Oscar and the Wolf - Killer You
Tatlı öğlen uykum karavanın kapısının kapanmasıyla bölününce homurdanarak yanıma döndüm. Tabi ki Barış'ı orada bulamayacağımın farkındaydım. Malum biraz önce kapı sesinden dolayı uyanmıştım. Soğuktu yatak. Demek dışarı çıkmadan çok önce kalkmıştı zaten. Yine de bir umut kedimdir diye düşünmüştüm işte. Ama kedim tembellikten bırak kapının koluna zıplamayı kapının oraya zor gidiyordu zaten. Tembellik ve soğuktan demek lazımdı aslında. Ona çok soğuk geliyordu tabi bu havalar. Çok nadir çıkıyordu dışarıya. Biraz gezinip giriyordu sonra da.
Karavan işini sevmez diye düşünüyordum ama Barış yola çıkmadan önce birçok kez karavana atıp gezdirmişti kediyi. Başlarda tahmin ettiğim gibi hoşlanmamıştı. Ama sonra sanırım sıcak ve değişik bir ortamda sallana sallana gitmek hoşuna gitti. Hiç sesini çıkarmadan karavana girmeye başlayınca da yola çıkma kıvamına geldiğine karar verip risk alarak aldık yanımıza kediyi de. Soğuk hariç her şeyden memnun gözüktüğünden doğru bir risk aldığımızı söyleyebilirdim. Zira karavan hareket halindeyken uyumaya bayılıyordu ama asıl karavanın arkasındaki camın önündeki yatağa yatıp yolu izlemeyi seviyordu. Arada bir şeyler yakalamaya çalışıyordu, muhtemelen kuşları. Kendi kendine komik ama güzel bir dünya kurmuştu yani.
Bizim gibi... Biz de kurduk çünkü o minik, tatlı, azıcık zorlu karavan dünyamızı. Bulgaristan'dan alacağımızı aldıktan sonra sırada Sırbistan vardı. Gezilecek çok fazla yer bulmuştuk Sırbistan'da. Gezebilir miyiz, vakit olur mu falan diye düşünmek yoktu tabi ki! Acelemiz yoktu çünkü. Bazı günler bulduğumuz yerleri öyle çok seviyorduk ki gezeceğimiz yerleri unutup bütün günü olduğumuz yerde harcayabiliyorduk. Diyorum ya, turist tatili değildi bizimki; huzur tatiliydi. Huzur bulduğumuz yer duruyorduk o yüzden.
Bir hafta geçmişti bile. Zorlukları yok muydu? Tabi ki vardı. Karavan ev gibi de olsa minicik bir yerdi sonuçta. Benim gibi çabuk daralan bir insana göre değildi. Ama karavanın küçücük bir evden farkı çevresiydi. Sürekli değişiyordu. Her seferinde yeni bir ev gibi, her seferinde yeni bir heyecan... Barış biraz daha alışıktı böyle şeylere. Kamp yapmıştı çok kez. Benim kampım da karavanım da ilk kez Barış'laydı. İyi ki de öyleydi ama.
Bebeğim diyordu ya bana, ben de çok seviyordum bunu demesini, demezse eksik hissediyordum falan; bunlardan daha öte bir durum vardı o bir kelimenin altında. Çünkü ben Barış'ın gerçekten bebeğiydim. Çok fazla düşünüyordu beni. Benim bile kendimi düşünmediğim kadar belki. Çok fazla değer veriyordu, çok fazla seviyordu. Mine bana geldiğinde fark etmiştim ilk bunu. Değerli sırça koleksiyonun en değerli parçasıydım sanki. Böyle hissettiriyordu bana hep. Onsuz yok olurmuşum gibi hissettirmiyordu ama. Evet arkamdaydı. Dağ gibi duruyordu. Bana bir şey olmasına asla izin vermeyeceğini biliyordum. Sırtımı ona dayıyordum. Ama ona 'bağımlı' değildim. Bunun olmasını da istemiyordu zaten.
Bana kendimi bu kadar güçlü hissettiren başka kimse yoktu. Tuhaftı. Tam anlatamıyordum belki. Anlatarak olmuyordu çünkü. Hissettirmesiyle alakalı bir şeydi. Bana dünyanın en kırılgan şeyiymişim gibi davranırken beni kaya kadar güçlü olduğuma inandırıyordu. Bir şey olmasın diye koruyup kollarken aslında dimdik durduğumu öyle güzel hissettiriyordu ki zaten bir şey olmuyordu bana. Tam olarak buydu sanırım. Arkamdaydı, sırtım ona dayalıydı. Ama ondan aldığım güçle güçlü olduğumu idrak ediyordum her saniye. Bana güç vermek yerine bendeki gücü gösteriyordu bana.
Bir haftadır da böyleydi. Gözleri hep üstümdeydi. Bir şeyden memnun kalmazsam değiştirmeye çalışıyordu. Keyfimi hep üst düzeyde tutmaya çalışıyordu. Hep bendeydi aklı. Ama bunları yaparken öyle göze sokmuyordu. Doğal olan buymuş gibi, normali böyle olması gerekiyormuş gibi. Fark etmek istemeyenin görmeyeceği şekilde...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Capella
Romance"Dinle şimdi." dedi. Sesi sanki bir şeyleri incitmekten korkar gibi çıkıyordu. Şaşkınca etrafıma bakındığımda dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılırken elmacık kemikleri belirginleşti. Öyle güzel gülüyordu ki... Gülüşü kapkaranlık kumsalı aydınlatı...