44. Bölüm

229 17 48
                                    

Medya; Ali Özer
~•~•~•~•~
Gece yarılarına kadar oturduktan sonra uyuduğumuzdan uyanmamız biri bulmuştu. 'Kahvaltı'yı hazırlaması için Ali'ye yardım ediyordum. Eylül çoktan çıkmıştı. Önemli bir görüşmesinin olduğunu söylemişti dün gece.

"Görüyorsun değil mi? Evren bizim yalnız olmamızı istiyor." Tuna'yı ekmek almaya göndermişti de. "Evet, kesinlikle evren istiyor. Seninle hiç alakası yok." kırdığı yumurta tavayla buluştuktan sonra bana döndü. "Evde ekmek olmaması benim suçum mu Gece?"

"Ekmekliğe bakmadığına o kadar eminim ki Zeus." omuz silkti. Haklı olduğumu biliyor tabii. "Sana değer veriyorum." demişti birden. "Ne?"

"Üzgün olman hoşuma gitmiyor Afra. En yakın arkadaşımsın, en değer verdiğim kızsın. Annem, kız kardeşim gibisin. Seni böyle görmeyi sevmiyorum." salatalıkları doğramalı bırakıp ona döndüm. Annesi ve kız kardeşi lisenin son yılında trafik kazasında hayatlarını kaybetmişlerdi. Babası da şans eseri kurtulmuştu. Ali'yi sanırım ilk defa somurtkan gördüğüm dönemdi. Kimseyle konuşmak istemiyordu, benimle bile. Yanında olmakta ısrarcı olduğum için izin vermek zorunda kalmıştı. Zor dönemlerdi. Şimdi fark ediyorum da ne çalkantılı bir lise dönemi atlatmışım.

Ellerimi kurulayıp saçlarını karıştırdım. "Kardeşim falan ayıp oluyor yalnız. Senden hoşlanan birine böyle şeyler mi söylüyorsun sen?" gülerken yanağımdan makas almıştı. Dış kapı kapandıktan hemen sonra Tuna yanımızda belirmişti. "Vay döktürmüşüz bakıyorum." salata tabağını masaya götürüp oturdum. Tuna salatalığı çatalına batırıp bana uzattı. "Beni beslemeye mi karar verdiniz Tuna bey?"

"O kadar kilo verdin ki berbat görüntün göz zevkimi bozuyor." Ali sandalyesine oturup başıyla onaylamıştı. "Katılıyorum. Berbat görünüyorsun."

"Sağolun." salatalığı ağzıma atıp tabağımı doldurmaya başladım. Avukatım sabahın köründe arayıp duruşmanın dört gün sonra olacağını haber vermişti. Tamam deyip kapatmıştım çünkü uykum vardı. Nasıl uzunca konuşabilirdim? "Meyhaneye mi gitsek?" Ali'nin sesiyle ikimiz de oraya dönmüştük. "Ne işimiz var orada? Yorgunum evde oturmayı düşünüyorum."

"Hadi be güzelim! Bir günden bir şey olmaz." Tuna'nın da araya girmesiyle derin bir nefes verdim. "Bakarız." ikisi de susup yemeklerine devam ettiklerinde eş zamanlı olarak telefonum çalmaya başlamıştı. Jungkook arıyordu? Ali gülmeye başlarken Tuna sakince onu izliyordu. "Ee açsana Gece! Hadi aç aç!"

"Ali, kapa çeneni." telefonla beraber masadan kalkıp odaya gittim. Israrla çalmaya devam eden telefonu sonunda açtığımda Jungkook'un yumuşacık sesini duymak beklediğim en son şeydi. "Selam güzellik."

"Selam..?"

"Nasılsın diye aramak istedim. Müsait miydin?" niye sesi böyle hissettiriyor?

Nasıl?

Güzel işte. Çok güzel. "Evet müsaitim."

"Arya dönüşünün yakın olduğunu söyledi. Emin olmak istiyorum. Yakın mı gerçekten? Gelecek misin?"

"Yani- Evet ama biraz daha var. Bir aksilik çıkmazsa." cümle kurma becerimi de kaybetmiştim en sonunda. Sesi bugün ayrı bir güzeldi sanki? Ya da ben öyle hissediyordum. "Seni çok özledim."

"Bir sorun mu var Jungkook? Bugün biraz garip gibisin?"

"Hayır yok. Sadece Arya ne konuştuğunuzu söylemedi ama yüz ifadesinden iyi şeyler olmadığı belli oluyordu. Seni arayıp sesini duymak istedim." bu çocuk-... Bu çocuk bana kafayı yedirtecek en sonunda.

"Evet... Tamam..?" konuşamıyordum bile. Gülüşünü duyunca dudaklarımı birbirine bastırdım. "Benim şimdi kapatmam gerekiyor. Provaya gideceğiz. Dikkatli ol tamam mı? Seni seviyorum. Seni çok seviyorum."

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin