43. Bölüm

289 28 18
                                    

Medya; Afra Yıldırım
~•~•~•~•~
Taksiden inip koskocaman binada gözlerimi gezdirdim. Soyismimin büyük harflerle yazılı olduğu binada. Şirkete gelme sebebim yeterince açıktı. Hayatlarını mahvedeceğimi söyleyecektim. Birkaç gece uykuları kaçsa hiç fena olmazdı.

Avukatla görüşmeme hâlâ daha vakit vardı. Ama yine de hızlı olmaktan zarar gelmez. Binaya gireceğim sırada güvenlik önüme geçti. "Buraya öyle elini kolunu sallayarak giremezsin. Kimsin?"

"Maaşını veren adamın kızıyım." her ne kadar göz ardı etmeye çalışsam da bir şekilde konu buna geliyordu. Adam söylediklerime güldü. "Tabii, ben de milyonerim zaten." arkadaşına dönüp dalga geçmeye devam ederken kimliğimi çantamdan çıkartıp adama gösterdim. "Bak bakalım şurada ne yazıyor, milyoner?" adamın surat ifadesi anında düşerken kapının önünden çekildi. "Affedersiniz efendim." içeri girerken arkamdan "Harun beyin iki kızı mı varmış?" dediğini duymuştum. Çok takılmadım. Kızı olarak görülmesi gereken tek bir kişi vardı, o da Anka'dan başkası değildi.

Kontrolden geçip danışma bölümüne odasının nerede olduğunu sordum. Genç adam onun kızı olduğumu öğrendiğinde bizzat eşlik etmek istedi. Şaşırdığımı belli etmeyerek peşine takıldım. Tüm bu ilgi biyolojik babam olduğu içindi, işe bak. Asansörden inip sağa döndük. Genç adam, masada oturan kadınla konuşurken ben karşımdaki kapıyı inceliyordum. Yanındaki tabelada Harun Yıldırım yazıyordu. Neden bilmiyorum ama o iki kelime fazlasıyla değerliymiş gibi duruyordu tabelanın üzerinde.

"Buyrun Afra hanım, Harun bey sizi bekliyor." ikiliye baş selamı verip kapıyı çalmadan içeri girdim. Büyük masanın ardında sandalyesinde oturuyordu. İçeri girdiğimi fark edince gülümseyerek ayağa kalktı. "Hoş geldin kızım. İstanbul'a geleceğinden haberim yoktu." çantamdan çıkarttığım otopsi sonuçlarını masasının üzerine attım. Kaşlarını çatarak bir bana bir de kâğıtlara baktı. En sonunda eline alıp okumaya başladığında yüzündeki ifadeyi nasıl tarif edebilirdim emin değilim. Korku, endişe, pişmanlık ve biraz da rahatlamışlık.

"Bunları nereden buldun?" istemsizce gülmüştüm. Söylediği ilk şey bu olmamalıydı. "Evine girdim. Kasanı açtım, içini karıştırdım ve aldım." cevabımla kaşları iyice çatılmıştı. "Dalga mı geçiyorsun?"

"Hayır. Yemek davetine keyfimden gelmedim. Sana meraklı değilim." kapıdan biraz daha uzaklaşıp omzumdaki bilgisayar çantasını koltuğa bıraktım. "Afra bak-"

"Ne düşündüğün zerre umurumda değil, anladın mı? Sadece boka battığını söylemeye geldim. İkinizi de mahvedeceğim."

"İkimizi de mi? O ne demek? Ayrıca benimle düzgün konuş, babanım ben senin." kollarımı göğsümde birleştirdim. "Anlaman için yavaşça söyleyeceğim. Önceki söylediklerimi tam kavrayamamışsın sanırım. Sen, babam değilsin. Altına aldığın kadının annemi öldürmesine göz yuman adam benim babam değil." bana doğru birkaç adım attı. "Düzgün konuş Afra. O çocuğumun annesi." kendimi tutamayarak büyük bir kahkaha attım. Gözlerimin dolduğunu fark etmesini istemiyordum o yüzden gülüşümün arkasına saklanacaktım.

"Çocuğunun annesi, karını öldürdü! Anlıyor musun?! Karını öldürdü aptal herif!" omzuma dokunmak için harekete geçen elini sert bir şekilde ittim. "Sakın bana dokunma. İğrençsin. Midemi bulandırıyorsun." sinirlenmişti. Yüz hatlarının gerginliğinden anlamıştım. Herkesin farkedeceği bir gerginlik değildi. Lanet olsun ki her surat ifadesini ezbere biliyordum.

"Afra, Anka'nın öğrenmemesi gerekiyor  anlıyor musun? Otur sakince konuşalım." şaşkınlıktan nutkum tutulmuştu. Anka'nın öğrenmemesi gerekiyor da ne demekti? Benimle dalga mı geçiyordu? "Onun çoktan haberi var. Bizzat annesi anlattı. Aa bu arada, bundan sonra seninle yaşamayı düşünüyor." koltuğa oturup bacak bacak üstüne attım. "İkinizi de hapse attıracağımdan haberi yok şu an." derin bir nefes vererek karşıma oturdu.

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin