Mehmet Erdem - Olur Ya
*
Salonda üçlü koltuğa Demir'le yayılmış Gizem'i dinliyorduk. Labda olanlardan bahsettiği için ben anlattıklarını biliyordum zaten. O yüzden dinliyor gibi yapıp Elçin'le konuşuyordum. Ama onun da ya keyfi yoktu ya da işi vardı. Kısa kısa cevaplar veriyordu. Sorduklarımı geçiştiriyordu. İşi olsa söylerdi. Canı sıkılmıştı belli ki.
Ben düşünceli gözlerle telefona bakarken Gizem "Ohoooo!" dedi, "Kime ne anlatıyorum ki ben? Barış bey sevgilisiyle mesajlaşırken unutmuş bizi.". "Dinliyorum ben seni Gizem de bir telefon etmem lazım. Geliyorum şimdi." diyerek odama gittim. Camın kenarındaki mindere bıraktım kendimi. Elçin'e en son arayıp arayamayacağımı sorduğumdan beri hiçbir şey yazmamıştı. Ama yazdığımı görmüştü. Derin bir of çektim. Ben mi bir eşeklik yapmıştım acaba farkında olmadan? Ama soğuk da davranmıyordu aslında. Sadece garipti.
Telefonumun titremesiyle kulağıma götürdüm hemen. "Barış." dedi. Sesinden mutsuzluk akıyordu. "Bebeğim, neyin var?". Uzatmaya gerek yoktu değil mi? Sesi kötüydü sonuçta. Sorumla birlikte hafifçe güldü. Tahmin edebiliyordum şu an yüzünü. Az güldüğü için elmacık kemikleri çok olmasa da belirginleşmişti muhtemelen. Kızarıktı yanakları bir de. Bal gözleri hüzünlü bir mutlulukla açılıp kapanıyordu.
"Canım sıkkın." dedi sonunda, "Canım çok sıkkın Barış.". "Biliyorum." dedim bir yandan da başımı sallarken. Yanımda olsaydı da güldürebilseydim biraz.
-Nereden biliyorsun?
-Mesajların, sesin... Her şeyin mutsuzum diye bağırıyor. Anlatacak mısın?
Bir süre sessiz durdu. Derin derin aldığı nefesleri duydum telefondan. Canım acıdı biraz, çünkü ağlamış gibi içli içli nefes alıyordu. Ama sormadım, bekledim sadece bir şey demesini.
-Sanırım en anlatamayacağım sensin.
Bu cevabı beklemiyordum işte. Boşluğuma yumruk yemiş gibi hissediyorum şimdi. Sevgilim bana diyor ki canım sıkkın ama en çok konuşamayacağım insan da sensin. Ne hissedeyim ki şimdi ben?
Sessiz kalmamdan anlamış gibi "Barış." dedi, "Bugünlük arkadaşım olur musun?". "Ne?" dedim. Sesim istemsizce sert çıktığı için gözlerimi kapayıp dilimi dudaklarımı gezdirdim. Ama Elçin dert etmiş gibi değildi. Hafifçe güldüğünü duydum hatta telefondan. "Konuşalım uzun uzun. Anlatayım ben sana. Sen de arkadaşım olarak yorumla. Olur mu?".
-Niye sevgilin olamıyorum?
-Olursan anlatamam.
Anlamamış bir şekilde "Elçin." dedim, "Aklın mı karışık. Ne oluyor bebeğim?". Öyle sesli bir nefes verdi ki kulağım acıdı. "Bazen hiç sadece oturup bulutların dansını izlemek istediğin oldu mu Barış? Hiçbir şey yapmadan. Hiçbir şey düşünmeden. Sadece bulutların bir sonraki hareketinin ne olacağını tahmin etmeye çalışarak." dedi uzun sessizliğin sonunda. Canı çok sıkkındı, belliydi. Ama derdini benimle paylaşamayacak olması sinir bozucuydu.
-Seni istiyorum. Seninle konuşmak istiyorum. Ama sevgilim olmaman lazım. Sevgili tepkileri vermemen lazım.
"Kabul." dedim. Madem benimle konuşması için bu gerekiyordu, öyle olsundu madem. "O zaman gelir misin bana?" diye sordu. Gülüp "Gelmem." dedim, "Aklımda daha güzel bir fikir var ama bir dakika.". Yerimden kalkıp salona geçtim. Demir ve Gizem bana bakarken "Arabayı alabilir miyim Demir?" diye sordum. Telefonu sıkı sıkı göğsüme bastırdığım için gözleri oradaydı. Demir gülüp "Al tabi. Selamlar yenge." diye bağırdığında sinirli bir bakış atıp odama geri döndüm. Neyse ki Demir'in salaklığı Elçin'i güldürmüştü. O yüzden kızgınlığım geçti. "Ben hazırlanıp çıkıyorum o zaman. Sen de hazırlan." dediğimde "Nereye gidiyoruz?" diye sordu. "Sürpriz huysuz, sürpriz. Kalın giyin ama. Çok kalın giyin.".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Capella
Romance"Dinle şimdi." dedi. Sesi sanki bir şeyleri incitmekten korkar gibi çıkıyordu. Şaşkınca etrafıma bakındığımda dudakları yavaşça yukarı doğru kıvrılırken elmacık kemikleri belirginleşti. Öyle güzel gülüyordu ki... Gülüşü kapkaranlık kumsalı aydınlatı...