21. Bölüm

826 48 38
                                    

Medya: Afra Yıldırım
~•~•~•~
Eylül'den
Batmaya hazırlanmış güneş ışınlarına inat yürüyorduk. Konuşmak istediğini söylemişti ama hala ağzını açmıyordu. Bu daha çok gerilmeme sebep oluyordu. Arya'nın söylediği ve Afra'nın desteklediği "Oluruna bırakma" ilkesinden on beş dakika kadar önce vazgeçmiştim.
Ortada bir şey yok! Sadece Jin ve Jungkook'un duyduğum konuşması beynimi ele geçirmişti. Muhtemelen hikaye yazıyordum. Yetmezmiş gibi kafamın içinde durmadan oynatıyordum. Kurallara aykırı bu yaptığım. Ondan izin almadan kafamda rol veremem.
Jin'in yürümeyi bırakmayacağına kanaat getirdiğimde adımlarımı durdurdum. Dalgın olmalı ki durduğumu bile fark etmedi. Kolunu tuttum. Bana döndüğünde en az benim kadar gergin olduğunu fark ettim.
- Biraz daha yürürsek ülke dışına çıkacağız.
Gülümsedim. En azından birimizin gerginlikten kurtulması gerekiyordu.
- Yapma Eylül.
- Neyi yapmayayım?
- Böyle gülme. Kalbimi hızlandırıyorsun.
Gözlerim büyürken kolundaki elim yanıma düştü. Uydurmuyormuşum. Yutkundu.
- Ne olduğunu bilmiyorum. Tek bildiğim partiden beri seni gördüğümde kalbimin hızlandığı.
Derin bir nefes aldı.
- Jungkook, bizi duyduğunu söyledi. Yani sadece bunu da değil... Jungkook senden hoşlandığımı da söyledi.
Nefes almayı bıraktım. Gülümsedi.
- Ne düşünüyorsun?
- H.hangi konuda?
Kaşları havalandı.
- Seninle sevgili olmak istediğim konusunda.
Az önce sadece hoşlandığını söylemişti! Bakışlarım yere düştü. Jin mükemmel biri. Ama sorun şu ki eğer onunla sevgili olursak burada kalmak zorunda kalırım. Uzak mesafe ilişkilerinin ömrü kısa olur çünkü. Canımın yanmasını istemiyorum.
- Eylül, şimdi cevap vermek zorunda değilsin.
Başımı iki yana salladım. Zamanı uzatırsam umutlanırdı.
- Seok Jin lafımı bölmeden dinle. Muhteşem birisin, inan bana. Ama ben burada yaşamıyorum biliyorsun. Haftaya döneceğim. Bak ben, uzak mesafe ilişkisi istemiyorum.
Gözlerinin içine baktığımda kırıklar görmeyi beklemiyordum. Her an çıkıp bana saplanacak gibi duran kırıklar. Derin nefes aldıktan sonra başıyla onaylayıp gülümsedi.
- Anlıyorum.
- Kırılmanı istemiyo-...
- Kırılmadım. Eve dönelim.
Cevap vermemi beklemeden önden yürümeye başladığında yavaşça takip ettim. İçimdeki yanma hissi de nereden çıktı şimdi?! Afra'yı şimdi anlıyorum.
Eve geldiğimizde el sallayıp içeri girdi. Olduğum yerde dikilmeye devam ettim. Su içsem yanma hissi gider mi?
Kapının açılma sesiyle eve döndüm. Afra içeri gelmemi işaret etti. Eve girdiğim gibi salona yöneldim.
- Nasıl geçti?
- İlk uçakla dönüyorum.
- Ne?
Yanıma oturdu.
- Neler oldu?
- Doğruymuş. Benden hoşlanıyor.
Bir süre cevap vermedi.
- Pekala. Dönmek istediğine göre reddettin. Oluruna bırakırsın sanıyordum.
- Bırakamadım.
Buruk bir gülümseme belirdi yüzünde.
- Cesur birisin. Deneyebilirdin.
Derin nefes aldım. Soluk borum oksijen kabul etmiyormuş gibi davrandığından nefes alamayacak duruma gelmiştim.
- Ben... Korktum.
Elimi tuttu.
- Neyden?
- Bilmiyorum.
- Biliyorsun.
- Burada yaşamıyorum Afra. Uzak mesafe ilişkisi, kulağa korkunç geliyor.
Başını iki yana salladı.
- Amacım çöpçatanlık değil ama Jin iyi biri.
- O muhteşem biri.
Gülümsedi.
- Ondan etkileniyorsun?
Ayağa kalktım.
- Hayır, sadece sana katıldığımı belirttim. Arya hala gelmedi mi?
- Gelir birazdan.
Başımla onaylayıp yukarı çıktım. Bilgisayarı açtım. Yarın akşam vakti için olan bileti aldım. Çok bile kaldım burada. Yanacak kadar çok.
Yarına giyeceklerimi ayırıp bavulumu hazırladım. Arya birden içeri girdiğinde bavulun ağzını kapatıyordum.
- Neden topladın eşyalarını?
- Biletimi aldım. Yarın dönüyorum.
- Ne?! Dalga mı geçiyorsun!
- Dediğimi duydun Arya.
Bavulu kapının kenarına sürükleyip yatağa oturdum. Yanıma geldi.
- Jin'le ne oldu? Berbat görünüyordu, senin de ondan bir farkın yok.
Olanları kısa özet geçtim.
- Abla onun gibi birini kaçırmamalısın.
- Uyuyalım mı? Geç oldu.
- Saat on iki?
Nasıl on iki? Niye bana üçmüş gibi geliyor?
- Dondurma yemek istersen dolapta var. Jin de odasına çıkmadan bir kutu yanına aldı.
- Hasta olmaya niyetim yok.
Afra içeri girdiği gibi kendini yatağa attı.
- Duydum ki bu gece beraber uyumamız gerekiyormuş. Arya
- Kuşlar mı söyledi yoksa kapıyı mı dinledin?
- Kapıyı dinledim.
Arya kahkaha attı. Battaniyenin içine girdik. Gözlerimi kapatıp uyumayı denedim. Sadece denedim.
Kızlar çoktan uyumuştu. Saat üçü geçiyordu. İçimdeki yanma hissi gittikçe büyüdüğünden yataktan kalktım. Mutfağa inip üç bardak su içtim. İşe yarar belki.
Tekrar odaya çıktığımda cama yaklaşıp dışarıyı izledim. Hırsızlar hep bana denk geldiğinden bu sefer kontrol edeyim. Tam yatağa gidecektim ki bir çift gözle karşı karşıya geldim. Mutfağın camından elinde su bardağıyla bana bakıyordu. Baş selamı verip yatağa girdim. Kuzu sayacağım. Belki işe yarar.
*
Arya'nın ikimizi birden zorla uyandırmasından dolayı mutfakta gözü kapalı oturuyordum. Saat kaç? Arya
- Afra yesene işe geç kalacaksın!
- Yiyorum. Sen Eylül'e bak istersen.
- Eylül!
Gözlerimi aralayıp çatalı elime aldım. Saat altı gibi uyumuştum. Neden şimdi ayakta olmak zorundayım. Afra
- Çıkıyorum. Uçağın saat kaçta yetişmeye çalışacağım.
- Dokuzda.
- Anlaşıldı.
Arya'nın saçlarını öptükten sonra yanağımdan öpüp mutfaktan çıktı.
- Emin misin?
- Gitmekten bahsediyorsan, evet.
Yanma hissi boğazıma oturduğunda çatalı bıraktım. Nefes aldırmadığı gibi yemek de yedirmiyor! Arya bir şey söyleyeceği sırada kapı çaldı. Sandalyeden kalkıp içeri gitti. Mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. Üzerimi değiştirip pijamalarımı bavula yerleştirdim. Bavulu aşağı indirirken ne zaman yanıma geldiğini bilmediğim Tae yardım etti.
- Noona bir yere mi gidiyorsun?
- Geri dönüyorum.
Bavulu merdivenlerin sonuna bırakıp bana döndü.
- Haftaya gideceksin diye biliyorduk?
Kaşlarımı çattım.
- Size öyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum?
- Jin hyunga öyle söylemişsin.
Aramızda olup biteni hepsi biliyor mu?
- Erken dönmek istedim.
Gülümsedi.
- Anladım. Tekrar görüşürüz, dikkatli ol noona.
Gülümsedim.
- Kardeşime iyi bak.
- Bakacağımdan emin olabilirsin.
Gülümseyip sarıldı. Geri çekilip Arya'yı yanağından öptü.
- Gitmem lazım güzelim. Çocuklar bekliyor.
- Tamam sevgilim.
Tae gittiğinde salona geçtik.
- Dışarı çıkmak ister misin?
- Olur.
- Üzerimi değiştirip geliyorum.
Başımla onayladım. Nefes almam iyice zorlaştığında bahçeye çıktım. Arabalarının yanında hararetle konuşan Tae ve Jin'in bakışları beni bulduğunda salıncağa oturdum. Buraya bakmayı bir an önce bırakmaları gerekiyor. Arya montunu üzerine geçirmiş bir şekilde dışarı çıktı. Montumu ve çantamı uzattı.
- Hadi gidelim.
Montumu giyip peşinden ilerledim.
- Önce sinemaya gideriz! Sonra sana yemek ısmarlarım! Başka ne yapmak istersin?
- Ormana gidip yürümek.
- Ne?
- Sinemayı boşver. Yiyecek bir şey alalım, bisiklet kiralayalım ve ormana gidelim.
Koluma girdi.
- Pekala! O zaman önce bir şeyler alıyoruz. Ve hem bisiklet kiralayabileceğimiz hem de ormanda olacağımız bir yere gidiyoruz.
Gülümsedim. Markete girip bir kaç şey alıp çantalarımıza koyduk. Taksiye bindiğimizde Arya adama adresi verdi. Arkama yaslandım.
- Annemlere haber vermiş miydin?
- Babama mesaj attım.
Başıyla onayladı. Cebimde titreyen telefonumu elime aldım.
Kimden: Seok Jin
Haftaya döneceğini söylemiştin Eylül. Benim yüzümden erken dönmeni istemiyorum.
Telefonu geri cebime koydum. Onun yüzünden olmadığını söylersem yalan söylemiş olurum ama bu tüm meseleyi ona yıktığım anlamına gelir. Halbuki hepsi onun yüzünden değil. İçimde ona şans vermek için can atan tarafı göz ardı edemem. Her türlü yalan söylemiş olacağımdan cevap vermeme şıkkını değerlendiriyorum Jin, üzgünüm.
Taksiden inince Arya elimi tuttu.
- Bisiklet kiralayacağımız dükkan şurada.
Hızlı adımlarla dükkana girip kiraladığımız bisikletlerle ormanda ilerliyorduk. Sadece üç saat uyumama rağmen dinç hissetmeme sebep oluyordu.
- Yarışmak ister misin? Şuradaki çöp kovasına kadar.
Aklıma gelen anıyla dengem bozulmuş bisikletten düşmüştüm. Arya telaşla bisikletinden inip yanıma koştu.
- Abla! İyi misin?!
Yanıma çökmeden bisikleti üzerimden aldı.
- Ne oldu birden?!
- Bir şeyim yok.
Kalkmama yardım edip üzerimi silkeledi.
- Sana inanamıyorum. Sadece yarışalım demiştim ne diye bu kadar heyecan yaptın?
- Heyecanlanmadım!
- Sen onu külahıma anlat. Üstelemeyeceğim.
Bisiklete tekrar yerleşip sürmeye başladım.
- Çok konuşma da yarışına bak.
- Hey! Haksızlık bu!
Kahkaha attım.
- Ayakların çalışsın, ağzın değil.
Daha hızlı sürmeye başladım. Arya fazlasıyla arkamda kalmıştı. Çöp kovasının oraya geldiğimde durup onu bekledim. Gülüyordum. Nefes nefese yanıma vardığında kahkaha attım.
- Bu haksızlık!
Omuz silktim.
- Dinlendiysen sürmeye devam edebilir miyiz?
- Allah'ım ya! Dinlendim!
Önden sürmeye başladığında tekrar kahkaha attım. Telefonum titrediğinde cebimden çıkardım.
Kimden: Seok Jin
Gördüğünü biliyorum. Cevap vermemen önemli değil. Ama lütfen erken dönme, daha yeni yeni bu fikri kabul etmişken... Gitmeni istemiyorum.
Telefonun ekranına bakmaya devam ederken Arya'nın sesiyle kendime geldim.
- Hadisene Eylül! Ne yapıyorsun orada?
- Geldim.
Telefonu cebime koyup Arya'ya yetişmek adına hızlandım. Ormanın derinlerine indiğimizde bisikleti durdurdum.
- Burası güzel, yemek yiyelim.
Bisikletinden indi. Çantamdan çıkardığım örtüyü yere serdim. Aldığımız şeyleri örtünün üstüne koyup bağdaş kurdum. Çok soğuktu, kafamı toparlıyordu.
- Mesaj Jin'den miydi?
Şaşkınca ona döndüm.
- Efendim?
- Gelen mesaj Jin'dendi değil mi?
Başımla onaylayıp meyve suyundan büyük bir yudum aldım.
- Tae'yle nasıl gidiyor?
- İyi gidiyor.
- Güzel.
Yediğimiz yemeklerin çöplerini poşete koyup çöp kutusuna attım. Örtüye uzanıp gökyüzünü izlemeye başladım.
- Abla...
- Hm?
- Afra'nın kendine gelmesini istemem yanlış mı?
- Nasıl yani?
- Hayatı boyunca tek olmasını istemiyorum. Arkadaşımı mutlu görmek istiyorum. Gerçekten mutlu.
- Yanlış değil. Yine de buna sen karar veremezsin.
Başıyla onayladı. Birden uzandığı yerden kalktığında ona döndüm.
- Lunaparka gitmek ister misin? Biraz daha burada durursak buz keseceğiz çünkü.
Gülümseyip ayağa kalktım.
- Gidelim.
Örtüyü toplayıp çantama koydum. Bisikletlere binip geri döndük. Yerlerine bıraktığımız bisikletlerden sonra taksiye binip lunaparka gittik.
- Burası şirkete de yakın. Afra erken çıkabilirse onunla dönebiliriz.
Gişeden birkaç tane bilet alıp yanıma geri geldi.
- Hangisine binmek istersin?
- Hız trenine binelim.
- Rüzgar yemesek olmaz zaten.
Gülümseyip bileğinden tuttum.
- Hadi hadi yürü.
- Of Eylül ya! Niye dönme dolaba falan binmiyoruz sanki! Çarpışan arabalarda olur.
Biletlerimizi görevliye verip yerlerimize oturduk.
- Kalp krizinden ölürsem annemlere onları çok sevdiğimi söyle.
- Bir şey olmaz.
Makine çalışmaya başladığında Arya koluma yapıştı.
- Senin seçeceğin oyuncağın içine tüküreyim Eylül!
Gülümseyip ellerimi havaya kaldırdım. Kolumu çimdikledi.
- Bir de ellerini bırakıyor! Tut şuraya!
Ellerimi indirdim. Tren saniyelik ters dönüp tekrar düz gitmeye başladığında Arya'nın sesi kesilmişti.
- Arya iyi misin?
Ses gelmeyince ona döndüm. Gözleri kapalı duruyordu. Bayıldı mı?! Siktir! Kahkaha atmaya başladığımda gözlerini açtı.
- Ay! Yeter indirin beni! İNDİRİN BENİ LANET OLSUN!
Büyük bir kahkaha daha attığımda tren durdu. Arya'yı zor indirebilmiştim çünkü ayakları titriyordu.
- Bir daha seninle lunaparka gelenin...
- Şşt çok ayıp.
- Dönme dolaba bineceğiz.
Kolumdan sürükleyip dönme dolaba bindirdi. En tepeye çıktığımızda etrafa göz attım. Çok, güzel.
- Afra mesaj attı. Birazdan çıkacakmış.
- Saat beş oldu neredeyse bırak da çıksın.
Dönme dolap son turunu da atıp durduğunda indik.
- Çarpışan arabalara da binelim. Son biletimiz zaten.
- Tamam.
Çarpışan arabalara gittiğimizde küçük çocuklarla uğraşıp durduk. Hepsi mi gelip bize çarpar! Bırakın da bir sürelim!
- Hey bana bak! Biraz şu arkadaşa çarpsan da beni rahat bıraksan!
- Omma! Bu noona bana karışıyor!
- Seni küçük!
Arabamı onunkine çarptığımda ağlamaya başladı. Hadi ama iki saattir sende bana aynısını yapıyorsun! Genç bir kadın çocuğu kucağına alıp bana döndü.
- Bu yaşa gelmişsiniz hala lunaparka geliyorsunuz! Arya
- Hanım hanım! Lunaparka gelmenin yaşı yoktur bir kere! Yürü Eylül.
Kadına dil çıkartıp Arya'nın peşine takıldım. Lunaparktan çıkıp şirkete yürümeye başladık.
- Stüdyoda mı çekim yapıyorlar?
- Bugün dış çekim vardı. Şirketin oradan alacak bizi.
- Gelmesine daha var o zaman. Sana kahve ısmarlayayım.
Şirketin yakınlarındaki kafeye girdik. Siparişlerimizi verdik. Montumu çıkartıp sandalyenin arkasına astım.
Arya telefonuna gelen bildirimle yüzünde güller açmasıyla arkama yaslanıp onu izlemeye başladım.
- Tae'den mi?
- Hmhm.
- Belli oluyor zaten.
Kahvelerimizi getiren garsona teşekkür ettim.
- Aylin'ler ne yapıyormuş?
- Aynı şeyler. Deniz yeni kreasyon için çalışmalara başlamış.
- İyi iyi.
Kahvemden içip masaya geri bıraktım.
- Afra gelmiş.
- Buraya gelsin. Son günüm biraz daha vakit geçirelim.
Başıyla onaylayıp telefonuyla biraz daha ilgilendi. Masaya koyduğum telefonumun titremesiyle kahvemin üzerinde küçük dalgalar meydana geldi.
Kimden: Seok Jin
Biletin saat kaçta? En azından seni yolcu etmeme izin ver, lütfen.
Ne zaman kafasını uzattığını bilmediğim kardeşim bir anda telefonumu elimden aldı.
- Ne yapıyorsun?!
- En azından demiş adam, bırak da bunu yapsın.
Telefonuma uzandığımda geri çekti.
- Arya! Sakın söyleme! Gelmesini istemiyorum!
- Neden? Görünce vazgeçeceğinden mi korkuyorsun?
Suratına baka kalırken elimi geri çektim. Yerime tekrar oturdum.
- Pekala. Söyle.
Kaşları havaya kalktı.
- Bu bir çeşit ondan hoşlanmadığını kanıtlama hareketi mi?
- Nasıl anlamak istersen öyle.
Afra sandalyesini çekip oturduğunda gözleri ikimiz arasında gidip geldi.
- Neler oluyor? O bakışlar ne?
- Jin'e kaçta gideceğimi söylemek istiyor.
Afra telefonu Arya'dan alıp bana verdi.
- Söylememelisin Kızıl.
Somurtup kollarını birbirine bağladı.
- Neden hep kötü taraf ben oluyorum. Mutlu olmanızı istiyorum. Afra
- Kötü taraf olmuyorsun.
Yanına gelen garsona kahve istediğini söyleyip tekrar bize döndü.
- Ne yaptınız bugün?
- Dolaştık biraz.
- Tuna'ya haber verdim. İneceğin zaman havaalanında olacak.
- Tek de göndermez.
Tek kaşını kaldırdı.
- Ne zaman tek gönderdiğimi gördün? Arya
- Hiçbir zaman!
Hepimiz gülerken Afra'nın kahvesi geldi. Çoktan bitirdiğim bardağı ileri doğru ittim. Arkama yaslanıp camdan dışarıyı izlemeye başladım. Kara bulutlar gökyüzünü işgal ederlerken küçük su damlaları yere düşüyordu. Hiçbirimiz konuşmuyorduk. Son zamanlarda hep sessizdik. Özellikle Afra. Sessiz olmasının yanında kafasını meşgul eden birçok şey var. Ne kadar fark ettirmese de ilaç aldığını görüyordum. Antidepresan ilaçlarından.
Kullanmayı bırakalı çok olmuştu aslında. Kutuyu kontrol ettiğimde yeni almış olduğunu anladım. Neredeyse ağzına kadar doluydu çünkü. O ne kadar kabul etmese de Arya haklı. Jungkook'tan etkileniyor. Hatta yakında büyük bir hoşlantıya dönüşeceğine eminim. Kafasında o kadar düşünüyor ki, yorgun düşüyor. Nefret ettiği ilaca tekrar başlayacak kadar yorgun düşüyor. Afra
- Kalkalım saat yediye geliyor. Anca yetişiriz.
Montumu giydikten sonra kasaya ilerledim. Kahvelerin parasını ödedim. Çıkışa giderken kızlar peşime takılmıştı. Arabaya yerleştiğimizde eve doğru sürmeye başladı.
*
Arabadan inip eve doğru yürürken Jin'in seslenmesiyle adımlarımı hızlandırdım.
- Eylül! Eylül bekle!
Kapıyı açıp eve girdiğim gibi yukarıya çıktım. Kurtulduğumu sanırken sesi daha çok yaklaşınca odaya girip kapıyı kilitledim. Gelme gelme gelme! Kapıyı çaldı.
- Eylül, kapıyı aç. Konuşalım lütfen.
- Jin git, lütfen.
- Bak, gitmeni istemiyorum. Tamam mı?
Cevap vermedim. Sadece gitmesini istiyorum. Afra'nın sesi kulaklarıma ulaştığında içim rahatladı.
- Jin, onu rahat bırakmalısın. Sen böyle yaptıkça daha da kötü hissediyor.
- Ama, Afra... Ama... Pekala.
İç çektiğini duydum. Boğazımdaki yanma hissi büyüdü.
- Hoşçakal Eylül. Seni seviyorum.
Gözlerim kocaman olurken bir kaç adım geriledim. Dış kapının sesi duyulduğunda yatağa oturdum. Arya
- Abla kapıyı aç. Afra
- Eylül, gitti.
Şu an kapıyı açamam! Neden ağladığımı kendim bile anlamazken size nasıl açıklayabilirim! Afra
- Tamam şöyle yapalım o zaman. Sen biraz dinlen. Yarım saat sonra çıkarız.
Hıçkırıklarımı duymamaları için elimle ağzımı kapattım.
Sakinleş Eylül, sakinleş. Lütfen sakinleş.
*
Arya'nın seslenmesiyle odadan çıkıp elimi yüzümü yıkadım. Yüzüme renk gelmesi için biraz makyaj yapıp aşağı indim. Afra
- Çıkmamız gerek Gamzeli yoksa uçağı kaçırırsın.
Başımla onaylayıp ayakkabılarımı giydim. Arya yanağımdan öptükten sonra elimi tuttu.
- Her şey iyi olacak. Merak etme.
Gülümsedim. Afra bavulu bagaja yerleştirirken yan evin kapı sesi yankılandı sokakta. Çocuklar yanımıza geldiler. Jin yoktu.
Jimin de dahil hepsi sarıldı.
- Ne kadar ilk tanışmamız kötü olsa da seviyorum seni noona.
Kahkaha attım.
- Ben seni hala sevmiyorum velet.
Yüzü düşerken kaşları çatıldı.
- Aişh! Söyleyende kabahat zaten!
Daha çok gülerken saçlarını karıştırdım. Jungkook
- Kendine iyi bak noona.
- Sizde. Hoseok
- Dikkatli git! Tae
- Kardeşini merak etme noona.
Gülümsedim. Afra
- Beyler yetişmemiz gereken bir uçak var. Namjoon
- Bu kadar yeter o halde. Görüşürüz Eylül, yine gel.
Gülümseyip arabaya yerleştiğimizde el salladım. Afra hızla havaalanına sürmeye başladı. Gözlerimi kapatıp arkama yaslandım.
*
Kızlarla son kez sarıldık. Afra'ya güçlü olması gerektiğini fısıldayıp geri çekildim. Arya'ya da tekrar sıkıca sarıldıktan sonra yanlarından ayrıldım. Uçağa binip koltuğumu bulduğum gibi oturdum. Kulaklıklarımı takıp gözlerimi kapattım.
Arya bir konuda daha haklı. Jin'den etkileniyorum. Zaten bu konularda yanıldığı hiç görülmedi. Sadece kendimi kandırıyordum. Kalbim acıyordu. Ama geçeceğini biliyorum. Tek ihtiyacım olan, zaman.
Afra'dan
Koltuğa kendimi atıp ayaklarımı uzattım. Eve gelene kadar hiç ağzını açmayan Arya yanıma oturup başını omzuma koydu.
- Ağladı.
Konuşurken sesi titremişti.
- Biliyorum.
- Ondan hoşlanıyor.
- Biliyorum.
- Kötü hissediyorum.
- Biliyorum.
Kafasını kaldırıp yüzüme baktı.
- Neden ilacı kullanmaya tekrar başladın?
Kaşlarımı çattım. İlaç kullandığımı söylememiştim.
- Aç mısın? Ben çok acıktım bir şeyler yiyelim. Önce üstümü değiştireceğim.
Yukarı çıktım. Kısa duş alıp pijamalarımı giydim. Çantamdaki ilacı elime aldım. Saklamalıyım. İlacı görürse panik olacağını biliyorum.
Masamın altına ittiğim bordo kutu aklıma gelince sandalyemi kenara itip kutuyu dışarı çektim. Çizdiğim her şeyi bu kutuya koyuyorum. Arya ve başka biri görmesin diye masanın en dibine iterdim. Kafamı boşaltmak adına çizdiğim şeyler bazen iyi şeyler olmuyordu. Geçen gün Jungkook'u çizmiştim. Olur da kutu görünürse diye çizimi en alta koymuştum. İlacı kutuya koyup kapağını kapattım. Yerine yerleştirip sandalyeyi çektim.
Saçlarımı tarayıp aşağı indim. Yemek kokusu tüm evi sarmalamıştı. Tezgahta bir şeylerle uğraşan Kızıl'ın yanına gittim.
- Yardım lazım mı?
- Bitti zaten. İlaç kullanıyorsun değil mi?
- Arya, kullanmıyorum.
Güldü.
- Neden böyle olmak zorundasın ki? Afra senin arkadaşınım. Senin yanında olmaya hakkım var, bu hakkı elimden alamazsın.
- Arkadaşım olmadığını söylemedim Kızılcık Marmelatı. Hep yanımdasın zaten.
- Cidden bir gün seni boğacağım.
Gülümsedim. Masaya tabakları yerleştirdim. İçecekleri de koyduğumda kapı çalmıştı. Kapıyı açıp karşımda olan bedeni inceledim. Tae
- Müsait misiniz?
Kapıyı iyice açıp başımla geçmesini işaret ettim.
- Mutfakta.
Gülerek mutfağa gittiğinde gelen kırılma sesiyle başımı iki yana salladım. Çocuk yüzünden evde sürekli bir şeyler eksiliyordu. Mutfağa girip yerdeki kırıkları toplayan ikiliye baktım.
- Tae evde eksilen eşyaların faturasını göndereceğim haberin olsun.
Masaya bir tabak daha koydum. Arya yemekleri dağıtırken Tae onu gülerek izliyordu. Birbirlerini sevmeleri nasıl bir şey acaba? Her neyse. Yemeğimi yerken bir yandan da birbirine bakarak gülüşen çifti izliyordum.
- Yemek yiyorum burada! Şöyle şeyler yapmayın ikinizi de döverim.
Önlerine döndüklerinde yemeğimi bitirip masadan kalktım.
- Kahve içecek olan var mı?
Cevap gelmeyince onlara döndüm. Arya kafasını eline yaslamış onu izlerken Tae saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Hey Allah'ım ya. Kahvemi alıp mutfaktan çıktım. Odama girip koltuğa oturdum. Kullandığım ilaç bir yana çekimler yüzünden iyice uykum geliyordu. Masama doğru ilerleyip camdan dışarı baktım. Doğum günüm yaklaşıyordu. Annemi kaybettiğim gün yaklaşıyordu. Kalbim sıkıştığında kahveyi masaya bıraktım. Nefesim daralıyordu. Sakin ol Afra, sakin ol. Dolan gözlerimi sildim. Kutuya koyduğum ilacı alıp bir tane ağzıma attım. Suyumla beraber mideme gönderdiğimde gözlerimi kapattım. Her sene olduğu gibi annemi görmeye gideceğim. Yine kimsenin yanına uğramadan. Sessizce gidip, sessizce döneceğim.
Arya'dan
Telefonuma gelen bildirimle elime aldım.
- Kimden güzelim?
- Şirketten yarın önemli bir toplantı varmış.
Mesajı okurken gördüğüm cümleyle gözlerimi büyülttüm.
- Voah hem de Türkiye'den!
Tae gülerek saçlarımı öptü. Telefonu cebime koyup tabakları makineye yerleştirdim.
- Çekimler nasıl gidiyor?
- İyi. Senin neyin var? Eylül noona gittiği için mi böylesin?
Makineyi çalıştırıp ısınan suyu kahve bardaklarına boşalttım.
- Afra'nın doğum günü yaklaşıyor.
Kahkaha atıp tezgaha yaslandı.
- Ne var bunda sevgilim? Alacak hediye mi bulamadın yoksa?
Başımı iki yana salladım.
- Afra doğum gününü kutlamaz.
Kaşlarını çattı.
- Neden?
- Annesinin öldüğü gün aynı zamanda.
Kaşları havalandı.
- Tanrım...
Belimden kendine çekip alnıma uzun bir öpücük kondurdu.
- Üzülme sevgilim. Yanında olman yetecektir.
- Yanında olmama izin vermiyor ki.
Gülümseyip yanaklarımı avuçları içine aldı. Burnunu burnuma sürtüp geri çekildi.
- İzin almana gerek yok ki.
Gülümsedim. Dudağımın kenarından öptü. Donup kalırken geri çekildi. Kahve bardaklarını eline aldı.
- Hadi salona gidelim.
Başımla onaylayıp peşinden gittim. Bu adam kalbime zarar. Koltuğa yerleşince bir kolunu omzuma attı. Kahvemi içerken sessizliği bozmuştu.
- Evleneceğim seninle.
Kahve boğazımda kalırken öksürüklere boğuldum. Sırtıma vururken gülüyordu.
- K.komik mi?!
- En çok utangaç olmanı seviyorum.
- Tae susar mısın?!
Ağzına fermuar çekip kahvesini içmeye başladı. Cidden bana kafayı yedirtecek!
- Jin nasıl?
- Odasından çıkmamak konusunda ısrarcı. Yemek yapmak için bile aşağı inmedi.
Cevap vermedim. Eylül'ün de ondan farksız olduğunu söyleyemedim. Eylül'ün de ondan hoşlandığını söyleyemedim.
- Neden bizim gibi olamıyorlar Tae?
- Bilmiyorum.
Salon tekrar sessizliğe gömülürken bana döndüğünü hissettim.
- Teşekkür ederim.
Kaşlarımı çattım.
- Ne için?
- Sevgilim olduğun için.
Gülümsedim. Yanağımdan öpüp kahvesini içmeye devam etti. Kalbimi geçtim, ruhuma bile zararsın Taehyung.
*
Tae gittikten sonra odama çıkıp yarın giyeceklerimi ayarladım. Afra'nın kapısını çaldım. Ses gelmeyince içeri girdim. Uyuyordu. Kahvesini bile içmemişti. Üzerini örttüm.
Pijamalarımı giyip yatağa girdim. Tek uyumak istemiyorum. Yataktan çıktığım gibi Afra'nın odasına girip yanına yattım. Kolumu beline sarıp gözlerimi kapattım. Böyle, daha iyi.
*
Üzerimi değiştirip aşağı indim. Afra gevrek yiyordu.
- Düzgün kahvaltı yapsana!
Kafasını kaldırıp bana baktığında ıslık çaldı.
- Ateş saçıyorsun.
Gülümsedim. İkimize tost yapıp onunkini önüne koydum. Dolaptan meyve suyu çıkartıp bardaklara doldurdum.
- Şirket yolunun üstüyse beni bırakır mısın?
- Bırakırım.
Masaya oturup tostu yemeye başladım. Tostunu bitirip masadan kalktı.
- Üzerimi giyip geliyorum.
Başımla onayladığımda mutfaktan çıktı. Bir şey söylemediğine göre daha bilet almamış. Yediklerimizi kaldırıp masayı sildim. Afra koşarak aşağı indi. Montunu üzerine geçirip bana döndü.
- Hadi çıkalım.
Kabanımı ve ayakkabılarımı giydim. Arabaya bindik. Kemerimi takıp ona döndüm.
- Ne soracaksın Kızılcık Marmelatı?
Derin bir nefes aldım.
- Biletini aldın mı?
Gülümsedi.
- Daha değil.
Önüme döndüm. Gülümsüyordu ama sahte olduğunu biliyordum. Beni kandıramazsın Afra. Şirkete gelince durdu.
- Heyecan yapma Kızıl.
- Gelecek adam Türk zaten.
Kahkaha attı.
- İyi bari. Görüşürüz.
Arabadan inip el salladım. Gittiğinde şirkete koşar adımlarla girip toplantı odasına girdim. Si Hyuk Beyin yanına yerleştim.
- Hoşgeldin Arya.
- Merhaba efendim. Nasılsınız?
- İyiyim, sen nasılsın? Hazır mısın?
- Hazırım efendim.
Kapı açıldığında ikimiz de ayağa kalktık. İçeri giren bedenle gülüşüm yarı da kesilmiş gözlerim şokun etkisiyle büyümüştü. Bu adamın burada ne işi var?
~•~•~•~
Selam!
Oylarınızı ve yorumlarınızı esirgemeyin.
Seviliyorsunuz. 🖤

Dip not: Hazır mısınız?

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin