Bu sırada CRONA;
"Bu sefer farklı olacak," dedi Crona.
"Biliyorum kardeşim," diye yanıtladı Quaron.
İlk mağlubiyetini dün gibi hatırlıyordu Crona. O gün aslında birçok konuda ilkleri yaşamıştı. İlk kez yaralanmış ilk kez canı yanmış ve Tek Olan'ın koruma çemberinin dışında kaldığını ilk kez hissetmişti. Çorak topraklarına geri döndüğünde uzun süreli bir iyileşme sürecine girmişti ve bu sürecin zihinsel kısmı çok zorlu geçmişti. En büyük derdi, katlanılamaz bir seviyeye gelen yalnızlığıydı. Koca gezegende tek başınaydı sanki. Bu yıkıcı histen kurtulmak adına Quaron'un bir heykelini yaptırmıştı. Eskiden yaptığı gibi dostunun heykeliyle dertleşmeye çalışmıştı birkaç kez fakat meclisteki taş heykelin samimiyetinden yoksundu wargotzların yaptığı kristal heykel. Hüznünü gizlemeye çalışarak öfkesini boşaltmıştı beceriksiz (!) eser sahiplerine ve aslını aratmayacak derecede başarılı heykeli elleriyle parçalamıştı.
Saplantıya varan özlemini gidermek adına işi bir adım ileri götürmekte gecikmemişti. Evet, güçleri elinden alınmıştı fakat zihni, yaratıldığı günkü gibi berraktı ve mucizelere açıktı. Birkaç başarısız denemenin ardından; zihninin derinliklerinde yarattığı bir odada Quaron'un hayali bir kopyasına can vermeyi başarmıştı. Ortak anılarını, karşılıklı sohbetlerini kopyanın yapay hafızasına yerleştirdikten sonra bildiği birçok şeyi de yorum katmamaya özen göstererek öğretmişti. Elbette aslının yerini hiçbir şey dolduramazdı fakat yıllar süren bir eğitimin ardından hayali arkadaşı buna oldukça yaklaşmıştı.
Kesinlikle zorlu bir süreç olmuştu Crona için, aynı zamanda keyifliydi. İlk başta, bozuk bir plak gibi sadece geçmişte yapılmış sohbetleri tekrarlayan hayali dostuna zamanla; vurguları, tonlamaları, yeni kelimeleri, kelimeler arası bağlantıları, hatta duyguları öğretmişti. Taklidi giderek aslına benzerken; Crona'nın ziyaret süresi de giderek uzamış, son iki asırda ise zihninin bir parçasını, odanın daimi misafiri haline getirmişti. Crona, kendi zihnindeki bir odada misafir konumundaydı çünkü Quaron'un bulunduğu bir yerde kimse ev sahibi olamazdı.
Son birkaç aydır; Quaron görünümlü hayali yapay zekâ, yaratıcısı Crona'yı hayrete düşürüyordu. Bilmesine imkân olmayan şeyleri biliyor, Crona'nın kasıtlı olarak sakladığı gerçekleri açığa çıkarıyordu. Yine öyle olmuş; hayali dostu, kendisine 'kardeşim' diye hitap etmişti. Oysaki ikili sohbetlerinde bu tabiri özellikle hiç kullanmamıştı Crona, kullanılmasını da istemiyordu.
Quaron, yani gerçek Quaron; tüm tanrıların kardeş olduğunu savunurdu. Bilinen tanımından farklı bir kardeşlikti onun savunduğu. Tek Olan'ı asla bir baba figürü olarak görmemişti diğerlerinin aksine. Bunun yanında tanrıların; farklı sorumluluklar yüklenmiş, birbirlerinden bağımsız varlıklar olmadığına, bir amaca hizmet eden bütünün parçaları olduğuna inanmıştı. Yaşadığı sürece, diğer tanrılara olduğu gibi Crona'ya da 'kardeşim' diye hitap etmişti. Sözde kardeşlerin, Quaron'u sürgün etmeye karar verdiği ve devamında bir heykele dönüşmesine sebep olduğu günden bu yana 'kardeş' tabirinden nefret etmişti Crona. Yapay dostunun bu tabiri nereden öğrendiğini ve neden kullandığını bilmiyordu ancak her duyduğunda hem duygulanıyor hem de öfkeleniyordu.
Bu sefer farklı olacaktı çünkü hatalarından ders almıştı. Çünkü güçlü bir ordusu ve güçlü bir müttefiki vardı. Çünkü o ilk savaşındaki zayıf Crona'nın çok ötesindeydi. Çünkü bu sefer sabırlı olacaktı. Çünkü...
"Biliyorum kardeşim," dedi Quaron tekrar. "Bu sefer çok farklı olacak." Sesi, odanın dışına taşıyordu artık.
Dikkatlice göğe baktı Crona, sanki yeterince odaklanırsa tanrılar katını görebilecekti. Bir tanrı öldüğünde ruhu nereye gidiyordu, hep merak etmiş fakat yanıt bulamamıştı. Diğer tanrıların aksine; öldüklerinde, ruhlarının toz olup uçacağına ve bulutlara karışacağına inanmayı reddetmişti. Quaron'un ruhunun hâlâ tanrılar katında bir yerde olduğunu ve kendisini izlediğini düşünüyordu.
"Ya senin başladığın işi bitireceğim ya da her neredeysen oraya, yanına geleceğim," dedi Crona ve kararlı adımlarla ilerlemeye devam etti.
Ateş Vadisi
Milla ve kuzgunları yanılmamıştı. Beklenen saatte Crona ve ordusu çıkagelmişti. Sebebi bilinmedik şekilde vadinin gerisinde beklemeyi tercih etmişlerdi. Binlerce wargotzun birleşen vücut ısısı zaten sıcak olan havayı daha bunaltıcı hale getiriyordu.
Görüntü havuzundan göz aşinalığı olan Kaan ve Milla haricindekiler hayranlığa varan bakışlarla süzüyordu ilk kez gördükleri düşmüş tanrıyı. Aradaki mesafeye rağmen, bir adım atsa yanlarında bitecekti sanki. Kaan'ın bir ihtimal uğruna onca risk alarak kuzeylilerle görüşmeye çalışmasının sebebini şimdi daha iyi anlıyorlardı. Böyle bir düşman karşısında alınabilecek tüm desteğe ihtiyaç vardı. Ne yazık ki hiçbir yerden destek bulamamışlardı.
"Ama bu imkânsız," dedi Dmerdin kendi kendine. Yanındaki Okan'a döndü sonra. "Crona böyle değildi," dedi.
"Hani siz Crona'yı hiç görmemiştiniz?"
"Evet, görmedik... Ama onun için bir zırh yapmıştık."
"Gayet iyi iş çıkarmışsınız, bravo," dedi Okan. Dmerdin'in anlatmaya çalıştığı şeyi anlamamıştı çünkü tüm dikkatini Crona'ya vermişti.
"Tam olarak ne anlatmaya çalışıyorsun Dmerdin?" diye sordu konuya dâhil olan İsmail.
"Bizim yaptığımız zırh bu renklerde değildi, ayrıca bunun neredeyse yarısı kadar bir şeydi," diye açıkladı Dmerdin.
"Peki, şimdi Crona'nın son hali bu mu? Yoksa sulak bir yerde daha da gelişebilir mi diyorsun?" diye Dmerdin'e takıldı Okan.
"Demek istediğim..."
"Sessiz olun!" diyerek Dmerdin'in sözünü kesti Kaan. Garip bir ses duymuştu, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Dinleyin!"
Wargotz uğultuları arasından sıyrılmaya çalışan bir ses, orada olmaması gereken bir müzik vardı. Ne bir marşa uygundu ne de bir savaş borusunu andırıyordu. Kadraja henüz girmemiş birileri garip müziğin sesini her geçen saniye biraz daha açıyordu. Bir müddet sonra vadinin dört bir yanı neşeli ezgilerle inlemeye başladı. Sanki yakınlarda bir yerde, savaştan haberdar olmayan birileri kutlama yapıyordu da bu kutlamayı adım adım savaş alanına taşımışlardı.
"Müzik yayını yapan şu garip robotlar, hayal gücümün bir ürünü olamaz değil mi?" diye sordu Okan, Crona'nın yanına gelen zırhlı şövalyeleri görünce. Neredeyse Crona kadar uzun boyluydular fakat vücutları oldukça orantısızdı.
"Crona'nın, müttefik edinmeye çalışırken düşman edindiği yaratıklar bunlar olmalı," dedi Dmerdin. "Kim olduklarına ya da ne olduklarına dair bir fikrim yok ama..."
"Görünen o ki Crona amacına ulaşmış," diye tamamladı Okan.
Dev şövalyeler ile Crona arasında bir konuşma geçti. Aradaki mesafe sebebiyle ne konuşulduğunu anlamak mümkün değildi ancak gök gürültüsünü andıran ses tonuna bakılarak Crona'nın bu kısa sohbetten hoşnut olmadığı sonucuna varılabilirdi.
Anlamsız derecede neşeye bulanmış müziğin sesi birden kesilirken; şövalyelerden biri vadiye yöneldi. Sırtından yükselen iki direğin uçlarında beyaz bayraklar dalgalanıyordu.
"Amacı ne acaba?" şeklinde mırıldandı Okan.
"Bilmiyorum, birazdan öğreniriz," diye yanıtladı Kaan.
Mortedra'da, beyaz bayrağın 'müzakere talebi' manasına geldiğini elbette biliyorlardı; lakin Crona ve wargotzları dururken, savaşın taraflarından biri olduğunu dakikalar önce öğrendikleri, haklarında hiçbir şey bilmedikleri, hatta hayatlarında ilk kez gördükleri şövalyelerden birinin böyle bir talepte bulunmasına bir anlam verememişlerdi. Hele de Dmerdin'in iddiası doğruysa...
Birbirinden farklı düşünceler, ihtimaller birbirini kovalarken; dev şövalye, Kaan'ın yirmi metre önüne kadar gelmişti. Önce; yanlış bir hareketinde yüzlerce okla ve Okan'ın hışmıyla karşılaşacağının farkında olmaksızın –ya da umursamaksızın- selam verircesine elini kaldırdı, sonrasında diz çöktü ve göğüs zırhı bir uçak kapısı misali açılarak yere uzandı. İçeride oturan biri, bir şey vardı. Ayağa kalktığında en fazla bir buçuk metre uzunluğa erişen varlığa gülmemek için kendini zor tutmuştu Okan.
"Lurenler," diye fısıldadı Milla. Onlarla ilgili kısıtlı da olsa bilgi sahibiydi, fakat detaya girmenin ne yeri ne de zamanıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)
FantasíaMORTEDRA serisinin ikinci kitabıdır.