24. Bölüm

595 47 5
                                    

Medya: Kim Taehyung, Park Jimin, Jung Hoseok

Dedim ki bu bölüm biraz Afra'nın iç dünyasını keşfedin. İyi keşifler güzellerim.
~•~•~•~
Yaptığım son tatlıdan sonra etrafı toplamam uzun zaman almıştı. Çünkü bir türlü elime aldığım şeyleri düzgün tutamıyordum. Un ve şekeri dökmüştüm. Yetmezmiş gibi yaptığım güzelim karışım da yeri boylamıştı.

İşim sonunda bittiğinde sandalyelerden birine oturdum. Kekim pişse de yesem. Mutfaktan içeriye giren bedenle bitkinlik akan bakışlarım enerjik bir hale bürünmüştü.
- Tatlıları beni yuvamdan çıkarmak için mi yaptın?
Gülümserken başımla onayladım.
- Görevini başarıyla tamamladın.
Tezgahın üstünden aldığı tatlıyla gelip yanıma oturdu. Hiç konuşmadan tatlısını yemesini izledim. Tam olarak beklediğimiz gibi; görmedim, duymadım, bilmiyorum oynayacaktık. En azından kendisini odasına kapatmayacak ve gözümün önünde duracak. Oyunculuğunu kaldırabilirim.
- Niye öyle bakıyorsun?
Omuz silktim. Bitirdiği tabağı masaya koyup bana döndü.
- Üzgünüm. Kendini kötü hissetmeni sağladığım için.
Gülümsedim.
- İyiyim, merak etme. Dae aradı, çocuklar programa katılacaklarmış. Gitmem lazım.
Masadan kalkarken kolunu tuttum.
- Evde kalsan daha iyi olmaz mı?
- Ben iyiyim Arya. Telaşlanma.
Kolunu çekip mutfaktan çıktı. Tamam... Oyuna ayak uydurma vakti Arya Ateş.
Afra'dan
Arya montumun önünü kapatıp beremi düzeltti.
- Çocuk değilim Kızıl.
- Hasta olma diye uğraşıyorum burada.
Çantamı sırtıma atıp evden çıktım. Dae'nin aradığı falan yoktu. Programları da yoktu. Çocukların prova için şirkete gittiklerini öğrenmiştim. Evde boğulduğum için sahile inecektim. Yalan söylediğim için iğrenç hissetsem de sahile inceğimi söylediğimde o da gelecekti. Yalnız kalmaya ihtiyacım var.

Arabaya binip sahile sürmeye başladım. Hayatımda araba kullanırken hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. Her an ellerim direksiyondan düşecekmiş gibi geliyor. Jungkook'un- Jungkook'un öptüğü gece bile böyle hissetmiyordum! Daha öpücüğün yükünden kurtulamamışken neden karşıma çıkıyor? Yokluğuna tam alıştım derken, neden önümde beliriyor bu adam?

Arabadan inince pamuk şeker alıp sahile ilerledim. Hava buz gibiydi, mantıklı insanlar bu soğukta deniz kıyısına oturmaya gelmezdi. Hele ki yerler kar doluyken. Ama ben, mantığımı çoktan aşmıştım. Çünkü artık kafam içine bir şey almak istemiyordu. Mantıklı tarafım devre dışı kalmış gibiydi. Duygusal tarafım? Öyle bir tarafım kalmış mıydı? Belki, biraz.

Babaannemi hatırladıkça kötü oluyordum. Her ne kadar o hiç gelmese de babaannem beni görmeye gelirdi. Sürekli konuşurdu. Beni rahatlatmak için. O zamanlarda ne konuştuğunu hatırlamıyorum pek, anlamazdım zaten. İlaçları kullanmaya yeni başladığımdan ağır geliyordu. Çoğu zaman boş boş etrafı izliyordum. Berbat bir ortaokul süreci geçirmiştim. Her şey üstüme geliyor gibi hissediyordum. Sınıfta gözlerim dolup duruyordu. Sürekli tuvalete gitmek için izin alırdım.

O kadar yorucu günlerdi ki benim için. Hala aklıma geldiğinde korkuyorum. Tam anlamıyla toparlanmamıştım, biliyorum. En ufak bir rüzgâr bile düşmeme yardımcı olabilir diye deli gibi korkuyordum.

Sekizinci sınıfta Eylül'ün ve Arya'nın yardımıyla ,en çok da Tuna'nın, kendime gelmiştim. Gitmek istiyordum. Uzaklara gidip bunca şeyi geride bırakmak istiyordum. Çok çalıştım. İyi bir liseye girdim. Daha çok çalıştım. İyi bir üniversite elde ettim. Arya bu süreçte hep yanımdaydı. Bir an olsun beni yalnız bıraktığını hatırlamıyorum. Benimle beraber hareket ederdi. Kore'ye özel bir eğitim için geldiğimde benimle gelmiş. Burada kalmaya karar verdiğimde benimle kalmıştı.

Ne kadar farkında olmasa da ona çok şey anlatıyordum. Cümlelerimle değil; hareketlerim ve bakışlarımla. O her ne kadar farkında olmadığımı sansa da beni bir kitap gibi okuduğunu biliyordum. Tek eksiği her cümlemi bulamıyordu. Bazıları silik yazılmıştı çünkü. Hatta o kadar silik ki bazen ben bile okuyamıyordum onları.

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin