22. Bölüm

618 49 9
                                    

Medya: Arya Ateş
~•~•~•~
Toplantı bitimine kadar geçen sürede ellerimin titremesini bir türlü durduramamıştım. Bang PD fark ettiğinde arada sırada gözleri bana kayıyor iyi misin dermiş gibi bakıyordu. Gülümseyerek karşılık versem de karşımda o oturuyorken nasıl iyi olabilirim bilmiyorum.
Harun Yıldırım tüm rahatlığıyla karşımda otururken ben gerginlikten ölüyordum. Sonunda toplantı bittiğinde misafiri uğurlamak adına aşağı kadar indik. Selam verip hızlı adımlarla şirketin kapısına ilerlemeye başladım.
Toplantıda bir hafta daha burada olduğunu söylemişti! Afra onu görebilir. Ne yapacağım?!
- Arya!
Bana seslendiğinde olduğum yere çakılı kaldım. Dalga mı geçiyor? Önüme geçtiğinde gülümsedi. Utanmaz herif.
- Çok büyümüşsün.
Cevap vermeden yüzüne bakmaya devam ettim.
- Afra, nasıl?
Sinirden yüz kaslarımın gerildiğini hissettim.
- Onun adını ağzına alma.
- Onunla görüşmem gerek. Önemli bir konu var.
- Sakın ona görüneyim deme. Seni mahvederim.
Gülümsedi.
- Ona benzemeye başlamışsın.
- Kapat çeneni. İşini yap ve defol. Onu da rahat bırak.
Yanından geçip yürümeye devam ettim. Şaka olmalıydı. Saçma sapan bir rüya görüyor olmalıyım. Taksiye bindim. Ne yapacağım? Afra'ya söylemem! Söylersem... Söylersem tekrar yıkılır diye korkuyorum. Ahh ne yapmam gerekiyor!
*
Salona geçip içeriyi kontrol ettim. Daha gelmemiş. Odama çıkıp üzerimi değiştirdim. Onu görmemesi için ne yapabilirim? Belki de Türkiye'ye erken gitmesi için ikna etmeliyim. Böylece onu görmemiş olur. Tuna'yı aradım.
- Efendim Uyuz.
- Tuna çok büyük bir problemimiz var.
Konuşurken sesimin titremesine engel olamamıştım.
- Hey hey sakin ol. Neler oluyor?
Derin bir nefes aldım.
- Tuna o burada. A.afra onu görecek. Her şey başa saracak. Nasıl tekrar toparlayacağız onu?!
- Kim? Arya anlamıyorum düzgün anlat şunu.
- Harun, burada.
- Ne?! Ne demek orada? Ne işi var o herifin orada?!
Koltuğa oturdum. Bacaklarım sallanıyordu.
- Çalıştığımız şirketle iş birliği içindeler. Afra'yı sordu. Görüşmek istiyormuş.
Karşı taraftan sinir dolu bir kahkaha yükseldi.
- Sıçırmasın görüşmesine. Oraya geliyorum.
- Hayır hayır! Sen buraya gelirsen onu erken gönderemem! Bir yolunu bulup erken Türkiye'ye gitmesini sağlamamız gerekiyor.
- Tamam. Tamam, hemen bir yalan uydurmalıyız. Afra'yı tekrar öyle görmek istemiyorum.
Görmeyeceğini bilsem bile kafamı aşağı yukarı hareket ettirdim. Oturduğum yerden kalkıp salonda dolaşmaya başladım.
- Ne diyebiliriz? Kötü olduğunu söylersek endişelenir. Annemlere mi söylesek?
- Olmaz. Can amca telaş yapar. Yeliz teyze de ağzından kaçırabilir.
- Evet, doğru. Şey mi yapsak... Teyzesiyle mi konuşsak?
- Onlarla görüşmüyor Arya.
- Ne yapacağız o zaman?!
- Düşüneceğim. Kapatalım şimdi. Eylül'e de sorarım, beraber karar veririz. Tamam mı? Telaş yapma güzellik halledeceğiz.
- Tamam... Tuna korkuyorum. Çıkamadığı karanlığa yine girmesini istemiyorum.
- Merak etme. Halledeceğiz. Sen ona göz kulak ol yeter.
- Olurum.
- Kapatıyorum.
- Görüşürüz.
Telefonu koltuğa fırlatıp mutfağa geçtim. Yemek yapmalıyım. Kafamı dağıtırım.
Afra'dan
MV çekimleri tamamen bittiğinde büyük bir alkış kopmuştu. Dae yanıma yaklaşıp koluma girdi. Çocuklar eğilerek teşekkür ettiler. Sabahtan beri Jin'in solgun yüzünü inceliyordum. Buna rağmen gülümsüyor. So Young
- Şuraları toparlamaya başlasak iyi olur.
Dae'yle beraber So Young ve Yoora'nın yanına gittik. Etrafı toparlamaya başlarken Haneul tepemde belirdi. Yine ne isteyecek kim bilir. Başımı kaldırıp ona baktım. Hala konuşmuyor.
- Bir sorun mu var Haneul Hanım?
- İşin var mı?
Yüzüne boş boş bakmaya devam ettiğim sırada nefes verdi.
- Duyuyor musun? İşin var mı diyorum.
- Hayır. Neden sordunuz?
- Kahve ısmarlayacağım.
Kaşlarım havalandı. Bugün kahve içmemişti. Açılamadı herhalde.
- Fotoğraf çekiminde istediğim kahvenin parasını ödemişsin. İşler bitmişken borcumu ödeyeyim daha sonra vakit bulamayabilirim.
Başımı iki yana salladım.
- Borcunuz yok içiniz rahat olsun.
İşime devam ettim. Başımda dikilmeye devam ediyordu. Cidden...
- Benimle içmek istemiyorsan alıp çıkarız. Bekle beni.
Arkasından kaşlarım çatmış bir şekilde bakıyordum. Melek mi kesildi başıma şimdi de. Yoora
- Aman Tanrım! Resmen sana kahve ısmarlayacak! Duygulandım.
Şokla ona döndüğümde So Young kahkaha atmaya başladı. Dae
- İçine falan bir şey atmasın?
- Saçmala Dae.
Kendi masamın üzerini temizleyip arkamı döndüm. Çocuklar kendi çaplarında eğlenmeye devam ediyorlardı. Gülümsedim. Jungkook'la göz göze gelince silkelenip önüme döndüm. Kafayı yiyor olmalıyım. Haneul'ün seslenmesiyle kabanımı ve çantamı aldım. Kızlara el sallayıp yanına gittim.
- Arabanla gelmiştin değil mi?
Başımla onayladım.
- Şirketin oradaki kafeye gitsek olur mu? Şirkette bir işim var hemen oraya geçerim.
- Dediğim gibi borçlu hissetmenize gerek yok. Kahve almak zorunda değilsiniz.
- Orada buluşuyoruz o zaman.
Arabasına bindiğinde kendi arabama yerleşip sürmeye başladım.
*
Kahvelerimizi koyan garsona teşekkür edip Haneul'e döndüm. Tam karşımda oturuyordu.
- Neden böylesin sen?
Arkasına yaslanıp kahvesini eline alırken yönelttiği soruyla kaşlarımı çattım.
- Ne demek istiyorsunuz?
- Niye işlerime burnunu sokarken birazcık bile korkmuyorsun. Seni kovdurabilirim.
Kahvemden büyük bir yudum alıp onun gibi arkama yaslandım.
- Korkmam gereken biri değilsiniz. Dediğiniz gibi sadece beni kovdurabilirsiniz.
Kaşları havalanırken kahkaha attı.
- Tanrım... İlk defa senin gibi biriyle karşılaşıyorum. Yine de işlerime burnunu sokma yeni kız.
Cevap vermedim. Kahvesini yudumlarken gözleri üzerimden ayrılmıyordu. Böyle yaptıkça sapığa benzediğinin farkında değil mi? Komik gözüküyor. Kahvelerimiz bitene kadar ikimiz de ağzımızı açmamıştık. Hesabı isteyip kalktık. Arabama bineceğim sırada sesi duyuldu.
- Bir daha kahve almanı istediğimde cebinden ödeme yoksa benimle kahve içmek zorunda kalırsın.
Başımla onaylayıp arabama bindim. Eve doğru sürerken durumu garipsemeye devam ediyordum. Haneul gerçekte böyle biri miydi yoksa şirket ortamında davrandığı gibi biri mi?
*
İçeri girdiğimde burnuma dolan güzel kokularla mutfağa koşturdum. Masanın üzerinde bir sürü şey vardı. Tatlılar, kekler, börekler.
- Tatlı krizine mi girdin Kızıl bunlar ne?
Tatlılardan birini elime alıp yemeye başladım.
- Canım istedi. Güzel mi?
- Güzel.
Yemeye devam ederken yanına gidip tezgaha yaslandım. Gergindi. O kadar gergindi ki bir şeylerle uğraşmak için yemekler yapmıştı ve yapmaya devam ediyordu.
- Toplatıda bir şey mi oldu?
Havucu rendeleyen eli saliselik durup tekrar işine devam etti.
- Hayır. Ne alakası var?
- Arya, neler oluyor?
- Bir şey yok dedim ya! Biz bu kadar şeyi yiyemeyeceğiz çocukları çağırsam sorun olur mu?
Omuz silktim.
- Biraz daha sömürdükten sonra arayabilirsin. Onlar gelince giderim.
- Nereye?! Çıkma dışarı!
Tek kaşımı kaldırdım. Yüz ifademi görünce daha da gerildiğini önlüğünü elleri arasına alınca anladım.
- Tehlikelidir demeye çalışıyorum.
- Arya ne olduğunu söylesene. Deli etme beni.
Rendelediği havucu kabın içine boşaltıp bana döndü.
- Bir şey olmadı sadece Eylül kafama takıldı o kadar.
Yanağından makas aldım.
- Meraklanma. Eylül'den bahsediyoruz halleder o.
Başıyla onaylayıp gülümsedi. Bitirdiğim tabağı makineye yerleştirip yeni bir tane daha aldım. Pastane açsak iyi para kazanırız.
- Satalım bunları.
Kahkaha atarken elindeki bıçağı düşürdü. Ayağa fırlayıp yanına gittim.
- Aptal! Dikkat etsene!
Bıçağı aldım.
- İyi misin? Bir şey oldu mu?
- İyiyim iyiyim.
Kolundan tutup sandalyeye oturttum.
- Yeter bu kadar. Çocukları mı çağırıyorsun ne yapıyorsan yap.
Etrafı toparlarken oturmaya devam etti. Eylül için endişelenmemesi gerektiğini daha ne kadar söyleyeceğim. Ağladığını biliyorum ama bu kötü olduğu anlamına gelmez. Herkes ağlamaya ihtiyaç duyar zaman zaman. Zilin bütün evi inletmesiyle Arya mutfaktan çıktı.
Çocuklar içeri girerken ellerimi yıkayıp mutfaktan çıktım. Jin gelmemiş. Baş selamı verip yukarı çıktım. Kutudan ilacımı çıkartıp içtim. Kaçta gideceklerini bilmiyorum. Kaçta geleceğimi de kestiremediğimden rahat olmak için siyah eşofman takımımı giyip saçlarımı topladım. Merdivenlerden hızlıca inerken bütün gözler bana dönmüştü. Jimin
- Nereye gidiyorsun asi komşum? Geç oldu.
- Biraz hava alacağım. Size iyi eğlenceler.
Montumu ve spor ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Arabama doğru ilerlerken iç sesim beni bozguna uğratmıştı.
Ya sadece onun seni unutması için kaçmıyorsan?
Jungkook'tan
Dış kapı kapandığında içimde oluşan boşluğu tarif edecek herhangi bir kelime yoktu. Ama o an Yoongi hyungun kapıyı işaret etmesiyle sabahki konuşmamız aklıma geldi.
Flashback
Herkes hazırlanırken uyumadığım için  erkenden hazırlanmıştım. Tanrı aşkına bana öyle bakıyordu ki! Gözlerinde o kadar parıldayan şey görüyordum ki! Biliyorum işte! Hoşlanıyor olmasa bile benden etkileniyor. Bunu biliyor olsamda benden kaçmasını nasıl önleyeceğimi bilmiyorum.
Salona indiğimde tabletiyle uğraşan Yoongi hyungu görmeyi beklemiyordum. Pekala, ona soracağım.
Koltuğa ,yanına, oturup yüzüne bakmaya başladım. Ama tabletinden kafasını kaldırmayacağını biliyordum.
- Hyung, sana bir şey sormam gerekiyor.
Kafasını kaldırmadan:
- Afra'yla mı ilgili?
- Hmhm.
- Öp onu.
Duyduğum cümleyle nutkum tutulurken zoraki cevap verebilmiştim.
- E.efendim?
- Dediğimi duydun. Öp onu.
- A.ama hyung... Yapamam ki.
Omuz silkti.
- Eğer bir şeylerin başlamasını istiyorsan zararına oynamalısın. Kazanamayacağın ne malum?
Tabletinden ayrılmayan bakışlarıyla söylediği cümleler yüzüme soğuk rüzgâr çarpmış gibi ürpertmişti. Ağzımın içinde geveleyerek söylediğim "Teşekkür ederim." sözünden sonra diğerleri de aşağı inmişti. Arabaya yerleştiğinizden gözlerimi kapatıp arkama yaslandım. Tanrım... Gerçekten riske girmeli miyim?
Flashback and
Bu riske gireceğim. Girmeliyim! Birden ayağa kalktığımda herkes şokla bana döndü. Yoongi hyung hariç. Daha çok güven vermek istercesine gülüyordu.
- Ben... Ben Afra'nın yanına gidiyorum.
Yoongi hyung cebinden çıkardığı arabanın anahtarlarını attı. Gülümseyip, koşarak evden çıktım. Arabanın karşısında öylece durmuş etrafı izliyordu. Yanına gideceğim sırada arabanın kilitlerini açtığında arabamıza koştum.
Afra'yı takip edeceğim. Her nereye gidiyorsa bu akşam bu işi halledeceğim.
*
Arabasını durdurduğunda etrafı inceledim. Neden böyle bir yere geliyor ki! Dağın başında ne işi olabilir! İnip ileri doğru gittiğinde bende indim. Onu takip ettiğimi fark etmemişti. Halbuki tam arkasından geliyordum. O kadar dalgındı ki önünü göremiyordu.
Arkasından yetişip kolundan tuttum. Yerinden sıçrayıp kocaman olmuş gözleriyle bana baktı.
- Korkuttum mu? Üzgünüm.
Kaşlarını çattı.
- Burada ne işin var?
- Konuşmaya geldim.
Anlamamış gibi yüzüme bakıyordu.
- Artık benden kaçmanı istemiyorum.
- Jungkook senin için yapıyo-...
- Kaçman bana iyi gelmiyor! Seni daha çok yanımda istememe sebep oluyor!
Kaşları havalandı.
- Yakalarsam bırakmayacağımı söylemiştim, hatırlıyor musun?
Belinden tutup kendime çektiğim gibi dudaklarımı dudaklarıyla buluşturdum.
Bir elim belinden tutuyorken diğer elim yanağını okşuyordu. Deli gibi öperken hiçbir tepki vermiyordu. Karşılık vermesini elbette beklemiyordum ama itmiyordu da. Bir şeyler ters gidiyordu.
Geri çekildim. Alnımı alnına yaslayıp derin soluklarımın düzene girmesini bekledim.
- Ve, yakaladım.
Gözleri kocaman olmuş bir şekilde bana bakıyordu. Bir iki adım geriledi. Artık yüzüme bakmıyordu.
- B.böyle bir şey olmadı. Bunu yapmadın.
Gideceği sıra kolunu tutacaktım ki geri çekti.
- Afra...
- S.sus lütfen.
Arabasına bindiği gibi gitti. Ben ise ağacın altına oturup etrafı izlemeye başladım. Parmaklarım dudaklarıma gitti. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ama bu kırıldığı gerçeğini değiştirmeye yetmeyecekti.
Afra'dan
Beni öptü. Şaka olmalı. Rüya görüyor olmalıyım. İlaçların yan etkisiyle hayal kuruyor olmalıyım. Öyleyse dudaklarımdaki sızmalama da neyin nesi?
Titreyen ellerimi direksiyona sıkıca sardım. Dikkatini yola ver. Dikkatini yola vermek zorundasın. Kırmızı ışığı son anda fark ettiğimde frene bastım. Camı açıp derin nefesler almaya başladım. Sakin olmalıyım. Şu an sakin olup eve gitmeliyim.
Ne yapacağım?! Kalbim neden normalden daha hızlı atıyor?! Hormonlar. Evet kesinlikle hormonlar. Sonuçta ilk öpücüğümdü ondan kaynaklanıyor olmalı! Lütfen, onun yüzünden olsun.
Arkadan gelen korna sesiyle gaza bastım. Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol lanet olsun! Birden arabanın önüne çıkan bedenle aniden frene bastım. Başım sert bir şekilde direksiyona çarparken ,muhtemelen, kaşımdan akan kan umurumda bile değildi. Birine mi çarptım?! Arabadan indiğim gibi öndeki bedenin yanına ilerledim. Korkudan iki büklüm olmuş yerde oturan kızın yanına çöktüm. Liseye gidiyor olmalıydı.
- İyi misin? Yaralandın mı? Hastaneye gitmek ister misin?
Omzuna dokunduğumda birden ağlamaya başladı.
- Ağrıyor mu?
Başını iki yana salladı. Saçlarını okşayıp kafasını kaldırmasını salladım.
- Çok özür dilerim. Fark edemedim seni. Hasteneye gidelim olur mu? Bir şeyin olmadığına emin olalım.
Başıyla onayladı. Gülümsedim. Yavaşça ayağa kalkmasına yardım ettim. Ön koltuğa oturup kemerini taktım. Hızlıca yerime yerleşip en yakın hastaneye sürmeye başladım. Çok dikkatsizim.
- Şey, kaşınız kanıyor.
Gülümsedim.
- Sorun yok. Bu saatte neden dışarıdasın?
- İşten çıkmıştım.
- Bu yaşta çalışıyor musun? Neden?
- Durumumuz o kadar iyi değil.
Başımla onaylayıp geldiğimiz hastanenin önüne arabayı park ettim. İçeriye yürürken koluna girdim.
- Araba herhangi bir yerine değdi mi?
- Değmedi.
- Güzel.
Koltuklardan birine oturtup hemşire çağırdım. Kadın kaşıma bakmak için hareketlendiğinde kızı işaret ettim.
- Önemli bir şeyim yok onu kontrol edin lütfen.
Hemşire kızın yanına gittiğinde uzaktan onları izlemeye başladım. Cebimde titreyen telefonum şu an en son uğraşacağım şey olduğundan çıkarmaya gereği bile görmemiştim. Hemşire, kızın yere düştüğünden dolayı çizilmiş koluna pansuman yapıp geçmiş olsun dedikten sonra yanıma geldi.
- Size de pansuman gerekiyor. Mikrop kapar.
- Gerek yok sağolun.
- Ama-...
Kızın omzuna dokunup kapıyı işaret ettim.
- Hadi gidelim. Seni evine bırakayım.
Ayağa kalkıp yavaşça yürümeye başladı. Ayağını incitmiş olmalı. Tekrar arabaya yerleştiğinizde kızın tarif ettiği eve doğru sürmeye başladım.
- Keşke sizde pansuman yaptırsaydınız. Çok kanıyor.
- Eve gittiğimde kendim yaparım.
Önünde durduğum evi işaret ettim.
- Burası mı?
Başıyla onaylayıp arabadan indi.
- Bıraktığınız için teşekkürler.
- Tekrar özür dilerim.
Torpidodan çıkardığım kağıdın üzerine numaramı yazıp uzattım.
- Bir şey olursa mutlaka ara olur mu?
Gülümseyip uzattığım kağıdı aldı. İçeriye girmesini bekledikten sonra eve doğru süremeye başladım. Başka hata yok Afra. Az kalsın birini eziyordun!
*
Kapıyı kapatıp hızlıca ayakkabılarımı çıkardım. İçerideki gürültüden geldiğimi fark ettiklerini sanmıyorum. Sessizce merdivenlerden çıkarken Arya'nın sesiyle durdum.
- Seni arıyorum iki saattir! Neden açmıyorsun? Öldüm meraktan!
Ona dönmeden cevap verdim.
- Duymadım. Yatıyorum ben.
Merdivenleri tırmanmaya devam ederken yakalanmadığım için mutluydum. Titreyen ellerimde korkuluğu tuttum. Aksi halde düşebilirdim çünkü tek titreyen ellerim değildi.
- Afra, titriyorsun?
- Soğuktan. Üşüdüm de biraz.
- Afra bana döner misin?
- Arya yorgunum.
- Afra.
Gözlerimi kapatıp onlara doğru döndüm. Tabii ki Arya kocaman bir çığlık atarak yanıma gelmişti. Çocuklar şok içinde bana bakıyordu.
- B.bu ne?! Ne oldu sana?!
Eli kaşıma değdiğinde istem dışı inledim.
- Bir şeyim yok. Jimin
- Ne demek yok?! O kaşının hali ne Afra!
En beklemediğim tepkiyi Jimin'den aldığımda şokla ona döndüm. Sen böyle yaparsan Arya'yı nasıl sakinleştireceğim. Namjoon
- Hastaneye gidelim.
- Hayır hayır! Gerçekten iyiyim. Yoongi
- Jungkook nerede?
Korkuluğu daha çok sıkmaya başlarken bakışlarımı kaçırdım.
- B.bilmiyorum.
Arya kekelediğimden dolayı daha da şok olmuş bir şekilde bakmaya başlarken geri geri merdivenleri çıkmaya başladım.
- Siz takılın. Ben uyuyacağım. Hoseok
- Önce pansuman yapmalısın! Tae
- Afra iyi olduğuna emin misin?
Başımla onayladım. Arya
- Çocuklar Afra'yla ilgilensem iyi olacak. Siz de Jungkook'a baksanız iyi olur. Tae
- Tamam sevgilim. Geçmiş olsun.
Arkamı dönüp odama gireceğim sırada Arya kolumdan tutarak tuvalete sürükledi. Klozetin kapağını kapatıp üstüne oturttuktan sonra pansuman malzemelerini çıkardı.
- Sana inanamıyorum! Kavga mı ettiniz yine?!
Pamuğu suyla ıslatıp kanları temizlerken dudaklarımı kemiriyordum.
Bu his ne zaman geçecek?
Sonunda pansumanı bitirdiğinde kollarını bağlayıp bana bakmayı sürdürdü.
- Afra. Yine mi kavga ettiniz?
- Keşke kavga etseydik.
Kaşlarını çattı.
- O ne demek?
- Yani... Biz, hayır biz değil o. Şey... Öptü.
- Ne?!
Büyük çığlığı tüm lavaboyu doldurduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım.
- Voah bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim. Peki, nasıl hissediyorsun?
Omuz silkip ayağa kalktım.
- Hiçbir şey.
Hala hızlı atan kalbimi, uyuşan parmak uçlarımı ve sızlayan dudaklarımı saymazsak. Hiçbir şey hissetmiyordum. Yalan değildi.
Odama girdiğimde kapımı kapatıp kilitledim. Rahatsız edilmek istemiyorum. Kafamı dağıtmak zorundayım.
Taehyung'dan
Eve doğru yürürken kimseden ses çıkmıyordu. Aralarında ne olup bitmişti kimse bilmiyordu. Yoongi hyung
- Afra'nın kaza yaptığını söylemeyin. Her ne olduysa, önce kendini rahatlatmasına izin verelim.
İçeri girip salona geçtik. Jungkook ortalarda görünmüyordu. Namjoon hyung
- Telefonlarımı açmıyor. Jimin
- Mesajlarıma cevap vermiyor.
Hoseok hyung dönüp duruyordu. Kapı açıldığında herkes ayağa kalktı. Koşar adımlarla kapıya ilerledim. Jungkook düşmüş suratıyla ayakkabılarını çıkartıp bize baktı. Bakışları Yoongi hyungun üzerinde durduğunda başını iki yana salladı. Ağlayacak gibi gözüküyor. Namjoon hyung koltuğa oturmasını sağladığında biz de karşısına oturduk. Jimin
- Neler oluyor Jungkook?
Sesini çıkarmadan halıyı izlemeye devam ediyordu. Yoongi hyung derin bir nefes aldı. Merdivenlerden inen pembe pijamalı beden bize bakıp kaşlarını çattı. Jin hyung
- Bir şey mi oldu?
Sonunda Jungkook konuştuğunda herkesin bakışları onu buldu.
- Onu öptüm.
- Ne yaptın?!
- İşe yaramadı Yoongi hyung. Asla yüzüme bakmayacak.
Ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladığında Jin hyung elindeki peçete çöplerini masaya koyarak yanına gitti.
- Tanrım... Sadece birkaç saattir başınızda yoktum. Neler olmuş.
Jungkook'a sarıldığında hıçkırık sesleri daha yükselmişti. Kaskatı kesilmiştim. Genelde yanımızda ağlamazdı. Çok kötü hissediyor olmalı. Jin hyung geri çekilip saçını okşamaya başladı. Yoongi hyung
- Jungkook.
Kafasını ellerine daha çok gömdüğünde Yoongi hyung yeniledi.
- Jungkook, bana bak.
Ellerini yüzünden indirdi. Burnunu çekip göz yaşlarını sildi.
- Özür dilerim. Sadece, ben biraz... Hoseok hyung
- Özür dileme! Aptal çocuk neden özür diliyorsun! Yoongi hyung
- Her attığımız adımda hemen karşılığını alsaydık hiçbir şeyin değerini bilmezdik.
Jin hyung elindeki peçete kutusundan çıkardığı peçeteyi Jungkook'a uzattıktan sonra kendisi için de bir tane aldı.
- Sabretmek zorundasın Kook. Namjoon hyung
- Kendisine itiraf etmesi için ona zaman tanı. Şimdi üzülmenin değil beklemenin zamanı.
Jin hyung burnunu sümkürdüğünde Jungkook güldü. O gülünce haliyle biz de güldük.
- Ne gülüyorsunuz be! Duygulandım!.. Demek kızı öptün.
Mutfağa koşturup elinde patlamış mısırla geri geldiğinde yanımıza oturdu.
- Ay hadi anlatsana!
Afra'dan
Güneş ışınları penceremi aşıp odamın her yerine izini bırakırken gözlerim yatağın üzerindeki bir sürü çizimi inceliyordu. Kendimi kaybetmiş gibi tüm gece çizim yapmıştım. Başka birini çizmek istesem bile ellerim bana itaat etmiyordu. Hepsinde onun yüzü vardı. Hepsinde onun gülüşü, onun gözleri, onun burnu vardı. Yüzünü hiç dikkatlice incelemediğimi sanıyordum. Anlaşılan gözlerim çoktan hepsini bilinç altıma işlemişler.
Kapımın tıklatılmasıyla silkelenip kendime geldim. Bunları görmemeli. Hızlıca hepsini toplarken bir yandan da Arya'ya cevap vermeye çalışıyordum.
- Bir dakika!
Topladığım kağıtları kutuya yığıp kapağını kapattığım gibi yerine ittim. Sandalyeyi de düzelttikten sonra kapıyı açtım. Arya pijamalarıyla karşımda dikiliyordu.
- Günaydın fare!
Tek kaşımı kaldırıp:
- Fare? Uzun zaman önce söylemeyi bıraktığını sanıyordum.
Omuz silkti.
- Tekrar söylemeye karar verdim. Nasıl olsa Eylül ,sen söylemesen bile, ayıcığını benim yaktığımı biliyor.
Küçükken bana fare diyip dururdu. Sürekli bir şeyler yediğim için. Hiç sevmezdim böyle demesini. Eylül'le kavga ettiklerinde onun en sevdiği ayıcığını yaktığını görmüştüm. Eylül'e söylemek tehdit ettiğimden fare demeyi bırakmak zorunda kalmıştı. Gerçi sonra Eylül anlamış ve evi başına yıkmıştı. Unuttuğunu sanıyordum.
- Kahvaltı hazırladım. Yüzünü yıka ve aşağı gel.
Başımla onayladığımda gitmişti. Tuvalete gidip ihtiyaçlarımı karşıladıktan sonra aşağı indim. Yanına oturup kendime meyve suyu koydum. Omletimden bir parça ağzıma atıp ona döndüm. Çünkü tüm yaptığım şeyleri gözünü ayırmadan izlemişti.
- Ne var? Niye öyle bakıyorsun?
Titrek bir nefes aldığında çatalımı masaya bıraktım.
- Bir şey mi oldu Kızılcık Marmelatı?
- Dün gece uyuyamadım. Yanına geldim ama kapın kilitliydi. Tıklattım, duymadın.
Şaşkınlıktan kaşlarım havalanırken elimi omzuna koydum.
- Üzgünüm, kulaklıklarım yüzünden duyamadım.
Başını iki yana salladı.
- Sorun bu değil Afra. Sorun sürekli benden kaçıyor olman. Sürekli bir şeyleri anlatmaktan kaçıyor olman. İlaç içmene rağmen bana söylemiyor olman. Tüm gece çizim yaparken, kafan karışıkken yanında olmama izin vermiyor olman.
Cevap bekliyormuş gibi bakıyordu gözlerime. Gülümsedim.
- Senden kaçtığım yok. Sadece, anlatacak bir şeyim yok.
- Dün olan olaydan anlatacak hiçbir şeyin yok, emin misin? Titriyordun Afra, kaza yapmıştın ve seni ilk defa kekelerken gördüm.
Haklıydı. Kelimesi kelimesine doğruydu söyledikleri. Ama bu konuşmak istediğim anlamına gelmiyor. İçimdekileri anlatırsam her şey mahvolacakmış gibi geliyor.
- Yaptığın bunca yemek soğusun mu? Onu mu istiyorsun?
Çatalımı alıp yemeye devam ettiğimde ofluyordu.
- Yemin ederim bir gün seni boğacağım!
Başımı iki yana sallayıp gülümsedim ve yemeğime döndüm.
*
Yoora'nın aramasıyla yayıldığım koltuktan kalmış hazırlanmak için odama koşmuştum. So Young'un annesi kaza geçirmiş. Yoora çok kötü olduğunu ve toplanmamız gerektiğini söylemişti. Siyah pantolonumun üzerine kırmızı bir sweat geçirip aşağı indim. Montumla botlarımı giyerken Arya başıma bere taktı.
- Kar yağıyor dışarıda fare. Gidince bana haber ver.
- Veririm. Bir şey olursa ara.
Koşar adımlarla arabaya ilerlerken gelen kahkaha sesleriyle arkama döndüm. Ama dönmemle Jungkook'la göz göze gelmem bir oldu. Kahkahası son bulsa da bana bakarak tebessüm etmişti. Daha sonra neden bilmiyorum kaşları çatıldı. Gözleri büyüdüğünde eliyle kendi kaşını işaret edip beni gösterdi. Başımı iki yana sallayıp tebessüm ettim, aynı onun gibi. Arabaya yerleşip hızlıca hastaneye sürmeye başladım. Bu günlerde ne kadar da çok şey oluyor. En azından başımıza kötü bir şey gelmedi. Yani öpücüğün iyi mi kötü mü olduğuna daha karar veremediğimden. Ne diyorum ben? Yola odaklan Afra, yola odaklan!
Arya'dan
Bahçe kapısı tıklatıldığında sıcak çikolatamın üzerine süt dökmekle meşguldüm. Bardağı alıp mutfaktan çıktım. Tae ve Jungkook kapıdaydı. Kapıyı açtım.
- Afra iyi mi?! Dün kaza yaptığını söylememişlerdi!
İstemsizce gülümserken evin daha fazla soğumaması için kapıyı iyice açıp içeri girmelerini işaret ettim.
- Sıcak çikolata ister misiniz? Tae
- Sevgilim yapacaksa neden olmasın?
Yanağımı öptükten sonra elleri belimi sardı.
- Cilveleşmeyin de soruma cevap verin! Afra iyi mi? Ciddi bir şeyi var mı? Nereye gidiyor bu soğukta? Önünü de kapatmamıştı zaten! Onu arayıp önünü kapatmasını söyle! Tekrar hasta olmasın!
Daha çok gülerken Tae araya girdi.
- Sakin ol Kook. Öpüştünüz diye evlenmediniz. Öyle olsaydı biz beş altı kez evlenmiş olurduk.
Karnını çimdiklediğimde geri çekildi.
- Yha! Acıyor!
- Söylemesene şöyle şeyler!
Elimdeki kupayı Jungkook'a uzattım.
- Bir şeyi yok merak etme. Şimdi mesaj atıp önünü kapatmasını söylerim. Sen sıcak çikolatanın keyfini çıkart, olur mu?
Uzattığım kupayı aldı.
- Gerçekten bir şeyi yok değil mi?
Başımı iki yana salladım. Sadece senden deli gibi etkilenmeye başlıyor, ciddi bir şey yok yani.
- Bize sıcak çikolata yapayım.
- Yardım edeyim!
Mutfağa gideceğim sırada kapı çaldığında yönümü değiştirip kapıya ilerledim. Tae
- Mutfaktayım güzelim!
- Tamam!
Yüzümdeki gülümsemeyle kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm bedenle gülüşüm yavaşla solmuş yerini şoka bırakmıştı. Burayı nasıl buldu?
~•~•~•~•~
Şelam!
İlerleyen bölümlerde olacaklardan kesinlikle ben sorumlu değilim bilginize. Hehehehe
Oylarınızı ve yorumlarınızı esirgemeyin!
Seviliyorsunuz 🖤

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin