Yer: KUZEY
Pişmanlık... Hikâyesini anlatmayı bitirdiğinde Wulcan'ın hissettiği ilk şey bu olmuştu. Doğruları söyleten bir büyünün etkisindeymişçesine –belki de gerçekten böyle bir şeyin etkisindeydi- DarkKahn ile tanıştıkları günden başlayarak bildiği her şeyi anlatmıştı. Hatta bulunduğu konum ve şartlarda kendi aleyhine bir durum olduğunu bildiği halde Wilford'un baskın harekâtından DarkKahn'ı haberdar etmiş olmasını bile anlatmıştı fakat anlattıklarına değil, en başında, kuzeye gelmeye karar verdiğine pişman olmuştu. Sebebi; DarkKahn hakkında biraz aceleci yargılara varmış olması mıydı kuzeyli kralların karşısına çıkana kadar bin kişilik seçkin ordusundan geriye bir avuç asker kalması mıydı yoksa dört kralın bütün hikâyeyi dikkatle fakat heyecan, öfke, hüzün gibi duygulardan yoksun bir şekilde dinlemiş olmaları mıydı bilemiyordu. İyi, kötü, uzak ya da yakın; bir şekilde, başta Wilford olmak üzere Özgür Krallar ile Kuzeyliler arasında birçok akrabalık bağı vardı. Buna rağmen DarkKahn tarafından katledildikleri kısımlarda bile kuzeyli krallar hiçbir duygu belirtisi göstermeden, sesli bir tepki vermeden ve araya girmeden hikâyeyi dinlemeye devam etmişlerdi.
Şaşkınlık... Wulcan'ın ikinci hissettiği şey bu olmuştu ve etkisinden uzun bir süre kurtulamayacaktı. İki saatten fazla süren konuşmasının sonunda "Kuzeye hoş geldin," demişti Kral Tanor ve sonrasında kendisine kalacak bir yer tahsis edilmişti. İlerleyen günlerde, hediye teslimatına dağılan ordusu parçalar halinde geri dönmüştü. Sadık nasorundan aldığı rapora göre tek bir askeri bile eksilmemişti.
Dağ ve alev figürlerinin harmanlandığı, birbirinden farklı sancaklar taşıyan askeri birlikler, bulunduğu bölgeye gelip gidiyordu. Askerlerinden aldığı bilgiye göre her bir sancak farklı bir lorda aitti. Bu ziyaretlerin –her ne kadar öyle gösterilmeye çalışılsa da- rutin bir şey olmadığının farkındaydı Wulcan. Beraberinde getirdiği haberlerle ilgili toplantılar yapıldığına neredeyse emindi. Nedense bu görüşmelerin hiçbirine davet edilmiyordu. Göz alabildiğine bir çayırda, ordusuna bağışlanmış yüzlerce çadırın arasında sıradan günler geçiriyordu. Bir şeyler döndüğünün ve kasıtlı olarak dâhil edilmediğin farkındaydı. Yediği önünde yemediği arkasında bir misafir rahatlığında olsa da gözetim altında olduğuna, benzerine başka bir yerde rastlanamayacak bir tutsaklık durumunda bulunduğuna şüphesi yoktu. Bu sürecin ne kadar devam edeceğine dair hiçbir bilgilendirme yapılmamış olması yanında kendisinin de bu konuda bir fikir sahibi olmaması, canını sıkmaya başlamıştı ki sıradan bir günün sabahında 'bir saat içerisinde ordusunu harekete hazır hale getirmesi' gerektiği bildirildi.
Wulcan'ın beklenmedik şekilde kuzeye gelişi –Wulcan tam olarak farkına varamadığı halde- birçok şeyi oldukça hızlandırmıştı. Kral Wilford'un ketum biri olması sebebiyle, uzun süre önce kuzeye sığınmış olan hiç kimse Wilford ile büyücü Orhan arasında geçen konuşmadan ya da Wilford'un iki insanoğlu (Wulcan ve DarkKahn) hakkında verdiği hükümden haberdar değildi. Özgür Krallar ile yapmış oldukları anlaşma gereği krallık yıkılana kadar bölgeye ajan sokmamıştı Kuzeyliler. Sonrasında ise ne topraklarına sığınan mülteci/akrabalardan ne de bölgeye sızan istihbarat ağından, Wulcan hakkında olumsuz bir yargıya varmalarına sebep olacak bir bilgi edinmişlerdi. Wulcan'ın sığınma istemiyle gelmiş olması; bir dönem ortak hareket etmiş olsalar da DarkKahn ile yollarının ayrıldığını düşündürmüştü. Anlattığı hikâye ise olayı farklı bir boyuta taşımıştı.
Asırlar önce evlerini, bahçelerini, tarlalarını, kısaca; sahip oldukları ve değer verdikleri her şeyi arkalarında bırakarak Perlanos Sıradağlarının dondurucu soğuğuna sığınmalarına sebep olan Crona'dan da ifritlerinden de onunla ortak olan insanlardan da nefret ediyorlardı. Wulcan'ın biraz tereddüt içerisinde olmasına rağmen söylediği bir şey –DarkKahn'ın, Crona'nın elçisi olması ihtimali- Kuzeylileri tetiklemişti. Esasen bu ihtimalin gerçekliğine pek pay vermiyorlardı ve yeterli bir kanıt görmedikleri durumlarda başkalarının hükümlerine peşinen inanmazlardı. Hatta yakın zamanda, DarkKahn'ın meşhur Lanetli Kale'sine kadar sokmayı başardıkları casuslardan aldıkları raporlarda da bu iddiayı destekleyen bir şey yoktu. Yine de, her zaman en kötü senaryoya göre hazırlık yapmayı adet edinmiş olmaları sebebiyle hazırlık süreci hızlandırılmıştı. Harekete geçmeye karar vermelerinin asıl sebebi ise çok farklıydı.
Ateş Günü'nde, kendilerinden başka dostları olmadığını acı bir şekilde öğrenmiş olan ve Uğursuz Orman'ın iki tarafında da hüküm süren Kuzeyliler, Anselon'u kıskandıracak derecede geniş, aynı zamanda güvenilir bir istihbarat ağı kurmuştu. Wulcan'ın ziyaretinden kısa bir süre önce, Crona'nın –bizzat ordusu başında- harekete geçtiği haberini almışlardı. İçeriden bir dost edinmesi halinde, bunu belli edercesine gelmeyeceğini biliyorlardı. Bir tanrının da çevresinden haberdar olmamasını ya da stratejiden yoksun olmasını düşünmek aptallık olurdu. Crona ve DarkKahn büyük bir ihtimalle savaşacaktı; buna yüzde doksan emindiler ancak Crona'dan intikam almaya ant içmiş olmaları; yüzlerce yıllık adetlerini, stratejilerini bir kenara itmeyi değil, aksine bunlara her zamankinden daha sıkı sarılmalarını gerektiriyordu.
Her zaman yaptıkları gibi yılanın başının, düşman ayağıyla ezilmesini bekleyecek, mücadeleden galip ayrılan tarafın yorgunluğunu fırsat bilerek son darbeyi kendileri indireceklerdi. Bu sefer bir istisna olarak, yılan ya da düşman ayağı tarafı olması fark etmeksizin galibin Crona olacağını tahmin ediyor, içten içe de böyle olmasını istiyorlardı. Elbette kehanetten haberleri vardı fakat kaynağını bilmedikleri bir şeye inanmaktansa gerçeğe inanmayı tercih ediyorlardı. Gelen bir tanrıydı. Sıradan bir insanoğlunun, bir tanrıyı yenebilmesi; imkânsızlık sınırında bir ihtimaldi. İşte bu sebepten, Wulcan'ın anlattıklarını yalancı bir ilgiyle dinlemiş ve bu 'sözde ortaklığı' bitirmek için harekete geçmişlerdi.
Gerçek şu ki; müttefiklerinin işini bitirmiş olan DarkKahn'a karşı hiçbir garezleri yoktu. Bir gecede tüm özgür kralları öldürebildiyse çok cesur ve güçlü olmalıydı ya da çok haince bir pusu kurmuştu. Bir insanoğlu için ilk durum takdire şayandı, ikinci durumda ise DarkKahn da kendilerine benziyordu. Yenilmesini istemelerinin tek sebebi; Crona'ya son darbeyi bizzat indirmek hayaliydi. Crona, Özgür Krallar zamanında gelmiş olsa bir ihtimal onlara yardım bile ederlerdi. Tanımadıkları bir insanoğluna destek olmak ise riskli bir işti. Hayatta kalmak için dürüstlükten ve onurdan fazlası gerekiyordu. Sadece güçlü olmak da yeterli değildi. Önemli olan, sahip olunan gücü yerinde ve zamanında kullanmaktı. Düzenli bir orduya karşı savaşmaktansa savaştan yeni çıkmış, dağınık ve yorgun bir orduyla savaşılmalı; galibiyetin kesinliğini oluşturacak zemin hazırlanmalıydı. Her şey tam da Kuzeylilerin isteyeceği şekilde oluşmuş, aranan zemin kendiliğinden hazırlanmıştı. Bine yakın askeri olan Wulcan -tabii ki en ön saflarda çarpışacaktı- kendi saflarına katılmış, intikam listesinde zirveyi kimseye bırakmayan Tanrı Crona bizzat ordusunun başında yola çıkmıştı ve ilk çarpışmasını DarkKahn adında bir kralla yapacaktı. Özgür kralları tek başına deviren birinin, Crona'nın ordusuna da ciddi kayıplar verdireceğini düşünüyorlardı. Umdukları gibi olmazsa Crona'nın, şehirlere saldırmasını bile bekleyebilirlerdi. Surları yıkmayı başarana kadar orada da büyük zayiatlar vereceği kesindi. Ne olursa olsun, saldırmak için en uygun anı kollayacaklardı.
Uygun anı beklemek kadar, o an geldiğinde uygun konumda bulunmak da önemliydi. Olayları olabildiğince yakından takip etmeleri gerekiyordu. Sert, hızlı ve sürpriz bir saldırı; Kuzeyliler için galibiyetin yegâne anahtarıydı. Sürpriz kısmında sorun yaşamamak için yapılabilecek iki şey vardı; kimsenin farkına varamayacağı bir gizlilik içerisinde hareket etmek ya da hareketin farkına varabilecek kimseleri ortadan kaldırmak. Norwick'in ardından daima ikinci yöntemi tercih etmiş olan Kuzeyliler zamanla süreçten hoşnutsuz olsalar da sonuçlardan her zaman memnun kalmıştı. Yine bildiklerinden şaşmayacaklardı. Başka bir seçenekleri olmadığı da aşikârdı. Wulcan'dan habersiz yapılan görüşmelerin ardından tüm kuzey ordusu aynı anda harekete geçmişti ve yaklaşık sekiz bin askeri gizlilik içerisinde hareket ettirebilmek imkânsızdı. Ordunun ve yol güzergâhının mevcut durumu gözetilerek, yüzyıllık stratejiler çerçevesinde ana plan ve yedek planlar büyük bir özenle hazırlanmıştı. Sınırı geçmek üzere gelecek taze haberler bekleniyordu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)
FantasíaMORTEDRA serisinin ikinci kitabıdır.