Dolu Kadehi Ters Tut - Belki
Başım zonkluyordu. Gerçekten içerde bir şey var da bütün kafatasıma baskı yapıyor gibi hissediyordum. Belki de düşünmekten beynim patlamak üzereydi. Mümkündü. Hayatımda bu kadar düşündüğüm bir dönem olmamıştı çünkü. Hayatımda bu kadar düşünmek zorunda olduğum dönem olmamıştı daha doğrusu... Düşünceler hiç bu kadar boğmamıştı. Düşünceler bu kadar boğulmamıştı. Ben bu kadar nefessiz kalmamıştım. Bu kadar yanmamıştı canım.
Neydi bu? Elçin'le başlamadan önce 'Aşk acısı bu muymuş?' diye sormuştum kendime. Acının a'sı bile değilmiş o! Acının yakınına bile gelmezmiş. Bir acıymış belki ama aşk acısının yanına yaklaşabilen bir acı değilmiş. Ne naifmişim o zamanlar. O kadarcık acıya katlanamamışım. O kadarcık acıyı bir şey sanmışım. Umursamamazlıktan bunlar hep. Hayatımda hiçbir şeyi umursamamamdan. Hep iyi şeyler gelmedi tabi ki başıma. Kimin öyle bir hayatı var ki zaten? Benim sorunlarla baş etme yöntemim buydu ama hep, umursamamak. İşi şakaya vurmak, çok büyük bir şeymiş gibi davranmamak. İşe de yaramıştı bugüne kadar.
Bugüne kadar... Çünkü acımamıştı canım hiç bu kadar. Hiç dalgaya vuramayacak kadar uyuşmamıştı beynim. Hiç hissetmemiştim kalbimin sürekli sıkıştığını. Geçmişti hep. Ama geçmiyordu şimdi. Gitgide büyüyordu hatta sanırım. Çaresizlikten yutkunamıyordum bile. Nasıl bir cehennem yaşadığımı anlayamıyordum kesinlikle. İlk aşkın acısı da böyle çıkıyormuş demek ki. Anlayamadığın bir acının içinde kıvranıp duruyormuşsun. Anlayamadığın bir güç sıkıp duruyormuş kalbini. Nefesin acıtıyormuş canını. Düşünceler yavaş yavaş öldürüyormuş seni. Geçmiş... Geçmiş olamıyormuş öyle kolay kolay. Hiç gitmesin diye sarılırken dikenli bir topa sarıldığını fark ediyormuşsun. Dikenler kollarına, göğsüne batarken daha da sıkı sarıyormuş kollarını. O gitmesin diye...
Gidiyor ama. Gitti... Arkasına bakmadan diyemem. Gözü arkada kaldı. İstemedi adımları ilerlemek. İstemedi teni tenimden ayrılmak. İstemedi o da gitmek. Ama gitti. Çünkü gitmesi gerektiğini düşündü. Tutamadım. Tutamazdım. Elçin'i tanıyordum o kadar. Sabahlara kadar düşünüp verdiği karardan kimse vazgeçiremezdi onu. Ben bile. Aşkı bile.
Evet aşkı bile. Seni seviyorum diyerek ayrılan ilk çifttik belki de. Bu kadar veda edemezken ayrılan tek çift... Ayrılamadı ruhlarımız. Ayrılmak istemedi. Ama çekip aldık ikimiz de kendimize düşen payı. Bir parçaları kaldı ruhlarımızın. Yok oldu sanki o da. Ruhsuz gibi hissettim. İçim bomboş gibi. Ama bir o kadar da dopdolu. Anlamadığım cehennem dediğim tam buydu aslında. Anlamıyordum ne yaşadığımı. Kızgın mıydım? Belki biraz. Üzgün müydüm? Üzgün olmak demek ayıp olurdu bu ruh halime. Kırgın mıydım? Kırgın mıydım sahi? Kime kırılabilirdim ki? Bebeğimin o paramparça olmuş halini gördükten sonra kime kırılabilirdim?
Bebeğim... Bebeğim değildi değil mi artık? Elçin'di. Çok uzak geliyordu bana adını kullanmak. Kızgınken yaptığım bir şeydi o. Bazen onu bile yapamıyordum hatta. Kavgalarımızda bile bebeğimdi o benim. Bebeğimdi çünkü gerçekten. Benim küçük, tatlı bebeğimdi. Korunmaya asla muhtaç olmayan, ayakları üstünde dimdik duran bebeğim. Kollarımda olduğunda en güzel gülüşünü gördüğüm bebeğim. Benim minik devim.... Herkese dev olup bana bebek olmasını sevdiğim... Sanırım artık hiçbir şeyim diyemezdim. Arkadaşım? Tanıdığım? Geçmişim? Kalp acım? Neyimdi sahi artık Elçin?
Artık kızarmayı da geçen, cayır cayır yanan gözlerimi kapadım. Kaç gün olmuştu? Gün müydü saatler mi? Yoksa hafta mı? Ne zaman gitti Elçin? Kaç kez daha güneş doğdu ondan sonra? Aklımdaki sorular gibi bunları da cevaplayamıyordum. Uyumamıştım doğru düzgün. Belki birkaç saat. O da öyle huzursuzdu ki hemen uyanıyordum. Sanki bir şey eksikti uyuyabilmem için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Capella
Romance"Dinle şimdi." dedi. Sesi sanki bir şeyleri incitmekten korkar gibi çıkıyordu. Şaşkınca etrafıma bakındığımda dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılırken elmacık kemikleri belirginleşti. Öyle güzel gülüyordu ki... Gülüşü kapkaranlık kumsalı aydınlatı...