Söz (Part 3)

200 34 0
                                    


Koridorda canlı asker kalmadığından, diğerleri de ikilinin mücadelesine odaklanmıştı. Sanki aralarında şahsi bir mesele vardı ve ikisinin çözmesi gerekiyordu. Bu sorun çözülene kadar geçerli olmak üzere sessiz bir ateşkes yapılmıştı adeta. Kendini bir odaya kilitleyen Kenton'un ve koridorun sonunda, sırtını duvara yaslamış vaziyette, korku dolu gözlerle mücadeleyi izleyen Markton'un akıbetlerinin; mücadelenin sonucuna göre belirlenmesine karar verilmiş gibiydi.

Lehine olduğu halde ateşkesi bozan Markton oldu. Abisinin ne kadar usta bir silahşor olduğunu biliyordu ve tahmininden daha uzun bir süre çılgın insanoğluna karşı dayanabilmişti fakat eninde sonunda yenileceği kaçınılmaz bir gerçekti. Bir şey yapmalı, yardım etmeliydi. Etrafına bakındı, bir mızrakla gırtlağından duvara çivilenmiş olan askerin elindeki yayı aldı usulca ve bir ok çekti sadağından. Diğerleri, Can ve Neruton'a öyle odaklanmıştı ki bunu fark edememişlerdi.

Gelen sert bir hamleyle birkaç adım sola savrulan Neruton işinin bittiğini düşünürken, Markton'un gönderdiği bir ok Can'ın kılıç tutan koluna saplandı. Bir anda pozisyonunu toparlayan Neruton bu fırsatı değerlendirerek bir hamle yaptı ve kılıcını Can'ın karnına soktu. Markton'un onursuz hamlesine karşılık verme görevini üstlenen Goru bir kez daha yerden bir mızrak aldı ve fırlattı. Bu sefer hamlesi öldürücü olmamıştı ama karnına giren mızrakla duvara mıhlanan Markton'u ikinci bir denemeden alıkoymaya yetmişti.

Rakibini gafil avladığını düşünen Neruton, kılıcını çekip ikinci hamleyi yapmayı düşünüyordu fakat Can'ın yüzündeki değişim, donup kalmasına sebep olmuştu. Bir anda ten rengi kararan insanoğlunun gözleri iki karanlık çukura dönüşmüştü. Sadece birkaç dakika içerisinde o gözlerde kaybolabilirdi fakat o kadar bile zamanı kalmamıştı. Zihninin derinliklerinden yükselen bir çınlama, fısıltı şeklinde diline döküldü istemsizce: "Dagnaron."

Bir anlığına gülümsedi Can, karnındaki kılıcın daha derinlere uzanmasına aldırmadan bir adım daha yaklaştı Neruton'a. Şehrin tahsis ettiği güneş armalı kılıcı giderek ağırlaşıyordu, daha doğrusu sol kolu uyuşmaya başlamıştı ve bir süre sonra diğer kolu gibi hareketsiz kalacağına şüphe yoktu. Yine de yeterince vakti vardı, biliyordu. Usulca Neruton'un kalbine sapladı daha önce hiç kimsenin ölümüne karışmamış olan kılıcını. Ağır adımlarla, koridorun sonunda inleyen Markton'un yanına gitti sonra. Duvardaki yamuk bir tabloyu düzeltir gibi yavaş ve dikkatlice ikinci kardeşin kalbiyle buluşturdu aynı kılıcı. Geriye ortanca kardeş olan Kral Kenton kalmıştı ve o curcunada Can haricinde kimse nereye gittiğini görmemişti.

Zaman durmuştu ve sadece Can'ın hareket etme hakkı vardı sanki. Diğerleri, gösterimden kalkmak üzere olan bir başyapıtın son seansına bilet bulabilmişler gibi nefes almadan izliyorlardı, kollarındaki oklara ve midesini yarıp çıkmış kılıca aldırmadan hareket eden insanoğlunu. Tanık oldukları büyülü anı bozmamak için nefes bile almıyorlardı.

Sahnenin baş aktörü Can için diğerlerinin dikkatle izlemesi, yardıma gelmesi ya da çekip gitmesi önemli değildi artık. Ardında; yaralarından sızan kanların oluşturduğu kırmızı şeritler bırakarak, Kenton'un ardına sığındığı kapıya varmıştı. Metalik çınlamalar ve son nefesini veren askerlerin haykırışları arasında kapının kilitlenme sesini duymuştu. Eliyle açmaya çalışmadı, kalan son gücüyle tekmeledi kapıyı ve üçüncü tekmesinde kapının kilidi kırıldı. Kenton, kucağındaki oğluyla odanın diğer köşesine sinmişti. Ölümün kıyısında gezdiği aşikâr olan insanoğluyla mücadele etmek; bir ihtimal dâhilinde değildi, açılan kapıyla birlikte son cesaret kırıntısını da yitiren Kenton için. "Lütfen onun canını bağışla," diye yalvardı kolları arasındaki bir yaşına yeni basmış oğlunu kastederek.

Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin