Kurban - Yine
Merhabalaaaar!
Geçen hafta bölümü yayınlarken 99bin olduğumuzu fark ettim. 100 olsun teşekkürümü edeyim dedim ama 100bini kaçırdık, aştı gitti bile:) Okuyan gözlerinize, seven tatlış kalplerinize sağlık! Çok çok teşekkürler her birinize♥️
Şimdi alarmlar çaldıracak bölümle baş başa bırakayım sizleri. İyi okumalar😘
Havanın sıcağı kemiklerime işliyordu sanki. Öyle tatlı tatlı bir sıcak vardı ki normalde sıcağı sevmeyen benim bile hoşuma gidiyordu şu an. Bir gün önce yağan yağmurun etkisi devam ediyordu sanırım. Sıcak değil ılık ılık esiyordu. Haziran'ın ortası için mis gibiydi hava. İnsanın içini kıpır kıpır eden, ne olursa olsun gülümseten bir havaydı. Evet, inanırdım havanın insanın modunu etkilediğine. Mesela yağmuru çok severdim ben. Ama kıpır kıpır etmezdi içimi. Kahvemi alıp pencereyi gören bir yere battaniye altına kıvrılmalık havaydı o. Kitap okumalık ya da film izlemelik. Sesi huzur verirdi. Kendisi gittiğinde peşinde bıraktığı toprak kokusu Barış'ın kokusundan hemen sonra geliyordu benim için. Ama kıpır kıpır etmezdi işte.
Ya da kar... Onu da severdim. Film ya da kitap işlemezdi kar varsa mesela. O kahve yine eldeydi aynı yağmurlu hava gibi. Ama pencerenin önüne kurulup teker teker, minik minik havada süzülen kar tanelerini izlemenin verdiği hazzı alamazdım çoğu şeyden. Işıkları kapatır karın aydınlığına bırakırdım kendimi. Kabul, kar biraz kıpırdatırdı içimi. Ama aynı kıpırtı değildi bu. Sıcak hava sevmesem de böyle ılık ve tatlı olduğunda içimi gıdıklayan bir tüy olurdu. Durduğum yerde durdutmayan içimi tatlı hislerle dolduran bir tüy.
Bugün tam da böyleydi. Bütün gün inanılmaz bir enerjiyle oradan oraya koşmuştum. Çok işim vardı oysa. Ama enerjim bitmediği gibi işlerimi de erkenden bitirmiştim. Hal böyle olunca Barış'ın provasına minik bir baskın yapabilirim diye düşünerek çıkmıştım labdan. Belki prova sonrası biraz havanın keyfini de çıkarırdık sevgilimle. Aklımda planlar, dudağımda bilmediğim bir melodi yavaş yavaş, keyfini çıkara çıkara yürüdüm bara kadar. Nasıl olsa erken gitmemin bir manası yoktu. Prova bitene kadar kenarda oturacaktım. Ama Barış'ı provalarda izlemek ayrı bir heyecandı benim için.
Hiç görmediğim bir Barış oluyordu öncelikle. İnanılmaz titiz, o kaşlar hep çatılı, grup arkadaşlarıyla sürekli bir şeyler tartışan bir insana dönüşüyordu. İşinde mükemmeliyetçiydi. Gevşek falan gözüküyordu belki benim bebeğim ama söz konusu işi olunca aslında çok disiplinliydi. Seviyordu yaptığı işi, farkındaydım. Ailesinin, özellikle Cevahir amcanın, memnun olmadığını biliyordum aslında işinden. Ama Barış'ın işine olan tutkusu herkesin ağzını kapatıyordu. Parada pulda gözü yoktu zaten Barış'ın da. Keyifle işini yapıyordu. Güzel de yaşıyordu. Fazlası için bir hırsı yoktu, sadece daha iyi olabilmek gibi bir derdi vardı. İşte bu yüzden çok ciddileşiyordu şarkı aralarında.
Şarkı aralarında diyordum çünkü şarkıları söylerken yine bambaşka bir adam oluyordu. Sanırım sadece bu yüzden geçmişine hak veriyordum. O bilmiyordu tabi ki bunu. Ama Barış'ı şarkı söylerken üstüne bir de gitar çalarken görüp sulanmayacak kız sayısı gerçekten çok az olmalıydı. Adam benimdi. Benim olmasına rağmen her izlediğimde beni bile deli ediyordu çünkü. Fazla fazla oluyordu her özelliği. Fazla seksi oluyordu en başta. Uğraşmadan hem de. Asıl oydu baş döndüren. Söylerken ara ara gülümsemesi mesela... Gerçekten her seferinde nefesimi kesiyordu. Ve söylemek için söylemiyordum bunu. Ciddi anlamda kesiliyordu nefesim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Capella
Romansa"Dinle şimdi." dedi. Sesi sanki bir şeyleri incitmekten korkar gibi çıkıyordu. Şaşkınca etrafıma bakındığımda dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılırken elmacık kemikleri belirginleşti. Öyle güzel gülüyordu ki... Gülüşü kapkaranlık kumsalı aydınlatı...