyor olmalıydı. Hyo
- Nasıl emin olabiliyorsun?
- Yalan söylediğini çok belli ediyorsun. Oyunculuk üzerine biraz daha çalışman gerekecek. Hyo
- Üzgünüm, Afra'nın beni affetmesini istiyorum gerçekten. Jungkook
- Affetmeyecek, şimdi git ve bir daha gelme. Hyo
- Sen karışma!
- Kapı şu tarafta genç adam.
Bahçe kapısını işaret ettiğimde sinirle yerinden kalkıp, bahçeden çıkıp gitti. Jungkook
- Rahatsız etmedi değil mi noona?
- Etmedi.
- Yemek yememişsindir umarım çünkü seni bizim eve götürmem gerekiyor. Hem söylediği yalanları anlatırsın, güleriz!
Bu çocuğu tuttum.
- Gidelim. Önce buraları toparlayayım.
Bardakları ve tabağı mutfağa götürdüm telefonumu alıp cebime koydum.
- Jungkook gel burdan çıkalım kapıyı kilitleyeceğim.
- Tamam.
Bahçe kapısını ve dış kapıyı kilitledim.
- Artık gidebiliriz.
- Ne söyledi noona? Anlatsana biraz!
Ben anlattıkça o gülüyordu. Ben de ona eşlik ederek gülüyordum. Karnım ağrımıştı!
Evin kapısı açıldığında bir süre sustuk. Jimin kapıyı açtığında Jungkook kahkaha atmaya başlayınca bende gülmeye başladım.
- Yha neye gülüyorsunuz?!
Cevap vermeden içeri geçtik. Koltuklara oturduğumuzda ikimiz de karnımızı tutuyorduk.
- Ay! Çok güldüm karnım ağrıyor. Jungkook
- Benimde! Namjoon
- Hoşgeldin.
- Hoşbulduk, nasılsınız? Haseok
- İyiyiz. Bu arada Eylül siz Jin hyungla ne yaptınız? Bize anlatmıyor meraktan öleceğiz!
- Yemek yedik, bir şey yapmadık. Jimin
- Neye gülüyordunuz?
Jungkook ona anlattıklarımı çocuklara aktardığında uzunca bir zaman beraber güldük. Jin
- Neye gülüyorsunuz?! Masa hazır hadi gelin.
Masaya yerleştik. Uzun sohbetlerle yemek yemiştik. Hatta öyle ki bir an adı Taehyung olan çocuk ağzındaki suyu Jimin'e püskürtmüştü. ^^
Herkes koltuklara kaçarken Jin tabakları eline aldı.
- Her gün sen mi kaldırıyorsun bu masayı?
- Bazen yakalıyorum!
Gülümseyerek koluna iki kere hafifçe vurdum.
- Merak etme arkadaşın sana yardım edecek.
Masayı topladık. Tabakları yıkayıp ona veriyordum o da kuruluyordu. Her şeyi yerine yerleştirdikten sonra salona geçtik. Haseok
- Evde tek misin?
- Evet. Jungkook
- Korkmuyorsun değil mi?
- Korkulacak bir şey yok, alt tarafı koskoca evde tek başımayım. Jin
- Gerçekten korkmuyormuşsun.
- Korkmuyorum dedim ya! Kalkayım artık, geç oldu. Tae
- Evde teksin zaten biraz daha kalsaydın.
- Sizde PlayStation var mı? Tae
- Var. Oynamak ister misin?
- Oynayalım!
Tam beş kere beni üst üste yenmesine rağmen sonunda iki tane oyunu kazanabilmiştim. Çok iyi oynuyor!
- Benden kadar bu bünye bu kadar kaybetmeyi kaldıramaz, kaçıyorum! Jin
- Eve seninle gelmemi ister misin?
- Yok camdan bakman yeterli.
Anlamamış gibi bana bakarken güldüm.
- Şaka yapıyorum Jin. Ev hemen şurada kendim giderim.
Oturduğum yerden kalkıp kapıya ilerledim.
- İyi akşamlar çocuklar.
Eve doğru yürümeye başladım. Anahtarı kapıya geçireceğim sırada kapının aralık olduğunu fark ettim.
Siktir, evde biri mi var?!
~•~•~•~•~
Selam!
Eylül hanım kendinizi kollayın aman aman şcnsşvkdğleşvl
Oylarınızı ve yorumlarınızı esirgemeyin.
Seviliyorsunuz 🖤

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin