38. Bölüm

248 26 11
                                    

Medya: Afra Yıldırım
~•~•~•~•~
Ardımda bıraktığım iki şaşkın bedene ve titreyen vücuduma rağmen merdivenin basamaklarına sağlam basmayı başarmıştım. Şimdi yukarı katta tek yapmam gereken yatak odasını ve çalışma odası gibi kullandığı odaları bulmam gerekiyordu. Tabii sürekli etrafımızda pervane olan orta yaşlı kadın arkamdan gelmeseydi bunu yapacaktım.

"Size lavabonun yerini göstereyim efendim." kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım. Efendim de ne demekti? Ondan yaşça küçüktüm, ne kadar rahatsız hissettiriyordu haberi yoktu sanırım. "Lütfen bana efendim demeyin. Adım Afra." bana kibarca gülümseyip eliyle ilerlememi işaret etti. Koridorun sondan ikinci kapısını işaret edip, "Burası Afra hanım." hâlâ saygı kelimesi kullanmasını umursamamaya çalışarak kapıyı açtım. Gitmesini beklemiştim ama orada dikilmeye yeminli gibiydi.

"Neden beklediğinizi sorabilir miyim?"

"Harun bey yanınızdan ayrılmamamı emretti. İyi görünmüyormuşsunuz." kaşlarım havalanırken kahkaha atmaktan çekinmemiştim. "Lütfen aşağı inin ve 'Harun bey'e' işimi kendimin halledebileceğimi söyleyin." kadın bir süre ne yapacağını bilemez şekilde yüzüme bakıp sonra arkasını dönüp merdivenlere ilerlemeye başladı. Gözden kaybolduğu gibi önce lavabonun kapısını kilitledim. Daha sonra odaların kapılarını sessizce açıp içlerine bakmaya başladım. Nereden baksak en fazla on dakikam vardı.

Birkaç tane misafir odasını atlattıktan sonra kitaplık, çalışma masası ve eskiden beri tanıdığım o kahverengi deri koltuğunun olduğu odayı bulduğumda içeriye girip kapısını kapattım. Masaya ulaşıp çekmecelerini karıştıracaktım ki gördüğüm çerçeveyle az kalsın yere düşüyordum. Tam anlamıyla dizlerimin bağı çözülmüştü. Deri sandalyeye tutundum. Çocukluk fotoğrafım vardı... Beni kucağında tuttuğu, o asla unutamadığım günden bir hatıra. Kot pantolonum, üzerimdeki kırmızı kısa kolluyla kucağındaydım. O da bana uyumlu olmak için kot pantolon ve kırmızı tişört giymişti. Nedeni basitti; baba-kız günü etkinliğine katılmıştık. Hatta o gün saçlarımı o toplamıştı ,asla doğru düzgün beceremezdi ancak o gün ona yardım ettiğimden fena olmamıştı, çünkü annem hastanedeydi... Fotoğrafı da ona göndermek için çekilmiştik zaten.

Dolan gözlerimi elimin tersiyle sildim. Bu haksızlıktı, bana böyle hissettirmeye hakkı yoktu. Hemen yanındaki çerçevede Anka'yla bir fotoğrafı vardı ama onu inceleme gereği görmeden hemen çekmecelere yönelmiştim. Ancak sonradan yaptığım hatayı fark ettim, çekmecelerde bir şey bulamazdım. Vaktimi boşa harcamıştım.

Kasa gibi bir şey bulmam gerekiyordu. Masanın altına baktıktan sonra kitaplığın kapaklı bölümüne ilerleyip yavaşça kapakları açtım. İki rafa ayrılmış olan dolabın her rafında dosya vardı. Sessizce kapatıp yanındakileri açıp kapattım ama hiçbirinde aradığım şey yoktu. Son bölümü umutsuz bir şekilde açmıştım ki... Gümüş kasa bana göz kırpmıştı. Cebimden telefonumu çıkartıp fotoğrafını çektim. Yine de arkadaşımdan yardım istemeden önce şifreyi bir deneyebilirdim. Pekâla ne olabilir?

Cidden... Ne olabilirdi ki? Artık onu tanımıyordum bile, şifresinin ne olduğunu bulmam imkansızdı.

Önemli değil. Kasayı bulman yeterliydi.

Haklısın. Gelen ayak sesleriyle olduğum yere mıhlanırken kısık sesle küfür savurmuştum. Kapıya ilerleyip kulağımı yasladım. Önce kapıya tıklatıldı. "Abla?" Anka şimdi mi geldim güzelim gerçekten. Niye yukarı çıkıyorsun otur yemeğini ye işte! "Abla, iyi misin?" kapıya birkaç kere daha vurduktan sonra kendisi açmayı denedi fakat kilitlediğim için başarısız olmuştu. "Abla?!" neredeyse bağırıyordu. Kapının önünden koşarak geçti. Merdivenlerden o kadar sert iniyordu ki şaşkınlıktan bir süre kıpırdayamadım. Ancak sonra içimdeki ses; hadisene aptal! Acele et ve lavaboya gir! diye bağırdı. Kapıyı açmamla kapamam bir olmuştu. Cebime attığım anahtarı aldığım gibi lavabonun kapısını açmış, içeriye girmiştim. Bu hareketimden kısa bir süre sonra ayak sesleri yaklaşmaya başlamıştı. Ama onlardan önce davranıp ben dışarı çıkmıştım.

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin