62. Bölüm

101 11 13
                                    

Medya; Geri gel küçük kız. Söz hepimiz yeniden uçman için sana kanat oluruz.
-Eylül Ateş
~•~•~•~
Geçen saatlerin ardından hâlâ içeri girmemiştim. Girememiştim, nasıl girebilirim? Korkuyorum. Hatta öyle çok korkuyorum ki oturduğum yerde dünya dönüyor, bedenim tir tir titriyordu. Aklımdan onlarca düşünce geçiriyordu ama biri bile Arya'ya ne diyeceğim hakkında fikir vermiyordu. İçten içe iyice gerilirken kendimi SeokJin'in koluna yapışmışken buldum. "SeokJin," diye mırıldandım. "Eylül?" gözlerim kararırken bedenimi serbest bıraktım. Bu kadar yük, kaldıramam için çok fazlaydı. "Eylül!"
*
Gözlerimi araladığımda beyaz tavanla karşı karşıya kalmıştım. Aklıma gelen iğrenç görüntülerin bir kâbus olması için Tanrı'ya yalvarmıştım fakat burnuma dolan buram buram hastane kokusu yüzümü buruşturmama, gerçekliğe dönmeme sebep olmuştu. Telaşla yerimden kalktım. Afra'yı yalnız bırakmıştım. Onu yalnız bırakmıştım! Ne kadar sorumsuz bir ablayım! Ne zamandır uyuyordum? Çok olmuş muydu ki? Ayakkabılarımı giymeden kalkmaya çalıştığımda bedenimi tutan kollarla kalktığım yatağa geri oturmuştum. "Sakin ol."

"Afra? İyi mi? Ne zamandır uyuyorum?" SeokJin kollarımı nazikçe tutup yüz hizama eğildi. "O iyi merak etme, Jungkook yanında. Sakin ol tamam mı? Panik yapma." başımla onayladım. Sonra aklıma gelenlerle kollarını üzerimden itmiştim. Ona karşı artık sinirli olmasam da kırgındım. Sakince ayakkabılarımı giyip yerimden kalktım. Arya'ya haber vermem gerekiyordu. Tuna'ya, Ali'ye... Hâlâ başımda bekleyen adama döndüm. "Yardımın için sağol. Siz de daha fazla durmayın isterseniz, biri görür bir şey olur falan. Başınız belaya girmesin."

"Bu kibarca 'daha fazla seni görmek istemiyorum' demek mi?" komodinin üzerinden telefonumu aldım. "Nasıl anlamak istiyorsan öyle." kaşlarını 'öyle mi?' dercesine kaldırıp indirdi. "İyi," dedi sonra. Odadan çıkıp gittiğinde derin bir nefes verdim. Yatağa geri oturdum. Sakin kafayla düşünmem gerekiyordu. Eğer annemin dediği gibi Afra gitmezse ve bu kadar insana haber verdiğimi görürse sinirden köpürürdü. Ama... Gitmeyi tercih ederse de haber vermediğim insanlar bundan sonra yüzüme bakmazlardı.

Ancak Afra'nın istediği de zaten buydu. "Eğer ölürsem, yanıma kimse gelmesin. Mezarımı görmek herkese daha büyük acı verecek nasıl olsa, bırakın tek başıma kalayım. Üzülürseniz rahatça uyuyamam." demişti bir keresinde. O yüzden bir daha kimsenin yüzüme bakmayacağını bilsem bile ne Tuna'yı, ne Ali'yi ne de Ahu Sultan'ı aradım. Kulağıma yaslayıp telefonu açmasını beklediğim tek kişi Arya'ydı. Onu aramak zorundaydım. O Afra'nın en değerli arkadaşıydı. Belki fazla belli etmiyordu ama Arya onun için hep başkaydı. Onu daha fazla korurdu mesela. Eğer canı bir şeye sıkkınsa kimseye sarılmasa da ona sarılırdı. Afra şimdiye kadar kimsenin göz yaşlarına el sürmemişti, çünkü hiçkimsenin inci tanelerine dokunmaya hakkı yoktu öyle söylerdi, ama Arya'nın inci tanelerine dokunurdu. Onlar birbirleri için hep en değerli olanlardı ve bunu görmek, hissetmek ablaları olarak beni her zaman mutlu etmişti.

"Efendim ablaların en güzeli." enerjik sesine tebessüm bile edemedim. Çünkü birazdan solup gidecekti. Derin bir nefes aldım.

"Arya," soluğum kesildiği için duraksamak zorunda kalmıştım. Siktir... Nasıl söyleyecektim?

"...Afra'ya bir şey mi oldu?" nefesimi tutmuştum. Nasıl anladı? Annem mi aradı? Hayır saçmalama Eylül, arasa çoktan burada olurdu. "Oldu değil mi?! Ondan sesin böyle, ondan hâlâ cevap vermiyorsun?!"

"Arya," dedim tekrar.

Konuş artık aptal!

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin