63. Bölüm

112 12 19
                                    

Medya; Afra & Jeongguk
~•~•~•~
Bembeyaz sonu olmayan bir yerde duruyordum. Üzerimde beyaz, yere kadar uzanan bir elbise vardı. Bilincimi yitirdiğim zaman yüzüme yayılmış olan kan ise yok olmuştu. Ellerimdeki kesikler de öyle. Kendimi incelemeyi bir kenara bırakıp karşımdaki kadına döndüm. Hiç değişmemişti, beni bıraktığı gibiydi. Nasıl hatırlıyorsam öyle. Bazen unuttuğum ve kendimi suçlu hissettiğim gözlerini şimdi net bir şekilde görebiliyordum.

Koyu yeşil gözleri ışıl ışıldı. Dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı. "Anne," deyiverdim birden. Hiçbir şey söylemeden sadece yüzüme baktı. "Neden hâlâ buradayız? Neden hâlâ gitmedik?" annem azarlamaya hazırlanıyormuş gibi bir surat ifadesi takındı.

"Sen benimle gelmeyeceksin Afra." şaşırmıştım. Zaten ölmemiş miydim? Neden yine yalnız kalıyordum?

"Niye seninle gelemiyorum? Seninle gelmek istiyorum anne, lütfen elimi bırakma. Bu sefer olmaz! Tekrar seni kaybedemem!"

Elimi okşadı. "Hayır meleğim, benimle gelmeyeceksin. Çok gençsin Afra, dışarıda seni bekleyenler var. Kızımın önünde uzun yıllar var. Hem sen dememiş miydin, o çocuğu bırakmak istemiyorum diyen?" gözlerim dolup taştı.

"Evet, dedim. Ama seni de bırakmak istemiyorum anne. Çok yorgunum, çok yoruldum artık. Seni çok özlüyorum. Şimdi buradasın, elimi tutuyor bana gülümsüyorsun. Bunu kaybetmek istemiyorum." gülümsedi. Artık saçlarımı okşuyordu.

"Hiçbir zaman kaybetmedin ki meleğim. Ben hep yanındaydım. Geceleri de gündüzleri de hep yanındaydım. Çok güzel büyüdün Afra. Kocaman oldun. Bu kadar gençken seni götürmek istemiyorum. Kızım sonunda zincirlerini kırıp tatlı bir çocuk buldu, devamında neler olacağını bilmek istiyorum." derin bir nefes aldım.

"Seni bırakmak istemiyorum!" ona sarıldım. Hıçkırarak ağlıyordum. Annemi bırakmak istemiyorum ki ben! Neden her zaman diğerlerini düşünmek zorundayım?! Bir kere kendimi düşünsem olmaz mı?

"Şşt... Ne söylediğimizi unuttun mu? Göz yaşları inci taneleri kadar değerlidir, boşuna harcamamalısın." kendimi zoraki susturup geri çekildim. Göz yaşlarımı silip saçlarıma öpücük bıraktı. "Söz veriyorum, yanında olmaya devam edeceğim." elini bıraktım.

"En son söz verdiğinde tutmamıştın. Sözlerine güvenebileceğimi sanmıyorum." bir iki adım uzaklaştım. "Özür dilerim meleğim. Ama bu sözümü tutacağım, yemin ederim. Şimdi sana son kez sarılmama izin ver." derin bir nefes alıp başımla onayladım. Sıkıca birbirimize sarıldık.

Hatta o kadar sıkıydı ki nefesim daraldı. Gözlerim kararırken ve annem saçlarıma öpücükler bırakırken şunu söylediğini duyabilmiştim.

"Güzelce yaşa kar tanem. Annen seni çok seviyor."
. . .
. .
.

Birden gözlerimi açtığımda ve derin bir nefes aldığımda burnuma dolan hastane kokusuyla irkildim fakat beni asıl korkutan ağzımın kenarında olan fazlalıktı. Elimle birkaç defa dokunup ne olduğunu anlamaya çalıştım ancak sonra pes edip yavaşça çıkartıp kenara bıraktım.

Yerimde en yavaş hareketlerle doğruldum. Bedenimde amansız bir ağrı geziyordu. Başımdan bahsetmiyorum bile. Etrafa kısaca göz attım, her şey o kadar yabancı geliyordu ki... Sıradan bir hastane odasıydı. Kenarda siyah bir koltuk, üzerinde öylece bırakılmış bir hırka vardı. Yanılmıyorsam Eylül'ündü.

İşte, buradaydım. Gelmiştim. Annem tekrar ellerimin arasından kayıp gitmişti ancak bu sefer kaybetmiş gibi hissetmiyordum. Rahatlamış bile olabilirdim. Yanımda olduğunu biliyordum.

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin