To Waltz Ton Hamenon Onerion - The Waltz of Lost Dreams
Kalabalık her zaman içime sıkıntı doldurdu benim. Çocukluğumdan itibaren. Oysa sosyal bir çocuk, sosyal bir insandım. Ama sevmiyordum çok kalabalık. Sanki üstüme geliyorlarmış gibi hissediyordum. Şimdi hissettiğim gibi. Kimsenin benimle alakası yoktu oysa. Herkes kendi derdindeydi. Ama ben oturduğum yerde sıkışmışım gibi hissediyordum. Sanki herkes bana bakıyor, sanki herkes beni yargılıyor gibi sıkışmış ve nefessiz hissediyordum.
İnsanlarla alakası yoktu belki de. Derdim başkaydı. Nefes alamamamın sebebi başkaydı. Gidiyordum. İçimden bunu tekrarlayıp duruyordum kendi kendime. Sanki çok söylersem fikre alışabilirmişim gibi, tekrar tekrar söylüyordum, "Gidiyorum.". Böyle değildi bu gidişimdeki hayalim. Düğüne gidiyordum bir kere. Steve ve Carol canlarımdı. Onlar için mutlu olmam gerekiyordu. Ama hiçbir şey ya da kimse için mutlu olamıyordum şu an. Gidiyordum. Gidiyordum.
Burnumun kemiğini sıkıp başımı geriye attım. Elçin olacaktı şu an yanımda. Bıcır bıcır konuşacaktı. Amerika'ya gidince ne yapacağımızı bir bir anlattıracaktı bana. Hepsinde biraz daha mutlu olup heyecanlanacaktı. Ben de onun heyecanıyla mutlu olacaktım. İçim kıpır kıpır olacaktı. Böyle cenaze evi gibi karalar bağlamayacaktı. Ama bağlamıştı işte. Kapkaraydı içim. Sıkkın, yorgun, yanlış yaptığının farkında, mutsuz...
Yanlıştı evet. Kaçıyordum. Baya baya kaçıyordum. En sevmediğim şeyken ben yapıyordum bunu. Kaçmam gerekiyordu çünkü. Elçin'in kendine gelmesi için benim olmamam gerekiyordu. Madem iyi gelmiyordum ona gitmem gerekiyordu. Çünkü iki adım ötemde nefes aldığını bilip yanına gitmemek beni çok zorluyordu. Her şeyi daha da zora sokmak istemediğim için yapmam gereken buydu. En azından aklında iyi kalmak için, daha fazla kırılmamamız için...
Titreyen telefonumla bir of daha çıktı ağzımdan. Annemdi muhtemelen. Hayatında ilk defa karışıyordu bana. İlk defa "Barış yanlışsın oğlum yapma" diyordu ve ben ilk defa onu kırmak zorundaydım. Bu biraz daha üzüyordu beni. Yeterince üzülmüyormuşum gibi... Babamın bir şey dememesi gibi... Sesini hiç çıkarmadan annemin dediklerini dinlemesi ama hiçbir şey diyememesi gibi... Söylediği tek şey "Yeğeninin doğumuna gelirsin herhalde." oldu sadece. "Tabi ki geleceğim baba." dedim inanılmaz güven veren bir sesle. Öyle ki annemin bile biraz da olsa rahatladığını hissettim. Muhtemelen babamın da bu soruyu sormasında amaç buydu zaten. Ama daha doğuma iki ay vardı tabi. Annemi yeteri kadar sakinleştirmemişti o yüzden bu söz.
Kaçıncı arayışı acaba diye düşünerek çıkardım cebimden telefonu. Ama gördüğüm isimle bir süre baktım öylece. Gideceğimi mi öğrenmişti? Ona mıydı bu arama? Öyleyse kaldırabilir miydim şu an bu konuşmayı bilmiyordum. Ona değilse nedendi? Onu da aklım kesmiyordu. "Bakma Barış, aç" diye kendime kızıp telefonu kulağıma götürdüm. Ama alo'ma uzun süre gelmeyen cevap biraz daha kesti nefesimi. Bir şey mi olmuştu? Bir terslik mi vardı?
"İyi misin? Bir şey mi oldu?" diye sordum biraz tedirgin ama sadece nefesini duydum. Sonra da hafifçe burnunu çekişini.
Yapma bunu, yapma işte. Zaten geri geri giden ayaklarımı daha da ağırlaştırma.
-Bana veda etmeden mi gidiyorsun?
Sana veda edemediğim için gidiyorum...
Tek soru... Birkaç kelime ama içine saklı çokça duygu ve iki hayat. "Bana veda etmeden mi gidiyorsun?". Veda edebilirmişim gibi ona. Ona veda edip gidebilirmişim gibi... Kızgın soru, biraz da kırgın. Çokça acı çeken bir soru. Bol sitemli, bol özlemli, bol can yakmalı... Ve o sorunun içine sıkışıp kalan ben ve Elçin.
Diyemedim bir şey. Ne diyeceğimi bilemedim çünkü. Boğazımı acıtan yumruyu ittirdim yavaşça. "Haber hızlı yayılmış." diye geçiştirmeye çalıştım sorusunu. Yapabileceğim gerçekten başka bir şey yoktu. Elimden bu kadarı geliyordu. Bu kadar öteleyebiliyordum sevgimi. "Yayıldı." dedi aynı yorgun tonla, "Senin gitme hızına yetişemedi yine de.". Gözlerimi saatten ayırıp kapattım yavaşça. İçimde ne olduğunu bilmediğim duygular gezerken "Tarih belliydi." diye mırıldanabildim ancak, "Biliyorsun.". "Biliyorsun çünkü şimdi tam da yanımda olacaktın." diyemedim ama. Diyemesem de o anladı. Derin bir nefes aldı. "Biliyordum evet." diye mırıldandı, "Tarihin farkında değilim. Bir de-".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Capella
Romansa"Dinle şimdi." dedi. Sesi sanki bir şeyleri incitmekten korkar gibi çıkıyordu. Şaşkınca etrafıma bakındığımda dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılırken elmacık kemikleri belirginleşti. Öyle güzel gülüyordu ki... Gülüşü kapkaranlık kumsalı aydınlatı...