Vega - İz Bırakanlar Unutulmaz
Merhabalaaar!
4000 küsur kelimelik bölümümüzle geldik. Hani diyorsunuz ya haftada iki bölüm olmaz mı diye, buyurun size iki bölüm uzunluğunda bir bölüm. Zamanım olmadığından iki bölüm yazamıyorum belki ama kelime sınırını kaldırdım tamamen. Elim yettiğince yazıyorum. Bununla yetinelim olur mu?
Severim sizi ve bırakırım bölüme. İyi okumalar:)
Eylül'ü ortalamamızla soğumuştu artık havalar. Benim için bile soğuktu hatta. Özellikle akşamları. O yüzden ceketimi alıp çıkmıştım sigaraya. Birce de arkamdan tabi. Belki on bininci kez teşekkür ettiğinde Batu'dan aldığım sigarayı yakıp bıkkınlıkla üfledim. "Abartma istersen." dedim kayıtsız bir şekilde ama bu sadece onun biraz daha kızarmasına sebep oldu. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak bir süre beynimi kapadım seslere. Sigarama yoğunlaştım. Ama Birce susmadı. "Ya ama gerç-" diye kaç bininci cümlesine başlamıştı ki sol tarafımdan gelen gürültüyle kesildi cümlesi.
Bir uğultu halinde geliyordu insanların sesleri. Büyük bir kargaşaymış gibi geliyordu bir avuç insanın bir yere doğru koşması. Alkol yüzünden bulanıktı görüşüm. Ve diğer algılarım da. Ama aslında görüş alanım çok kalabalıktı. Barın önündeki bir sürü insan vardı en önce. İnsanların gittiği yerdeki yol, yolun karşısındaki ağaçlar, bank... Ama benim gördüğüm tek bir şey vardı ki çektiğim dumanı tam boğazıma tıkadı. "Özlemden delirdim ya da çok sarhoşum." diye düşündüm içimden, "Ne işi var bebeğimin burada bu saatte?". İnanmak istemedim gördüğüme. Ama yine de dudaklarımdan kaçan o "Elçin" fısıltısına engel olamadım.
Ongun kolumu dürtüp "Yenge değil mi o ya?" sorduğunda kalbimi kocaman bir el sıktı. Evet delirmemiştim ama bebeğim biraz ilerimde bayılmıştı. Ayaklarım benden bağımsız o tarafa doğru hızla giderken fısıldamadım bu sefer. "Elçin" diye bağırarak kalabalığın yanına geldim. Kibar Barış var mıydı bilmiyorum ama şu an kesinlikle ondan en ufak belirti yoktu. Önüme geleni ittim. Önüme gelene kızdım. Sadece adını sayıklayıp durdum. Duyabiliyorsa en azından benim burada olduğumu bilsin diye, güvende olduğunu hissetsin diye...
Sonunda insanlardan kurtulup bebeğimin yanına geldiğimde bir kez daha takıldı bir şeyler boğazıma. Kağıt gibi olmuştu. Bembeyazdı güzel yüzü. Uzanıp parmaklarımın arkasını hiçbir kırmızılık olmayan yanaklarında gezdirdim. Buza değsem daha az üşürdü parmaklarım. Böyle anlarda ya beyniniz çok hızlı çalışıyordu ya da tamamen kitleniyordu. İlk seçenekte o kadar hızlı çalışıyordu ki siz farkında bile olmuyordunuz. Sanki başka bir el sizi kontrol ediyordu. İkinci seçenekse sizdiniz asla. Tam da içinizde hissettiğiniz yıkımla yığılıp kalan, elini kolunu kıpırdatamayan siz. Genelde hangi seçenek geliyordu başıma düşünemesem de şu anda, beynim benden habersiz hareket etti. Hızlı ama dikkatli bir şekilde başının ve bacaklarının altından geçirtti kollarımı. Neyi olduğunu bilmiyordum ama hastaneye gitmemiz gerektiğini biliyordum çünkü.
Gelirken yarmak zorunda kaldığım kalabalık bu sefer kendiliğinden yol verdi bana. Kucağımda bu aralar iyice zayıfladığını kollarımda hiçbir şey yokmuş gibi hissetmemden de anladığım bebeğim... Aklımda bin bir türlü soru. Nasıl gideceğiz? Hangi hastaneye gitmek gerekiyor? Hala sarhoş muyum? Hayalde daha doğrusu bir kabusta mıyım yoksa bu yaşadıklarım yaşanıyor mu? Ve tabi ki en büyük soru, bebeğimin nesi var?
Sorular kafamı bulandıradursun tam önümde sert bir frenle durdu Ongun. Çok içmemiş olmasına ilk defa bu kadar sevindim. Yan koltuğundan inen Batu arka kapıyı açıp Elçin'i arabaya yatırmama yardımcı olurken yutkunmalarından anladım ilk defa Elçin'i ne kadar benimsediğini. Dolanıp arabanın diğer kapısından içeri girdiğimde hiç beklemeden gaza bastı Ongun, gözü aynadan bizim tam üstümüzde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Capella
Romantizm"Dinle şimdi." dedi. Sesi sanki bir şeyleri incitmekten korkar gibi çıkıyordu. Şaşkınca etrafıma bakındığımda dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılırken elmacık kemikleri belirginleşti. Öyle güzel gülüyordu ki... Gülüşü kapkaranlık kumsalı aydınlatı...