57. Bölüm

91 15 3
                                    

Medya; Afra Yıldırım

Keyifli okumalar.
~•~•~•~
Sabahın köründe kalkıp ,zaten doğru düzgün uyuyamamıştım, şirkete gitmek için hazırlanmıştım. Küçük valizimle merdivenlerden inerken bile hâlâ esniyordum.

Kapıyı kilitleyip arabaya ilerlemeye başladım. Valizi arka koltuğa koyarken gözlerim yan eve kaymıştı. Hareketlilik yoktu. Gerçi sabahın altısında ne gibi bir hareketlilik olabilirdi emin değilim ama... Yine de Jungkook'a iki gün boyunca burada olmayacağımı haber vermem gerekiyormuş gibi hissediyorum. Fakat dün evden giderken konuşmak ister bir hali yoktu.

Derin bir nefes verip arabaya bindim.
*
Bayan Lee ve asistanıyla beraber Jeju adasına vardığımızda ve etkinliğin olduğu yeri gördüğümde aklımdan geçen her şey durmuş sadece bu ana odaklanmıştım. Çünkü yüzlerce insan vardı. Seminer fazlasıyla önemli bir seminer olmalıydı.

Otele vardığımızda resepsiyona ilerledik. Üçümüze de ayırtılan odaların anahtarını alıp asansöre yöneldik. Yolculuk boyunca sessiz olan Bayan Lee, "Biraz dinlenin. Saat birde lobide buluşuruz." demişti. Asistanı gülümseyip teşekkür etmişti. Ben ise sadece başımla onaylamıştım.

Asansör inip odama girdim. Genişçe ve ferah bir havası vardı. Yere kadar uzanan duvar boyu pencereler orman, deniz manzarasını gözler önüne seriyordu. Ama şu güzellikten sonra bile aklımda hâlâ dolanan tek bir şey vardı: Arya. Neden hiç aramamıştı? En azından iyi olduğuna dair bir mesaj bile atabilirdi lakin hiçbirini yapmadı.

Niye sen aramıyorsun?

Çünkü rahatsız etmek istemiyorum...

Ama merakını gidermek istiyorsan yapmak zorundasın.

Duvarın kenarına bıraktığım çantamın içinden telefonumu çıkarttım. Rehbere girdim 'Kızılcık Marmelatı' yazısının üzerinde bekleyen parmağımla derin bir nefes verdim. Tamam Afra... Bir dakika görüşür ve kapatırsın. Böylece rahatsız da olmaz ve merakın sona erer. Arama tuşuna basıp telefonu kulağıma götürdüm.

Telefon çalarken cama ilerleyip kenara yaslandım. "Fare!" sesi gayet iyiydi.

"Selam Kızılcık Marmelatı."

"Selam! Arayamadım seni bir türlü özür dilerim. Annemler geldi, teyzemlere gittik derken gün çabucak bitiyor." gülümsedim. "Önemi yok eğer sen mutluysan."

"Sen nasılsın? Nasıl gidiyor?"

"İyi." derken omuz silkmiştim. "Emin misin? Sesin yorgun geliyor."

"Lee Holding'deki işi kaptım. Şimdi de iş gezisindeyim. Çalışıyorum yani, önemli bir şey yok. Neyse, ben rahatsız etmeyeyim. Sonra görüşürüz."

"Ne rahatsızlığı be?! Niye rahatsız olacakmışım! Hem ben seni çok özledim asıl sen rahatsız olmayacaksan biraz konuşalım." azarlamasını bile özlemişim. "Anlat bakalım," çift kişilik yatağa oturup bağdaş kurdum. "Nasıl gidiyor?"

"İyi... Yani ederince. Nazoş iyi bakıyor bana. Toparlanıyorum merak etme beni. Hem burada Aras diye biriyle tanıştım çok kafa çocuk. Eğleniyorum onunla." kaşlarımı kaldırıp indirdim. Aras? Eğleniyoruz??

"Çok pardon Kızıl ama bir heriften kaçıp oraya gittin ve şimdi yeni bir adamla mı flört ediyorsun?" sesimin yargılar gibi çıkmamasına özen göstermiştim. Çünkü amacım kesinlikle onu yargılamak değildi. Her ne kadar arkadaşı olsam da hayatına karışma lüksüm yoktu ve hiçbir zaman da olmayacaktı.

"Hayır be! Tövbe! Bir daha hiçbir adamla bir şey yaşamak istemiyorum. Zirvede bıraktım ben. Sadece iyi anlaşıyoruz işte. Nazoş çok bahsetmiş bizden sanki kırk yıldır arkadaşmışız gibi her şeyimi biliyor."

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin