Üç insanoğlu bir altın yığını karşısında dikilmişti. Üçünün aklından da tamamen farklı şeyler geçiyordu. İsmail'in tek dileği bir an önce yatağına kavuşmaktı. Tek başına ayakta durabilmesine rağmen zihnindeki ağırlığa zar zor katlanabiliyordu. Her an bayılabilirim hissiyatıyla baktığı her yerde istemsizce, sırtını dayayacak bir duvar, uzanabileceği düz bir zemin arıyordu. Okan yığındaki parçaları tek tek gözden geçiriyor, brüt ağırlığı tahmin etmeye çalışıyor ve karşılığında tapınaktan ardı ardına çıkacak olan nasor askerleri zihninde canlandırıyordu. Her zamanki gibi Kaan'ın kafasında dolaşan tek şey soru işaretleriydi. Milla'nın neden ikinci kapıdan ve ardındaki altınlardan bahsetmediğini düşünüyordu. Gözünden kaçmış olabilir miydi? Yoksa altının parıltısına kanıp kitapları unutabileceklerini mi düşünmüştü?
"Baksanıza hepsinin üstüne ejderha figürleri işlenmiş," diyen Okan, bir düşünce seansını daha başlamadan bitirmişti. Elinde, avucuna sığmayan büyüklükte bir altın para tutuyordu. Diğerleri bakmak için yaklaşırken, altın yığını içinden iri, süslü bir kılıç çıkardı. El korumalığı değerli taşlarla süslü kılıcın savaş alanındaki etkisi tartışılsa da bir davette tüm ilgiyi üzerine toplayacağına şüphe yoktu. Kılıcın kabzasında da bir ejderha figürü vardı fakat külçe ağırlığındaki altın paranın üzerindekinden biraz daha farklıydı. Arkadaşlarının da yakından gördüğü gerçeği tekrar dile getirdi. "Bizim eski silahlardaki güneş arması muhabbetine benziyor. Ortak figür ejderha ama ince detaylarla birbirinden ayrılıyorlar. Enteresan değil mi?"
"Evet öyle," dedi Kaan. Bir anda ilgisini yitirmiş gibi altın yığınından uzaklaştı. "Önce, almaya geldiğimiz şeyleri alalım, sonra incelemeye devam ederiz," dedikten sonra odadan ayrıldı.
"Bunları burada mı bırakacağız?" diye arkadaşının arkasından seslendi Okan fakat yanıt alamadı. Elindeki altın kılıcı sinirli bir şekilde yere attı. Yanında duran İsmail'e baktı, "Sonra inceleriz, ne demek İsmail? Asıl ne halta yarayacağını bilmediğimiz kitapları sonra dönüp almamız gerekmez mi?"
"Seninkilerin tekrar ayaklanıp bunları çalacak hali yok ya. Gel hadi," dedi İsmail, arkadaşının omzuna vurarak. İki arkadaşını da yeterince tanıyordu. Kaan kitaplar için gelmişti ve önceliği onlara verecekti; bu bir sürpriz değildi ve Okan'ın da bunu bildiğine şüphesi yoktu. Bir anlığına sinirlenmesinin sebebi ise altının sarısından çok daha farklı bir şey olmalıydı. Yaptığı büyünün yan etkisiyle halâ başı zonkladığından asıl problemin ne olduğunu sorgulamayı sonraya ertelemişti.
İki arkadaş altın dolu odayı arkalarında bırakıp, ilk buldukları odaya vardıklarında, askerlerin yükleme işlemi tamamlanmak üzereydi. Heykellerin yerleştirilmiş olduğu silindir blokların üzerine dizilmişti kitaplar, tabii iki ayağın sığacağı kadar boşluk bırakılarak. Bitkinliği devam eden İsmail'in ve kitaplara öfkeyle bakan Okan'ın tek yapması gereken; kendilerine ayrılan heykellerle kucaklaşmaktı.
Beklentileri doğru çıkmış; heykellerin gözleri ışıldarken, oda bir anlık karanlığa gömülmüş, saniyeler içinde, heykellerle karşılaştıkları ilk odaya dönmüşlerdi. Taş kolların açılmasıyla birlikte vakit kaybetmeden silindirlerin üzerine dizili kitapları, parşömenleri indirmeye başlamıştı askerler.
"Şimdi işin yoksa onca tuzağı tekrar atlatıp geri dön," şeklinde hayıflandı Okan.
Gülümsedi İsmail. "Merak etme bu seferki daha kolay olur. Neyin, nerede olduğunu biliyoruz en azından," dedi.
Kaan susmalarını belirten bir hareket yaptı. Ters giden bir şey olduğu hissine kapılmış, kulak kesilmişti. Askerler indirme işlemine sessizce devam ederken Okan ve İsmail de arka planda giderek yükselen uğultunun farkına varmıştı. Sanki birkaç yüz metre uzaklıktaki bir dev boğuk hırıltılar eşliğinde koşarak üzerlerine geliyordu. Birkaç saniye sonra zemin titremeye, odayı aydınlatan meşalelerin alevleri değişik figürler yapmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)
FantasyMORTEDRA serisinin ikinci kitabıdır.