Tamamlanmamış bir tablonun tamamlanmayan kısmıyım şimdi.Ruhum üflenmemiş,sadece bir silüetim.Bir bodrum katında tozlara mahkum edildim.Sanki belden aşağım tutmuyormuş gibi.Kalbim tek kapakçıkmış gibi.Hissettiklerimi kimse duymuyor,sadece ben işitiyorum.Köşelerim var ama onlar sadece benim sınırlarımmış gibi,ama değil.Yarım kalmayı ben istemedim.Kim ister ki?
Sınırlarımda insanı içine çeken bir buğday bahçesi.Rüzgarı,çizgilerime işliyor sanki.Başaklara vuran o güneşten mahrum bırakılmak istemezdim.Ama beni bütünümden ayıran efendiye kızamıyorum.O acı ekiyordu sanki tuvale.Her darbesinde diğer yarımın haykırışlarına ben şahidim.O buğdayların tozunu çektim içime kaç kere.Kendimi her ne kadar göremesemde sanki diğer yarımdan farksızmışım gibi gelirdi bana.Sanki onun kokusu benim içime ekilirdi.Farkımız onda renk vardı,ağaçlar kuşlar vardı.Benim hissettiğimse sadece soğukluk.Merak ediyorum işte,neye benziyorum?
Bu arada diğer yarım dememin asıl sebebi bir aralar bizim "bir" olmamızdı.Yani aslında o buğday tarlası,güneş ve o renkler bendim.Birgün efendim tam orta yerimden sert darbesiyle -sanki kalbimi hedef almıştı- ikiye ayırdı beni.O gün bugündür haberim yok yarımdan.Acısını hissediyorum arada sırada.Öyle bir acı ki çizgilerim hala kanıyor.
...
Uykum bölünüyor,ışık sızıyor üzerimdeki kumaş parçasından.Merdivenlerden inen birinin ayak seslerine uyanıyorum.Bir şeylerin kurcalandığını duyuyorum.Biri hışımla bir şey arıyormuş gibi.Önümdeki sandalyenin çekilirkenki o gıcırdayan sesiyle iyice uykum açılıyor.Şimdi sanki tüm çizgilerim titriyor bir güce kavuşmuş gibi.Bir enerji hissediyorum.Bu o ve beni bu karanlıktan kurtarmaya geldi.Üzerimdeki kumaş kalkıyor.Gözümü acıtan ışığa alıştırıyorum kendimi bi süre.Kısık bakışlarla karşımda efendimin silüeti beni karşılıyor.Sonrasında beni iki eliyle göz hızasında tutuyor.Hissediyorum,bu eller bu enerji.Renklerine kavuşmuş,tamamlanmış bir tablo gibi mutluyum.Efendimle arama giren yılları onun yüzündeki çizgilerden anlıyorum.Artık sayamıyacağım kadar çoklar.
Beni alıp ait olduğum yere götürüyor.Her şeyin başladığı o yere ve artık olmam gereken yerdeyim.Burası hiç değişmemiş,hatta sanki ben o karanlığa hapsedildiğim gün zaman durmuşta az önce yeniden akmaya başlamış gibi,her şey olduğu gibi.O karşımdaki boyası dökülen duvar,vazodaki papatyalar hemde o zamanki gibi yine kurumuş.Gölgesi duvardaki tabloya yansıyan sokak lambası...
Efendim karşıma oturup bana bakıyor.İşte beklediğim an.Yıllardır bunun aşkıyla tutuşuyorum.Meraktan öleceğim.Neyim ben ya da kimim? Efendimin eline paleti almasıyla iyice heyecanlanıyorum,heyecandan çizgilerim taşacakmış gibi geliyor.Boyayı yaklaştırırken bana daha ilk darbesinde paramparça dökülüyorum.Bu bambaşka.Tanımadığım bilmediğim bir darbeydi.Çok daha sert,daha da acı.Sabrediyorum bekliyorum.Her defasında fırçanın her kılında bana bambaşka bir şey anlatmaya çalışıyormuş gibi.Önceden beni gıdıklayan o kıllar şimdi beni çiziyormuş gibi.
Sona az kaldı hissediyorum.Artık daha belirginim,renklerime kavuştum.Porselen soğukluğu hissediyorum içimde.Hissetmek az kalır.Biliyorum artık o bir porselen.Üzerime ılıkça kahverengimsi bir nesne.Tam kestiremiyorum.Ama her neyse bu çektiğim acıya değsin.
Efendimin son darbeleri artık kanlı canlıyım.Ete kemiğe büründüm.Aslında mutlu olmam gerekir ama buruk bi mutluluk var içimde.Nedeni,o porselen tabağımın üzerine konulan helvadan.Peki bu kadar acıyla yapılan bir şey nasıl oluyorda tatlı olabiliyor.Güzelliğini hüzün ve kederden alıyormuş helva denilen şey.Kimin,neyin hüznü bu? İçimde yine bir merakla sonra vuruşlarımı izliyorum.
Artık tamamım derken üzerimde fırçayı hissediyorum.
Sağ köşemde sanki biri beni yırtıyormuş gibi bir acı.Boyalarım akıyormuş,siyaha bürünüyormuşum gibi bir hüzün.
Yumuşak darbelerle "Sevgilim" yazıyor.
Bu sefer kalbimden yaralanıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bi' Sözle
RomanceEn büyük afettir Nar-ı Aşk. İnsanı tepeden aşağı yakar da yakar. Kalbi bırakır sona. İşte en büyük yangın o zaman başlar.