Hans Zimmer - The Burning Heart
"Neye kıkırdıyorsun orada sen?" demesiyle biraz daha kıkırdayıp son 5 dakikadır yaptığım şeyi yaparak tişörtümü karnımın altına çekiştirdim. Ve son 5 dakikadır olduğu gibi aynı hızla yavaş yavaş karnımın üstüne çekilmesini izleyip kıkırdadım. Yüzünde meraklı bir gülüşle mutfaktan çıkıp salona elindeki soğuk suyla girdiğinde "Bebeğim?" dedi yine sorar gibi. Öyle saçmaydı ki aslında kıkırdadığım şey. Kocaman olmuş göbeğim yüzünden yukarı çekilen tişörtüme gülüyordum. Evet olay bundan ibaretti. Ama zaten karnımın boyutu kendi başına bana o kadar komik geliyordu ki artık... Gülebilirdim bence her şeye.
Anlatmak yerine göstermeyi seçip tişörtü çekiştirdim tekrar. Yukarı kaymasına kıkırdayarak "Hiçbir şeye sığmıyorum artık Barış." dedim ama bebeğim gülmek bir yana bana endişeli bakışlarla bakıyordu. "Yok delirmedim." diyerek endişesini yok etmeye çalıştım ama pek başarılı bir girişim değildi galiba. Bacaklarımı hafifçe toplayıp belimi düzleştirerek Barış'a da yer açtım bu sefer. Suyu uzatıp açtığım yere oturdu.
"Ne oldu peki gerçekten?" dediğinde derin bir nefes çektim içime. Kızar mıydım bu sorusuna? Kızabilirdim. Zaten an itibariyle her şeye hakkım vardı. Sanki öncesinde çok farklıymış gibi...Ama kızmadım. Onun yerine ben de kendime sordum bu soruyu, içimden. Sessiz kaldı bir süre içim ama duramadı çok fazla. "Seviyorum." diye mırıldandım, "Ve korkuyorum.". Ve getirdiği suyu tek dikişte içtim Barış'ın bana anlamamış bakışları eşliğinde.
Delirmiş gibi gözüküyordum evet. Ve belki de biraz olsa delirmiştim. Hiçbir zaman tam olarak oh hazırım dememiştim ama şimdi hazır olma zorunluluğum arttıkça iyiden iyiye hazırlıksız hissediyordum kendimi. Ve o hazırlıksızlıkla gelen korku ve telaş da iyice korkutuyordu beni. Sonuç? Delirmiş olabilirdim evet. Ama işin garip tarafı bu deliliği seviyordum. Bu korkuyu seviyordum. Bu bilinmezliği ve ne yapacağımı düşünmeyi seviyordum. En önemlisi şu kocaman karnımı, karnımın kıpır kıpır oynamasını, benimle birlikte hisseden bir varlığın daha olduğu bilmeyi seviyordum. İçimde kızımı hissetmeyi çok seviyordum. Ve tüm bunlar yüzünden de çok korkuyordum.
Barış'a bunu nasıl anlatabileceğimi bilmiyordum. Evet ikimiz de hiçbir zaman tam olarak yüzde yüz anne ya da baba hissetmemiştik kendimizi. Ya da hazır olduğumuzu falan düşünmüyorduk. Burası kesindi. Barış'ın da korktuğunu biliyordum ama biraz bencillik gibi gözükse de bir anne olarak benim korkumun daha çok olduğunu ve daha önemli olduğunu düşünüyordum. Ayıptı bu düşünce ama elimde değildi. Düşünüyordum...
Dizimi öpüp "Hamile olmayı mı seviyorsun?" diyerek bir yerden başlatmaya çalıştı beni bebeğim. Ama başlamak yerine başımı salladım sadece. "Yalan yok" dedi gülerek başını bacağıma dayarken, "Ben de hamile olmanı seviyorum bebeğim. Ele geliyorsun bir kere artık.". Bardağımın dibindeki suyu yüzüne atıp "Ya gerizekalı!" diye güldüğümde güldü o da benimle birlikte.
-İkiyi düşünsek mi hatta Elçin hazır konusu açılmışken? Hayır düşünmeyeceksek ona göre sana yed- Ah! Ayıp, vurulmaz kocaya.
"Serserilik yapmasın koca o zaman." diyerek burnunu sıktım hafifçe. Ama içimi yine o korku sardığında istemsizce düştü bebeğimin güldürdüğü yüzüm. Parmağını iç bacağımda hafif hafif gezdirerek "Bebeğim korkmayan bir anne baba biliyor musun?" diye sordu en yumuşak sesiyle. Biliyordu tabi ki. Bilmeme ihtimali yoktu ki Barış'ın benim aklımdan geçen bir şeyi. Ne düşünüyordum sanki? Nasıl açıklayacağımı ben kafamda evirip çevirirken Barış sonuca bağlıyordu bile muhtemelen.
"Bilmiyorum." diye itiraf ettim ama korkum savunmam lazımdı, "Ama çok anne baba da bilmiyorum aslında bu konuyu konuşabileceğim.". Parmağını kaldırıp bacağımdan kaldırdı başını ve telefonlarımıza uzandı. İkisini de bana uzattığında "Ne?" dedim ama ısrarla uzattı sadece, "Al.". Telefonlardan birinde Gizem diğerinde Selin'in telefon numarasını görünce gülümsedim. "Ara" dedi hiç takmadan gülümsememi, "Ara ikisi de ne kadar korkmuş öğren. Çok zor değil bebeğim. Tek telefon.".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Capella
Romance"Dinle şimdi." dedi. Sesi sanki bir şeyleri incitmekten korkar gibi çıkıyordu. Şaşkınca etrafıma bakındığımda dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılırken elmacık kemikleri belirginleşti. Öyle güzel gülüyordu ki... Gülüşü kapkaranlık kumsalı aydınlatı...