Valius, Kasap, Lycand (Part 3)

130 22 0
                                    


Bir gün, hana bir grup paralı asker geldi. Valius sayesinde dolan masalardan -keyiflerine göre- birini göze kestirip, zorba tavırlarla boşaltmaktan çekinmemişlerdi. Valius karanlık bakışlarını askerlere dikmişti tezgâhın arkasından. Hancı bunun farkındaydı. Daha önce de bu bakışlara ve devamında Valius'un tek eliyle dışarı fırlattığı müşterilere şahit olmuştu. Sarhoşlara ve taşkınlık yapanlara hiçbir zaman taviz vermemişti Valius. "Bu seferlik karışmasan daha iyi olur," dedi hancı, sakinleştirmek için Valius'un omzuna vurarak.

Nankör bir adam değildi Valius. Zamanında kendisine yardımcı olan ihtiyar hancıya ve karısına her zaman saygı duymuş, onların izni ya da onayı olmadan bir işe kalkışmamıştı fakat bu sefer anlamıyordu. Sorgular bakışların farkında olan hancı, "Onlar paralı asker, seni aşabilir. Hem dükkânı talan etmelerine değmez," diye açıkladı durumu. Tatmin olmasa da itaatkâr bir tavırla mutfağa döndü Valius. Uzun bir süredir, hancının hediye ettiği bıçak setini kullanıyordu. Çeşitli ebatlardaki tüm bıçakları adeta vücudunun bir uzvu gibi ustalıkla kullanabiliyordu. Kestiği etler, sebzeler; cetvelle ölçülmüş gibi birbirine denk olurdu. Aklı, paralı askerlere takılmıştı ve onları düşünürken istemsizce, duvarda asılı duran iri palasına kaçıyordu gözleri. Bir süredir aklına getirmediği İriney'i ve korkak prensi hatırlamıştı. Gördükleriyle hatıratı arasında basit bağlantılar kuruyordu. İriney'le evlenmek isteyen görücü tayfası dul krallardan ya da bekâr prenslerden oluşuyordu. Aralarında hiç tüccar yoktu. Yeni keşfettiği üzere İriney'e kavuşması için sadece zengin olması yeterli değildi. Belki de önemli olan güçtü. Paralı askerlerin o kadar zengin olduğunu sanmıyordu ve sadece güçlü olmaları, dilediklerini yapabilmelerine imkân tanıyordu. 'Ben de güçlüyüm,' diye düşündü. İçeride kopan şangırtıyla düşünceleri bölündü. Mutfağın camsız penceresinden hanın içini görebilmesi mümkündü. Hiç şüphe etmeden; paralı askerlerin zorbaca ele geçirip, oturmuş olduğu masaya baktı. Bir şangırtı daha oldu.

Askerlerden biri etin iyi pişmediğini, bu sebeple tek kuruş ödeme yapmayacağını haykırıyordu. Yanındaki asker de şaraba su karıştırılması ihtimalinden bahsederek testiyi yere atmış ve farkında olmadığı ve pişman olacağını bilmediği şekilde, Valius'un dikkatini dağıtmıştı. Belki de onu örnek alan diğeri de yemek üzerine yaptığı şikâyetinin daha iyi anlaşılması için güveç kabını yere atmakta sakınca görmemişti.

Ellerini önlüğüne silen Valius -bir süredir kavuşmak için fırsat kolladığı- duvarda asılı duran palasını eline aldı, göz hizasına kaldırdı, keskinliğini kontrol etti. Sol elinde palası olduğu halde sakin adımlarla mutfaktan ayrılarak, sorun çıkaran masanın başına dikildi. Masaya baktı, sonra kırılan kap-kacak parçalarını toplayan ihtiyar hancıyı izledi bir süre. Askerlerin hepsi yemeğini bitirmişti, kırılan testiden de az bir miktar sıvı dökülmüştü yere. Tahmin ettiği gibi sorun; yemeğin ya da şarabın kalitesi değildi. Özürler içinde temizliğini tamamlayan hancı, ayağa kalktığında Valius'u fark etmiş, çekingen bir şekilde Valius'a bakmış fakat geri adım atmayacağını anlayarak, bir şey söylemeden tezgâhın dibindeki çöp tenekesinin başına gitmişti. Hancı tedirgin bir halde Valius'u izlerken, masadaki askerlerin neşesi sönmeye başlamış, başlarına dikilen iri kıyım garsonun anca farkına varmışlardı.

"Yemeğiniz bittiyse, kırılan eşyalarla birlikte ödemeyi alayım," dedi Valius.

Önce anlamsız şekilde birbirlerine bakan askerler sonra bir ağızdan kahkaha attılar. "Hangisinden bahsediyorsun," dedi içlerinden biri. "Şu yerdeki mi yoksa bu mu?" diyerek önündeki testiyi yere çaldı.

Valius cevap vermedi. Yanı başında oturan, ağzından salyalar saçarak kahkaha atan paralı askerin uzun yağlı saçlarını tuttu sağ eliyle, palasını savurduğu gibi kelle elinde kalmıştı. Bir anda kahkahalar kesildi ve diğer masalarda oturan misafirler dışarı fırladı. Kelleyi karşı sandalyedeki askere fırlattı Valius. Solundaki asker biraz alkolün etkisi biraz da korkunun getirdiği telaşla ayağa kalkmış, kılıcını çekmeye çalışıyordu. Palasını dikine indirdi ve askerin kılıç çıkarmayı başarmaya yakın olan sağ kolunu dirsekten kesti. Acılı böğürtülere boğulan asker kan fışkıran kolunu tutarak kaçmaya çalıştıysa da iki dişini kırmayı başaran bir yumrukla yere yuvarlandı. Geçirdiği şokun etkisiyle; ağzını dolduran, kendi kanında boğulmamayı güç bela başarsa da yerden kalkmayı akıl edemiyordu. Kalan iki asker de ayaklanmıştı artık. Biraz önce arkadaşının kellesi üzerine fırlatılan asker yeterince görmüş olmalıydı ki mücadele etmeyi lüzumsuz görerek kapıya doğru yönelmişti. Palasını fırlattı Valius, sırtına gömülen palayla hafif aralık duran kapıyı kapatmıştı askerin ölü bedeni. Diğer asker silahsız kaldığını gördüğü Valius'a saldırdı. Valius bir avcıydı, güçlü olduğu kadar refleksleri yerindeydi ve dikkatliydi. Askerin saldırmasıyla; Valius'un, askeri bileğinden yakalayıp, diğer eliyle belindeki karambit çakısını çekerek, askerin gırtlağına saplaması bir olmuştu. Elinde, henüz çöpe atmayı akıl edemediği güveç kabı parçalarıyla, şok olmuş bir şekilde tezgâhın yanında öylece dikilen hancı ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordu. O gün biraz rahatsız olan hanımı mutfağın arkasındaki küçük odada istirahat ediyordu. İhtiyarlığının da etkisiyle şamatayı duymamış, yatağından kalkmamıştı.

Yeni yeni yutkunmaya başlayan kolu kesik asker acılar içinde yerde kıvranıyor, şoku atlatmış olsa da korkusu; kalkıp, kaçmasına müsaade etmiyordu. Valius yanına gelirken, sırtını sürüyerek ve ayaklarıyla debelenerek uzaklaşmaya çalıştıysa da başaramadı. Askeri yakasından tutup kaldırdı ve tatsızlık çıkaran sıradan bir müşteriymişçesine kapı dışarı etti Valius. Varlığından geç haberdar olduğu fakat fazla önemsemediği vicdan ya da insaf gibi duyguların etkisi değildi hareketinin sebebi. Birileri, hikâyesini anlatmalıydı. Kafasındaki soruların birçoğuna artık cevap bulduğunu hissediyordu. Çok önceden planlamışçasına vakit kaybetmedi. Öldürdüğü askerlerin üstünü aradı. Handa çalışarak birkaç ayda kazanabileceğinden fazla altın buldu. Küçük bir keseyi hancıya doğru attı. Elleri dolu olan adamın tutamadığı kese, göbeğine çarpıp yere düştü. Çıkan şangırtı hancıyı daldığı rüyadan uyandırmış ve gördüklerinin gerçek olduğunu hatırlatmıştı. Elindekileri çöpe attı nihayet. Eğildi, saçılan birkaç altını toplayıp, keseye doldurdu. Doğrulduğunda Valius gitmişti.

O akşam başlayan cinayetlerin ardı arkası kesilmedi. Kısa sürede tüm kasabalarda tanınacaktı Valius ama ismini bilmediklerinden 'Kasap' diye anacaklardı onu. Altın keseleri ve kaba tavırları olmayan köylülerin, Kasap'tan korkmak için hiçbir sebepleri yoktu, icraatlarından şikâyetleri olmadığı gibi. Kiralık askerler ve zorbalar içinse geceleri, karanlık yerlerde dolaşmak imkânsız hale gelmişti. Her ağaran gün, kasaba sokaklarında ya da kasabaları birbirine bağlayan patika yollarda ölümle buluşmuş bedenleri aydınlatıyordu.

Valius katil ruhlu birisi değildi, hırsız hiç değildi. Basit bir adamdı. İhtiyaç için zararsız hayvanları öldürmesi ne kadar doğalsa zararlı insan müsveddelerini öldürmesi de o kadar doğaldı. Ölü bir adamın -hak ederek kazandığından şüphe duyduğu- malına el koymakta da bir sakınca görmüyordu.

Bir süre sonra kasabalar yetmemiş, daha çok kazanabileceğini düşündüğü Ticaret Şehri'ne gitmeye karar vermişti. Zaten bu süre içerisinde Ticaret Şehri'ni merkeze alan bir çember şeklinde kasabaları dolaşmış, orası için hazırlık yapmıştı adeta. Babası, Ticaret Şehri'nde; ormanda olduğundan daha tetikte olması gerektiğini tembihlerdi her zaman. Ayrıca uzak durulması gereken sokaklardan ve hanlardan da bahsederdi. Babasının uyarıda bulunduğu yerler; kötü adamların inleriydi ve Valius'un aradığı da tam olarak oralardı artık.

Mortedra 2 - Bir Kralın Düşüşü (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin