64. Bölüm

96 10 17
                                    

Medya: I'm still alive.

Keyifli okumalar.
~•~•~•~
Gözlerime vuran gün ışığıyla kaşlarımı çattım. Ne ara sabah olmuştu anlayamamıştım bile. Ağrılarımdan uyuyamıyordum. Hemşire 'ağrınız var mı?' diye sorduğunda diğerleri bana pür dikkat baktığı için 'var' diyemiyordum. Ve sonuç olarak kadın bana ağrı kesici vermiyordu.

Yerimde biraz kıpırdandım. Yani kıpırdanmaya çalıştım. Üzerimdeki ağırlık buna pek izin vermemişti. Doğru ya... Jungkook'la uyumuştum. Yüzümü onu görecek şekilde eğdiğimde karşı karşıya kaldığım görüntü... Tanrım sen güç ver.

Bir kolu belimi sıkıca sarmalamıştı. Yanağı göğsümün üzerine yaslanmış olduğundan ağzı hafif aralıktı ve bu onu çok şirin bulmama sebep oluyordu. Hafifçe zaten saçlarında olan parmaklarımı oynattım. Aptal.

"Günaydın." yanımdan gelen fısıltıyla irkilmiştim. Arya halime güldü. "Uyumadın mı sen?"

"Uyudum." yersen.

"Gözlerin öyle demiyor ama?"

"Sen de ağrın olmadığını söylüyordun ama tüm gece inledin." sesimi çıkaramadım. Uyuduğumda bedenimi istediğim gibi yönetemiyordum. "Tüm gece başında bekledik. Jungkook sana ninni söyledi -bunu söylerken kocaman sırıtıyordu- ve ne hikmetse sesini kesip uykuya daldın. Görmek istersin diye videoya da çektim." telefonuna uzanıyordu ki onu durdurdum. "Kalsın."

"Hemşireyi çağırayım da sana ağrı kesici versin. Gece uykunda bir şey olur diye vermelerini tercih etmedim." başımla onayladım. "Beni çok korkuttun. Doğru düzgün de kızamadım zaten eve bir gidelim asıl o zaman göstereceğim ben sana." derin bir nefes verdim. Hayır yani sanki benim suçum. Evi korumaya çalışmak da suç oldu.

Sen koştura koştura gittin ölüme salak.

Sen sussana! Kapıyı kapatmadan bana öpücük gönderen artık kızıl saçlı olmayan Kızıl'ıma tebessüm ettim. Hayır nasıl güzelim saçlarına kıyabilmişti. Sanki Taehyung'a sinir olmam için yeterince sebep yokmuş gibi bir de bu çıkmıştı başıma. Bir iyileşeyim göstereceğim ben ona.

Jungkook kıpırdanmaya başlayınca yanağında dolaştırdığım parmağımı geri çekmiştim. Anladığım kadarıyla benim yüzümden doğru dürüst uyuyamamıştı. Hemen uyanmasına gerek yoktu. Fakat evren benim tarafımda olmadığını belli etmek istermişçesine güneş ışınlarını Jungkook'un yüzüne yöneltiğinde ona hiçbir zaman boyun eğmediğim gibi şimdi de eğmemeyi tercih etmemiştim. Elimi göz hizası gölge olacak şekilde kaldırmıştım. Bu sırada diğer elimle güneşe orta parmak çekmeyi de ihmal etmemiştim tabii.

"İndir elini, kolun ağrıyacak." çatallı sesiyle gözlerimi göğsümde uyuyan adama çevirdim. Gözleri hâlâ kapalıydı aslında bence uyumaya geri dönebilir. "Saat daha erken uyumaya devam et." elimi kavrayıp dudaklarına götürdü. Üstüne bir öpücük hediye edip sağ yanağının üzerine bıraktı. "Uyumak istemiyorum. Saat kaç?" duvardaki saate bakıp geri ona döndüm. "Sekize geliyor." ağlamaklı bir ses çıkarttı.

"PD'nimi arayıp bugün gitmemek için izin alacağım."

"Saçma sapan konuşma Jungkook." kaşlarımı çatamıyorum zaten iyice asabım bozuluyor. "Ama gitmek istemiyorum."

"Benim yüzümden işinden gücünden geri kalmayacaksın."

"Ama-"

"Yorma beni. Zaten ağrım var." birden yattığı yerden doğruldu. "Ne kadar aptalım?!" dedi sonra hiddetle öyle ki koltukta uyuyan Eylül'ü de uyandırmıştı. "Ne oluyor..?" dedi Eylül uyku mahmurluğuyla.

𝚃𝚑𝚎 𝙳𝚒𝚜𝚊𝚙𝚙𝚎𝚊𝚛𝚊𝚗𝚌𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin