İmparatorun; kız kardeşine ne kadar düşkün olduğunu, babaları Talkhir hayattayken dahi, gelen her görücüyü türlü oyunlarla, bahanelerle nasıl geri çevirdiğini bilenler, bu evliliğin nasıl onaylandığını anlamamıştı. Vali ile prenses arasında büyük bir yaş farkı vardı ve imparatorun özellikle yaş konusunda hassas olduğu bilinirdi. Belki amcası Talgor ve kuzeni Tander'in erken sayılabilecek beklenmedik ölümleri, imparatoru böyle bir hassasiyet seviyesine taşımıştı belki de kendisinden yaşça büyük bir enişte fikrini kabullenemiyordu. Sonuç olarak; bu evlilik kararında bir terslik vardı ancak özellikle de son olaylardan sonra kimsenin gidip de neler döndüğünü sorgulayacak hali yoktu.
Bu son haberden sonra harekete geçen iki kişi vardı. Biri; İmparator Tander'in, son anlarında görevlendirdiği, geçen onca zamana rağmen merakına yenik düşerek açıp okumadığı halde elindeki zarfların bir şekilde her şeyi yoluna koyacağını düşünen kâhindi. Diğeri ise peşindeki adamları atlatabilmek için bir ay kadar önce bir tiyatro kafilesi eşliğinde ülkeye giriş yapmış olan Milla'ydı. Birbirini tanımayan ve hiçbir zaman da tanıyamayacak olan bu ikili, bir-iki defa aynı sokaklardan geçmiş, bir keresinde de aynı handa yemek yemişti. Tabii ortak noktaları bunlardan ibaret değildi. İkisi de güç sahibi kişilerin yönlendirmesiyle, aynı gün fakat farklı ülkelerin geleceği adına yollara düşmüştü.
Olabilecek bir şeyi önceden tahmin etmek ve ona göre önlem almak farklı bir şeydi, alınan bir önlemi uygulamak için doğru zamanın geldiğine karar vermek ise çok farklı. Son bir haftayı; harekete geçmekle bir süre daha beklemek arasında git gel yaşayarak geçirmişti kâhin. Yirmi kişilik heyete dâhil olup, imparatorun içler acısı halini gördükten sonra bu kararsızlığın üzerine bir de geç kalmış olma ihtimalinin getirdiği tedirginlik eklenmişti. Nihayetinde Prenses Milena-Vali Borkoft evliliği duyurulmuştu. İşte bu haberi aldıktan sonra bir anda tüm endişelerinden sıyrılmıştı kâhin. Aradığı, beklediği işaret bu olmalıydı. Önce Talgor döneminden beri irtibat halinde olduğu emekli komutanlardan birini bulmuş ve zarflardan birini ona teslim etmişti. Ertesi günün akşamında Talgor'un Ruhu isimli hanı bulmayı başarmış ve ikinci zarfı bizzat Igor'a vermişti. Bu iki zarfın manevi ağırlığı ölçülebilesiydi; tonlar seviyesinde olacağına şüphesi yoktu. Kaybetme endişesiyle bir an olsun yanından ayırmadığı zarflar yüzünden özellikle son bir yıldır doğru düzgün uyuyamamıştı bile. Görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla yatağa baş koyduğu o gece; yetmiş iki yaşındaki bedeni, daha yaşlı hisseden ruhunu özgür bırakmıştı.
Bir ay boyunca; uzun süreli ikamet edebileceği ve araştırmalarına devam edebileceği uygunlukta bir yer arayan Milla, bu süre zarfında izbe sokaklardaki –bir elin parmağını geçmeyecek sayıdaki- köhne hanlarda gecelemek zorunda kalmıştı. Ülkenin zenginliği dillere destandı ve bu zenginliğin, ülke hakkındaki abartılı hikâyeleri kapsayacak kadar gerçek olduğunu kısa sürede anlamıştı. Hayat standartları yüksek, halkın maddi durumu oldukça iyiydi fakat bu durum piyasa fiyatlarına yansımıştı ve dile getirilmediği halde yabancıların pek de hoş karşılanmadığı; misafir tarifelerinden anlaşılıyordu.
İmparatorun hastalığıyla ilgili bildiriyi duyduğu günlerde, yeniden yollara düşme fikrine kendini ısındırmaya çalışıyordu çünkü birikimleri günden güne eriyordu. Bu haber, bir umut olmuştu Milla için. Bilgisine, yeteneklerine ve bunlara dayanan tecrübelerine güveniyordu. Eğer imparator, seksenlerine merdiven dayamış bir ihtiyar değilse –ki öyle olmadığını öğrenmişti- sağlığına kavuşmasını, hatta eceliyle ölecek kadar uzun yıllar yaşamasını sağlayabilirdi. Bu konuda tek endişesi; başka birinin bunu daha önce başarması olurdu. Endişesinin yersiz olmadığını, başvuru noktasına vardığında anlamıştı.
Saatlerce kuyrukta bekledikten sonra bir görevliyle muhatap olabilmişti Milla. Adını ve mesleğini bir listeye kaydeden görevli iki hafta sonrası için kendisine bir mülakat tarihi vermişti. Bir sonraki gelişinde, yanında; nereden geldiği, nerede ikamet ettiği, ne iş yaptığı hakkında –varsa belgeleriyle birlikte- bilgiler içeren bir form getirmesi gerekiyordu. Ayrıca yeteneklerini sergileyeceği bir sunum hazırlamalıydı. İstenilenlerin gerekliliğini sorgulamamıştı Milla. Sırası gelene kadar birçok sohbete kulak misafiri olmuş, gizemli sessizliklere bürünen birkaç kişinin de zihnini okumuştu. Ödülün büyüklüğüne tav olan çok kişi olsa da sayıları Milla'nın tahmin ettiği kadar fazla değildi. Bildirilerin doğruluğundan şüphe edip, İmparatoru bizzat görmek amacıyla başvuranların sayısı ise azımsanacak gibi değildi. Bazıları durumun ciddiyetini kavrayamamıştı bazıları da sanki bir hayal dünyasında yaşıyordu. Notaların, imparatoru ayağa kaldırabileceğini düşünen müzisyenler ve her derde deva çorba, yemek vs. tarifine sahip olduğunu iddia eden aşçılar bu gruba dâhildi mesela. Gerçekten faydalı bir şeyler yapabilecek meziyetlere sahip kişilerin sayısı ise yok denecek kadar azdı. Bu durum Milla'nın şansını artırıyordu fakat başvuru sayısının çokluğu, mülakat sürecini oldukça uzatacağa benziyordu.
Günün yorgunluğuyla normalden erken bir saatte yatmış fakat bir türlü uyuyamamıştı Milla. Mortedra'ya geldiği günden itibaren yaşadıklarını düşünmüş ve sonrasında; yaptıklarına bir anlam katmaya, yapacaklarına bir sebep bulmaya çalışmıştı. Bir süre sonra, kimin olduğunu ayırt etmekte aciz kaldığı bir fikir dalaşı içerisinde kalmış ve bu vaziyette uyumuştu. Sabah kalktığında ise aklında tek bir fikir, tek bir amaç vardı; Perlanos'a gitmeliydi. Tam olarak nereden bu karara varmıştı, öncelikli sebebi neydi, hatırlamıyordu. Bir şekilde oraya ulaşmalı, hükümdar insanoğlunun hizmetine girmeliydi.
Milla'nın ani karar değişikliğinin ardında, isimlerine vurgu yaparcasına bir süredir sesi soluğu çıkmayan Sessizler vardı. Son bir haftada yaşananlar bir yana, öncesindeki gelişmelerin de arka planını bir tek onlar görmüştü. Tander'den hatıra gizli efsunlar yüzünden ne Mikeno'ya ne de Borkoft'un başı çektiği vali tayfasına ulaşabilmişlerdi. Borkoft'un sınır ötesinden getirdiği büyücüleri, imparatorun delirmesine yol açacak iksiri hazırlarken; imparator, dostu bildiği danışmanının elinden bu iksiri içerken; imparatorluk özel muhafızları, Borkoft'un suikastçıları tarafından bir gece operasyonuyla imha edilirken; Sessizler olan biteni çaresizce izlemişlerdi. Zor zamanlar kapıdaydı. Belki bir belki on sene içerisinde belki de çok daha yakın bir zamanda; Mortedra, kaderiyle yüzleşecekti. Havanın kokusunda, toprağın titreşiminde, suyun hareketinde, hatta hareket imkânı kısıtlanmış bedenlerinin tüm hücrelerinde; yaklaşan olayların etkilerini hissedebiliyorlardı. Düğüm noktası Haldermorth olacaktı, buna şüpheleri yoktu fakat başlangıç noktasının başka bir yer olduğunu artık anlamışlardı. Bu nokta için Perlanos en uygun aday gibi gözükse de emin olmaları gerekiyordu. Eldeki mevcut verilerle bu mümkün değildi. Etki alanlarının dışında kalan bölgeler hakkında daha fazla ve doğruluk payı yüksek bilgiler toplamaları gerekiyordu. Bu karar neticesinde; yirmiye yakın insanla etkileşime girilmiş, her biri; imparatorluk dışına, Mortedra'nın farklı bir köşesine gönderilmek üzere şartlandırılmıştı.
Milla'nın payına Perlanos düşmüştü. Kendi fikri olduğuna inandığı şekilde; Perlanos'a ulaşmış, hükümdar insanoğlunun hizmetine girmiş ve ne zaman öğrendiğini bir türlü hatırlayamadığı bazı koruma büyülerini, insanoğlunun ikamet ettiği kalenin surlarına işlemeyi başarmıştı. Sonra farklı bir duygunun etkisi altına girmişti (insanoğluna âşık olmuştu) ve Sessizlerle olan bağını koparmıştı. Duvarlara işlediği büyünün bir koruma büyüsü değil de görüntü aktarma büyüsü olduğunu o zaman keşfetmiş ve kimseye belli etmeden büyüyü devreden çıkarmıştı. Bu kısa aralıkta, Sessizler yeterince bilgi edinmişlerdi ve olayların başlangıç noktasının Perlanos olacağına dair hiçbir şüpheleri kalmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)
FantasyMORTEDRA serisinin ikinci kitabıdır.