"İnsanoğullarının arasından biri çıkacak ve Tanrı Crona'nın kötülüğüne son verecek."
Gerçekleşeceğine inanılan kehanet bu şekilde olsa da doğruluğuna ya da kim tarafından bildirildiğine dair kimsenin kesin bir bilgisi yoktu. Evet, Tek Olan yardım çağrısını duyduğu tanrılara, Dünya'dan bir grup insan göndermişti fakat bir açıklama yapmamıştı. Bu da şaşırtıcı değildi çünkü yaratıldıkları andan itibaren Tek Olan'ın sesini duymamış, hatta hiç görmemişlerdi. Uymaları gereken kurallar, sahip oldukları yetkinlikler; kendi iç sesleri tarafından kendilerine bildirilmişti.
Tanrıların yakarma sebebi, Crona'nın durdurulamaz ilerleyişiydi. Tek Olan bu cılız insanları gönderdiyse bir bildiği vardı. Tanrıların, yaratıcılarına olan güveni; Mortedra canlılarının, tanrılara olan güveninden daha kuvvetliydi. Bu sebeple yeryüzüne indirilen cılız insanoğullarını görenlerin bir telkin beklemesi gayet normaldi. İçlerinden birinin kurtarıcı olacağını söylemişti tanrılar, Tek Olan'ın açıklama yapmadığı bir konuda kesin vaatler vermek istememişlerdi. Yani; ne Crona'nın öleceği, ne de Mortedra'ya barış geleceği hakkında kesin bir hüküm verilmişti.
Tek Olan'ın bir açıklama yapmayı lüzumlu görmemesi ya da tanrıların kesin bir bilgi vermekten kaçınması önemli değildi, insanlar efsane üretmeyi seven canlılardı. Küçümsedikleri, aşağıladıkları hatta imkân dâhilinde zarar vermekten çekinmedikleri cılız insanoğullarından birinin, (düşmüş de olsa) bir tanrıyı öldürebileceğine inanabiliyorlardı. Ne kadar nefret etseler de -bunda haklı sebeplere sahip olsalar da- insanoğluna olan bu inancı, Crona gerçekten durdurulana kadar taşıyacaklardı.
İnsanlar kadar tanrılar da bu sözde kehanetin ne zaman gerçekleşeceğini merak ediyordu. Quaron, tanrılar katına çıktığında; Tek Olan'ın müdahalesi ivedi olmuştu. Belki de Crona henüz tanrılar adına ciddi bir tehlike oluşturmadığı için Tek Olan bizzat teşrif etmemişti. Belki zamanında, Quaron yeryüzüne indiği gibi Tek Olan'a yakarmış olsalar, insanoğlu denilen ırk daha önce gönderilecekti. Kötü tarafa geçen iki tanrıya rağmen insanların diğer tanrılara inanmaya devam etmesi gibi tanrılar da Tek Olan'ın kararlarına inanmaya devam ediyordu.
Önce Quaron, sonrasında Crona. Kardeş kadar yakın olmaları gereken tanrılar birer birer yeryüzüne sürülüyor ve henüz (!) kovulmamış olanlara düşman kesiliyordu. Ortak aldıkları kararlarla cezayı kesen tanrılar, yaptıklarının sonucuyla karşılaşmak üzere olduklarında ise Tek Olan'dan yardım istiyorlardı. Crona durdurulduktan sonra sıra başka bir tanrıya mı gelecekti? Peki, tanrılar başka bir çaresizlikle karşılaşınca yine çözümü Tek Olan'dan mı bekleyeceklerdi ve bu çözüm gelecek miydi? Tüm yaşananlar ve yaşanacak olanlar, gerçekte birer bilinmez miydi yoksa kader çok önceden mi yazılmıştı? Tüm çabalar, savaşlar, uğraşılar ya da tesadüf gibi görünen birçok olay, belki düzenli bir şekilde birbirini takip ediyordu. Belki de olacak olan, zamanı geldiğinde olacaktı.
Anlamlandırılamayan durumları açıklamak için uydurulan; 'kader' denilen şey, yüce bir güç tarafından yazılmış başı-sonu belli bir senaryo olabilir miydi? Bunun doğru olup olmadığı hiçbir zaman öğrenilemeyecekti. Elinde bir tekst olmasa da sadece kendisine verilmiş bir rolü oynadığını ya da gerçekten özgür olduğunu kim bilebilirdi ki. Belki özgür irade diye bir şey yoktu; farklı olaylar-durumlar içerisinde, değişik roller üstlenen canlılar vardı. Öyle ya da böyle; geçen zaman içerisinde bazıları hüzünlü bazıları komik birçok olay yaşanmıştı ve birçok canlı gerçekte hangisinin komik ya da hüzünlü olduğunu bile ayırt edememişti. Tıpkı Crona'nın son saldırısında olduğu gibi.
Crona'nın, Özgür Krallar ile bir alıp veremediği yoktu, amacı Anavatan'a ulaşmaktı. Özgür Krallar ise Torin Kardeşler ile olan husumetleri sonucunda Anavatan'dan tepki görüyordu. Buna rağmen ne Özgür Krallar ittifakı Anavatan'ı korumaktan vazgeçiyordu ne Torin Kardeşler onlarla savaşmaktan vazgeçiyordu ne de Anavatan tutumunu değiştiriyordu.
Crona tarafında da durum pek farklı değildi. Saflarında çarpışan milendarlar, ne şehirleri ne onu savunan kralları ne de Crona'yı umursuyorlardı. Yaşamak için ölmeleri gerekiyordu, o kadar. Savaşa katılanlar zaten ömürlerinin sonuna gelmişlerdi ve bu bir intihar göreviydi. Savaş için yaratılmış nasorlar ve wargotzların çarpıştığı alanda, savaş kabiliyeti sıfıra yakın olan milendarların hayatta kalma şansı ne olabilirdi ki?
Bir tesadüf eseri ya da 'kader' denilen şeyin cilvesi olarak; ölümü kabullenerek savaşa girmiş milendarlardan yedisi, savaşın kaybedeni olduğu halde hayatta kalmıştı. Savaşın kazananı olan (iki insanoğlu haricindeki) yedi kral ise dolaylı olarak bu milendarlar yüzünden ölmüştü. Birkaç nesildir hüküm süren ve insanoğluna güvenmeyen Özgür Krallar ittifakı, iki insanoğlunun eline kalmıştı. Belki tanrılar bile bu ironiyi fark edememiş ve komik sayılabilecek bu duruma gülmemişti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)
FantasyMORTEDRA serisinin ikinci kitabıdır.