Günden güne odasındaki raflar dolarken Milla da günün yarısından fazlasını okumakla geçiriyordu. Şehirlerden birinden ayrılan büyücü iki insanoğlu, Savaş'ın yönlendirmesiyle Lanetli Kale'ye gelmiş ve Milla'nın hizmetine girmişti. Bazı kazalardan kaçınmak adına tüm argümanlara büyülü kilitler vurmuştu Milla. Çıraklarının yetenekli oldukları aşikârdı fakat tecrübe ve özellikle Milla'nın güvenini kazanmaları için deyim yerindeyse bir fırın ekmek yemeleri gerekiyordu.
Milla'ya güvenmediği gibi çıraklarına da güvenmeyen Okan, büyücülerin, kitaplarla dolu odanın ve -keşif grubuna dâhil olmaktan şikâyet etmediği halde- görevlerin gerekliliğini, daha doğrusu faydasını sorgulamaya başlamıştı. Haklı olduğu taraflar elbette ki vardı ve Kaan dâhil diğerleri de bu durumla ilgili soru işaretleri taşıyorlardı fakat Okan'dan farklı olarak Milla'nın bu konuda yapabileceklerinin sınırlı olduğunun bilincindelerdi.
"Abra kadabra," diyerek bir yıldırım düşürülebileceğini açıklayan bir belgeye ya da "bir kurbağa bacağı, bir çıngıraklı yılan çıngırağı ve porsuk ödü karıştırılarak..." şeklinde başlayan bir ateş topu tarifine ulaşabileceklerini düşünmeseler de işlerin bu kadar gizemli olacağını tahmin etmemişlerdi. Büyünün karanlık tarafıyla ilgili olan bilgiler gayet açıklayıcı ve kullanımı nispeten basitti aslında. Kan dökmeli, adak sunmalı ayinlerle, ölülerle ve lanet okumalarla ilgili konulardan bahseden belgelerin, bilgi edinme amacıyla dahi okunmasını yasaklamıştı Kaan. Bu sınıfa giren her şey kullanılmamak üzere kapağı kilitli dolaplara kaldırılmıştı. Bu hamleden sonra eldeki belgelerin yarısına yakını kilit altına alınmış oluyordu. Raflarda kalan diğerleri ise yanlış bir harekette mühürlenmelerine sebep olacak koruyucu tuzaklar ve bulmacalarla doluydu. Keşiflerini kâğıda aktarmaya karar veren üstatlar bir şekilde bu kitapların yanlış ellere geçmesi ihtimali üzerine oldukça fazla kafa yormuş olmalıydı.
Zor olması, imkânsız olduğu anlamına da gelmiyordu. Birkaç kitabı çözmeyi başarmıştı Milla. Bu durumdan Okan'ı ya da DarkKahn'ı haberdar edip, çabalarının boşa olmadığını söyleyebilir ve üzerindeki şüpheleri kaldırabilirdi fakat bunun yerine öğrendiklerini Beld ile paylaşmıştı. Birkaç hafta boyunca gündüzleri birkaç kere büyücünün odasına gelmişti Beld, bazı geceler büyücünün de atölyeye gittiği haberlerini Rubin'den almıştı Kaan. "Şimdiye kadar bir hamle yapmadın. Bak şimdi seninki elden gidiyor," şeklinde takılmıştı arkadaşına Okan, ikilinin buluşmalarını öğrendiğinde.
Ne Kaan'ın ne de diğerlerinin bu; bekleneni vermeyen görevlerle ilgili sesli bir şikâyeti olmamıştı Milla'ya karşı. Bunun sebeplerinden biri de görevlerin tehlikeli olduğu kadar –farklı bir anlamda- eğlenceli olmasıydı. Günlerine hareket katmanın yanında dövüş kabiliyetleri de artıyordu. Çoğu zaman; garip yaratıklarla, ölmesi gereken ya da zamanında ölmüş olan antik askerlerle çarpışıyorlardı. Yer altındaki dar alanlarda sürekli bir arayış içindeydiler. Mortedra, yer üstünde olduğu kadar yer altında da yerleşim yerleri olan bir gezegendi. Wulcan ve Crona'dan tek bir haber alamamalarının yanında Anavatan'dan gelen iyi -gereğinden fazla iyi- haberler, bulundukları çevreyi tanımaktan başka yapacak bir şey olmadığını işaret ediyordu.
Milla'nın anlattığı sebepler ne kadar doğruydu bilinmez ama sonuç olarak Mortedra'nın geri kalanı için Perlanos diye bir bölge yok gibiydi. Hatta Perlanos'ta bile kuzey ve güney kesimler, Crona ile insanoğlu arasındaki mücadelenin orada kalması gerektiğini düşünüyor olmalıydı. İşin ilginç yanı Crona dahi Perlanos'u kendi haline bırakmış gibi davranıyordu bir süredir. En son, müttefik olmaya çalışırken düşman edindiği birileriyle mücadele ettiği bilgisini almışlardı Dmerdin tarafından. Mücadelenin sonu ne olmuştu, bilinmiyordu.
Tanrı Hisarı'nın tepe noktalarında ve Uğursuz Orman'ın ötesinde gezen devriyeleri vardı bir süredir. Yaklaşan bir düşmandan tam anlamıyla hazır olmalarına yetecek kadar erken haber alabilecekler miydi bunu zaman gösterecekti. Bir tesadüf sonucu, bu durumu yaşayarak tecrübe etmelerine gerek kalmamıştı. Milla'nın sabaha karşı Beld'i ziyaret ettiği günlerden birinde, odasına dönmesiyle çığlık atması bir olmuştu. Odaya yakın olan Kaan düşünmeden içeri dalmıştı. Odanın bir köşesine sinmiş büyücü iki insanoğlu özürlere boğulmuşken, Milla onları parçalamak üzere saldırmaya hazırlanıyordu. Aynı zamanda zifiri kara bir kuzgun çığlıklar atarak odanın içinde dolanıyordu, kapı açıldığında da oraya doğru yönelmişti. Milla kuşu yakalamak istercesine elini uzatırken, üzerine doğru gelen kuşu tek hamlede ikiye bölmekte tereddüt etmemişti Kaan. Biçimsiz kuzgunun cansız bedeni, iki parça halinde yere düşmesi gerekirken siyah bir toz bulutuna dönüşerek masanın üzerindeki tahta bir kabın içine dönmüştü. O an, öğretmenle öğrencileri arasına girmek istemeyip, tek kelime etmeden odadan ayrılmıştı Kaan. Meraklarına yenik düşerek Milla'nın kilit altına aldığı kitaplardan birini açmayı başaran çıraklar, farkında olmadan faydalı bir şey yapmışlardı. Bu başarı, cezalandırılmalarına engel olmamıştı fakat bir süre sonra Wilford'un bulduğu yöntem gibi cani olmayan bir şekilde; büyüden yaratılan kuzgunlar sayesinde sınır ötesi gözlenebilir hale gelmişti. Milla'nın iddiasına göre, sistemi çalışır hale geçirebilirse bir saldırı olması durumunda hazırlık yapabilecekleri süre bir aydan fazla olacaktı. Önceleri iki çırak nöbetleşe bu görüntüleri izlemek zorunda kalmışlarsa da geçen zaman içerisinde bir alarm sistemi kurmayı başarmıştı Milla. Bunun için onlarca hayvan türünü radar sisteminden tek tek ayıklaması gerekmişti. Sınır ötesindeki devriyelerin görevi sona erse de Tanrı Hisarı'ndaki devriyeler göreve devam edecekti.
"Sonunda bir işe yaradın, tebrik ederim," demişti Okan, büyücüye. Eleştirel şekilde yaklaşsa da büyücünün çabalarının bir sonuca ulaşmasından memnun olmuştu.
"Biraz daha sabrederseniz başka sürprizlerim de var," şeklinde tebrikleri kabul etmişti Milla. Tahmininin aksine Okan'ı heyecanlandırmaktan ziyade tedirgin etmişti.
Komutan Savaş'tan gelen –sözde iyi- haberler düşündürmeye başlamıştı Kaan'ı. Beklenenden az miktarda da olsa güvenli bölgedeki tapınaklardan hâlâ asker alınabiliyordu. Köylüler hallerinden memnundu. Suç oranları daha önce hiç olmadığı kadar aşağılara düşmüştü. Belki de devriye gezen nasorların etkisiyle (!) bir süredir ağız dalaşı bile olmuyordu sokaklarda. Fazlaca iyi olan bu haberlerden sonra şüphelenerek Vargas'ı güvenli bölgeye göndermiş, kulağını ve gözünü olabildiğince açık tutmasını tembihlemişti Kaan. Eski mesleğinden kalma bir yetiyle zaten her zaman azami dikkatte olan Vargas bu sefer, ziyaret süresini oldukça uzun tutmuş, daha fazla dolaşmış, daha çok insanla muhatap olmuştu.
Döndüğünde, Kaan'ın, Komutan Savaş'ın gönderdiği mektuplarda okuduklarını doğrulayan şeyler anlatan Vargas kasabalardaki huzurlu görüntülerin bir şekilde kendisini tedirgin ettiğinden bahsetmişti. Ekstradan verdiği bir bilgi ise oldukça dikkat çekiciydi. Bir suçlu hayatı yaşadığı günlerden tanıdığı hiç kimseye denk gelmemişti Vargas.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)
FantasiaMORTEDRA serisinin ikinci kitabıdır.