Bir gün... Sadece bir gün kalabilmişti yuvası saydığı kalesinde ve yine yollara düşmüştü. Üstelik bu kez, girdiği her mücadeleden galip ayrılmasını sağlayan arkadaşlarını yanına almamış, hatta fikirlerini dahi sormamıştı. Ne gidecekleri yeri biliyordu ne kimle görüşeceğini. İlk defa böylesi bir bilinmezliğe doğru yola çıkmıştı ve ters bir durumla karşılaşması halinde, savaşmaktan zerre kadar anlamayan bir milendar haricinde yardımına koşacak kimse olmayacaktı. Fakat tedirginlikle karışık bir heyecan duyuyordu.
Bir şeylerden ya da birilerinden kaçıyormuşçasına dörtnala gidiyorlardı. Dmerdin'i takip ediyor olmasına rağmen, yolun nereye götüreceğini biliyor gibiydi. Evet, bu yoldan daha önce de geçmişti ve Özgür Krallar ittifakına katılmasını sağlayan o savaşın yaşandığı yere çıkıyordu yol. Savaştan sonra ilk defa geliyordu vadiye. Rüzgâr, wargotz kalıntılarını etrafa saçmış, belki birçoğunu uzaklara taşımıştı olabildiğince. Yine de oldukça geniş bir alan kapkara bir toz tabakasıyla kaplıydı.
Zamanında birçok dostunu yitirdiği savaş alanına vardığında bir anlık da olsa duraklamayan Dmerdin doğruca Uğursuz Orman'ın içinde uzanan patikaya sürmüştü atını. Ürkütücü bir sessizlik vardı ormanda ve atlarından daha hızlı gölgelerin ağaçlar arasında dolandığını görebiliyorlardı. Hava karardıkça uğultular yükselmeye başlamış ve gölgeler koyulaşmıştı. Nefes almak güçleşirken, iki yanlarını çevreleyen ağaçların önüne siyah perdeler çekilmiş gibi karanlığa bürünmüştü her yer fakat ormanın uğursuz bekçilerinin hareketleri hâlâ hissedilebiliyordu.
Uğursuz Orman'dan çıkmaları yarım günden fazla sürmüş gibi geldi. Aslında sadece bir-iki saat kadar sürmüştü fakat Dmerdin'in aksine bu yolculuğu ilk defa yapan Kaan geçici süreliğine zaman kavramını yitirmişti. Çimenle kaplı, geniş bir düzlüğe geçtiklerinde uzun bir mola vereceklerini sandıysa da Dmerdin devam etmişti. Temiz havayı ciğerlerine çektikçe zihni de toparlanıyordu ve az önceki karanlıktan sonra doğa daha bir renkli geliyordu gözüne. Önlerine başka bir orman çıkana kadar yolculuğa devam ettiler. Yemyeşil sarmaşıklarla kaplı kalın gövdeleri ve kırk metreyi bulan boylarıyla insana huzur veren ulu ağaçların bulunduğu ormanın sınırında nihayet Dmerdin durdu ve "Bir kamp kurmanın zamanı geldi," dedi.
Kısa bir mola vereceklerini düşünen Kaan şaşırmıştı. "Daha çok yolumuz var mı?"
Ateş yakmak için kuru dal parçaları toplamaya başlamıştı Dmerdin. İşini bölmeden yanıtladı insanoğlunu. "Aslında geldik sayılır. Bu yüzden biraz dinlenmeniz gerekir."
"Ne için?"
"Mücadelede ayakta kalabilmeniz için."
Mücadele? Uğursuz Orman'ın havası Dmerdin'e de yaramamıştı anlaşılan. "Ne mücadelesinden bahsediyorsun Dmerdin? Dostlarınla görüşmek için gelmedik mi?"
Hızlı hareketlerle birkaç dal daha aldı yerden Dmerdin sonra kucağındakileri, ateş yakmayı planladığı çukura döktü ve mahcup şekilde DarkKahn'a baktı. "Özür dilerim, verdiğim söz gereği..."
"Dmerdin!" diyerek sözünü kesti Kaan. "Verdiğin söz gereği bundan başka sürprizle karşılaşacak mıyım?" diye sordu.
"Hayır efendim."
Anladığını belirtir şekilde başını salladı Kaan. İlk defa Uğursuz Orman'ın ötesine geçmişti ve bunu Dmerdin'e güvendiğinden yapmıştı. Bu saatten sonra da küçük (!) bir ayrıntı yüzünden geri dönecek değildi. Milendarın tavsiyesine uydu ve bir yandan ormanı izlerken bir yandan atıştırmaya başladı. Bir şey göremese de ormanda onları izleyen, hatta dinleyen bir gözcü olduğuna neredeyse emindi. Dmerdin'e kızmamıştı, onun yerinde olsaydı muhtemelen o da aynı şeyi yapardı.
Ateşi yaktıktan sonra atların yemini de veren Dmerdin, yanında getirdiği ince battaniyelerden birini DarkKahn'ın üzerine örttü bir baba şefkatiyle. Artık tek yapmaları gereken birkaç saat uyuyup, sabah olmasını beklemekti.
Işıyan güneşle birlikte uyandı Kaan. Dmerdin daha erken kalkmış ve kahvaltı için birkaç meyve bulmayı başarmıştı. Belki görüşmenin nasıl geçeceği hakkında kendisinin de bir fikri olmadığından belki de DarkKahn'ın akşamki tavrına biraz içerlediğinden; her zamanki neşeli tavrından uzaktı. Sessiz geçen kahvaltı faslının ardından, battaniyeleri katlayarak atına yükledi ve "Hazırsanız, yürüyerek devam edeceğiz," dedi.
Bu durumu sorgulamadı Kaan. 'Verdiğim söz gereği,' başlıklı başka bir açıklama daha dinlemek istemiyordu. Atları sıkıca bağlayan Dmerdin'in ardından, ormana saygı gösterircesine ağır adımlarla ilerlemeye başladı. Kuşların neşeli cıvıltıları eşliğinde yüz metre kadar yürüdükten sonra durdular.
"Geliyorlar."
Dmerdin'in uyarmasıyla etrafa kulak kesilmişti. Önce bir sessizlik oldu, ardından hışırtıları duydu. Sanki ağaçlar hareket etmeye başlamıştı; dallarını savurarak, yapraklarını sağa sola saçarak yaklaşıyorlardı fakat görünürde bunu destekleyen bir şey yoktu. Dmerdin bir milendardan beklenmeyecek kadar sakin olmasaydı, görüşmeyi ertelemeyi düşünebilirdi.
Ormanın derinliklerinde başlayan hareketlilik, saniyeler içinde etraflarını sarmıştı. Sonrasında daldan dala atlayan yaratıkları gördü. Her bir atlayışta daha alçaktaki bir dalı seçiyorlardı ve bunu yaparken, yerdeki ikilinin merkezi oluşturduğu bir çember çiziyorlardı. Yeterince alçalanlar, bir insan için tehlikeli olabilecek yüksekliklerden atlayarak yere inmeye başladılar. İki metreye yakın boyu olan, haki rengi derili, tüysüz gorillere benzeyen bu yaratıkları ilk defa görüyordu Kaan.
"Kuldralar," diye açıklama yaptı Dmerdin, soran gözlerle kendisine bakıldığını fark edince.
Bakışlarını tekrar yaratıklara çevirdi Kaan. Kolları bir gorile göre daha kısaydı ve biraz daha zayıftılar. Derilerinden birkaç ton koyu renkte parçalı zırhları vardı. Ürünlerini ceketinin içine dizen seyyar satıcılar aklına gelmişti kuldraları görünce. Her biri, üzerinde bir düzine kadar balta taşıyordu. Kısa saplı, küçük ağızlı birden fazla baltayı bel kısımlarına dizmişlerdi. Kimisinin baldırlarında ve kollarında da bunlardan vardı. Sırtlarında ise çaprazlama takılmış iki iri balta bulunuyordu.
Bir tanesi hariç tüm kuldralar yere inmiş ve ikilinin etrafını sarmıştı. Üstünde zikzaklar çizen son kuldrayı izliyordu Kaan dikkatli bir şekilde. Diğerlerinin de onun yere inmesini beklediğini tahmin ediyordu. Reisleri olduğunu sonradan öğreneceği kuldra ise kuşbakışı daha net görüyormuş gibi, sarmaşıktan sarmaşığa atlayarak kendisini inceliyordu. Yeterince incelediğine kanaat getirince taklalar açarak, önüne iniş yaptı. Diğerlerinden daha yapılıydı ve ince sarmaşıkların bu iri vücudu taşıyabilmesi enteresandı.
Parmağını DarkKahn'a uzattı, Dmerdin'e baktı; "İnsanoğlu bu?" diye sordu kuldraların reisi.
"Evet," diye cevapladı Dmerdin.
Kuldra reisi, DarkKahn'a daha da yaklaştı ve kokladı. Sonra başparmağını insanoğlunun göğsüne dayadı. "Sen cesur!" dedi.
Cesaretin kokusunu mu almıştı yoksa altına kaçırmamış olmasını buna mı yormuştu, bilmiyordu Kaan. Şimdilik bunun bir önemi de yoktu. Belki gerekli açıklamaları daha sonra Dmerdin'den öğrenirdi.
Arkasını döndü reis, yumruklarını yere vurdu. "O cesur!" diye haykırdı.
Sessizce reisi izleyen diğerleri çığlıklara boğuldu birden. Bu sırada reis yumruklarını yere vurarak DarkKahn'ın etrafında dolaşmaya devam ediyordu. Birkaç tur attıktan sonra tekrar önünde durdu.
Tüm orman sessizliğe gömülürken reis konuştu. "Biz savaşmak," dedi. Kaan başını eğdi. "Dost olmak," dedi reis. Kaan tekrar onaylayınca halkına baktı, "Biz savaşmak!" diye haykırdı.
Tüm orman yine çığlıklara boğulurken, reis yakındaki bir ağaca tırmanmaya başladı. Bu esnada diğerleri, DarkKahn ile aralarındaki çemberi biraz daha genişletmişti.
"Dikkatli ol," diye uyarıda bulunan Dmerdin de insanoğlunun yanından uzaklaşıp, kuldra saflarına katıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)
FantasíaMORTEDRA serisinin ikinci kitabıdır.