Jace Everett - Bad Things
Heyecandan avuç içlerim bile terlemişti. Ayaklarım yerinde duramaz gibi sağa sola gidip duruyorlardı. En son ne zaman bu kadar heyecanlanmıştım diye beynimi yokladım. Sanırım o geceydi. O gece, o bar çıkışında, o büyük kavgadan sonra bile Barış'ın benden vazgeçmediği o andı bu kadar heyecanlandığım. Bir de işte şimdi bir haftadır görüşmemiş olmanın omuzlarıma yüklediği ağırlıktan kurtulmanın ve Barış'ı göremediğim için beni delirten özlemin son bulacak olmasının heyecanı vardı. Tabi bir de güzel sevgilimi telefon ekranından değil karşımda görecek olmanın heyecanı. Kokusunu alabilmek, sıkı sıkı sarılmak, bir haftadır eksik kalan dudaklarımı teniyle tamamlamak...
"Nerede kaldı bu uçak ya?" diye söylendim olduğum yerde. Etrafımdakiler genelde filmlerde gördüğümüz, ellerinde kağıt tutarak muhtemelen iş için birilerini bekleyen adamlardı. Haliyle kimse benim gibi heyecanlı değildi. Onların modu daha çok "Gelseler de gitsek" idi. Bense yerimde duramıyordum heyecandan. O yüzden beni anlamakta zorluk çekmelerini anlayabiliyordum. Bakışları anlatıyordu zaten. Umurumda mıydı? Hayır tabi ki! Benim sevgilim geliyordu! Ne o adamlar ne başka bir şey ne de dünya umurumdaydı.
Saatimi son bir kez daha kontrol ettim. Uçak çoktan inmiş olması lazımdı. Bagaj beklemek daha uzun sürüyordu muhtemelen. Onu da katarsak her an çıkabilirdi. Kendimi Barış Manço'nun Gülpembe'si eşliğinde yıllardır görmediği bilmem kimi gelecek diye bekleyen biri gibi hissediyorum. Gözlerim otomatik kapıda ha geldi ha gelecek heyecanıyla bakıyordum. Bir dumanım eksikti. Onu da verseler biraz da ağlamayla oldukça başarılı bir program çekerdim şurada kendi kendime.
Delir Elçin delir, hiç çekinme canım.
Kendi halime de kıkırdayınca yanımdakilerin benim deli olduğumdan en ufak bir şüpheleri varsa onu da halletmiştim bence. "Sevgilimi bekliyorum da. Bir haftadır çıldırdım özlemden." demek istesem de dersem verecekleri tepkinin şu andan farksız olacağını bildiğim için sesimi çıkartmadan kapıya bakmayı sürdürdüm. Tek tük çıkmaya başlamıştı insanlar. Ama hangi uçaktan geldiklerini bilmiyordum tabi ki. Yapabileceğim tek şey beklemekti ve ben beklemekten nefret ederdim.
Tek tük insanlar gitgide arttı zamanla. Tek tük dediğim bir kalabalığa dönüştü. Gözüm aralarında Barış'ı aradı her çıkan kalabalıkta. Ama çıkmadı bir türlü. O çıkmadıkça sağa sola sallanmam arttı. O gelmedikçe ellerimin teri arttı. O gelmedikçe beynimin içinde dönen sesler arttı. Ne yapmalıydım görünce? Aramızdaki demirlerin hepsini devirerek üstüne atlayabilirdim belki ama biraz ilgi çekerdik sanırım. Mecbur demirleri geçmesini bekleyecektim ki çok zor geliyordu şu an o kısacık bekleme bile.
Sabrım falan kalmamıştı artık. "Ne bavulmuş bir gelemedi!" diye söylenerek kapının yanındaki güvenlik görevlisine döndüm. Demirlerin üstünden yaramaz bir çocuk gibi sarkıp "Pardon!" diye bağırdığımda zavallı çocuk hiç beklemiyor olacak ki yerinde zıpladı. Etrafına bakınıp kendisine söylendiğinden emin olduğunda da "Buyurun?" diye sordu. "Amerika uçağı olacaktı." diye başladım lafa, "Bir yarım saat önce inmesi gerekiyordu. Daha inm- Aaaay!".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Capella
Romance"Dinle şimdi." dedi. Sesi sanki bir şeyleri incitmekten korkar gibi çıkıyordu. Şaşkınca etrafıma bakındığımda dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılırken elmacık kemikleri belirginleşti. Öyle güzel gülüyordu ki... Gülüşü kapkaranlık kumsalı aydınlatı...