Bu sorulara karşılık vermeden önce pencereyi biraz daha iteledim; çünkü kuşçağızın karnını doyurmak istiyordum. Pencere açıldı. Ekmek kırıntılarının birazını pervaza, birazını da kiraz dalına serpiştirdim.
Sonra pencereyi kapayarak, "Yok, Bessie toz almayı daha yeni bitirdim," dedim.
"Ah seni haylaz, baş belası çocuk! Ne işler karıştırıyordun gene? Yüzün kıpkırmızı kesildiğine göre bir maymunluk yapıyordun besbelli. Pencereyi ne demeye açıyordun yani?"
Neyse ki karşılık vermek derdinden kurtuldum. Bessie o kadar telaşlıydı ki karşılık falan beklemeden beni suyun başına sürükledi. Yüzümü, ellerimi sabunlu kaba havluyla
insafsızca (şükürler olsun kısaca) ovaladı. Saçlarımı sert fırçayla yola getirdi, önlüğümü çıkardı, sonra beni apar topar merdiven başına getirerek, hemen aşağı inmemi, kahvaltı odasında beni beklediklerini söyledi.Kimin beklediğini, Mrs. Reed'in orada olup olmadığını soracaktım, ama Bessie gitmiş,çocuk odasının kapısını da kapamıştı. Ağır ağır merdivenden aşağıya indim. Hemen hemen üç ay vardı ki Mrs. Reed'in huzuruna çağırılmamıştım. Bunca zamandır çocuk odasından dışarı adım atmadığım için yemek odaları, salonlar gözümde dehşet bölgeleri olup çıkmıştı.Bu bölgelerden birine ayak basmak düşüncesi ödümü kopartıyordu.Şimdi aşağıdaki taşlığa inmiştim. Karşımda kahvaltı odasının kapısı yükseliyordu.Korkudan titreyerek duraladım. Haksız cezaların yarattığı korku beni o günlerde öyle zavallı,ödlek bir yaratık yapıp çıkmıştı ki, çocuk odasına dönmekten de, karşıdaki kapıdan içeri girmekten de korkuyordum. On dakika, yüreğim ağzımda ikircik içinde durdum orada.Sonra, kahvaltı odasının çıngırağı hızla çalınarak bana kararımı verdirtti. İçeri girmek zorundaydım.İçimden, "Beni görmek isteyen kim olabilir?" diye sorarak kapının ağır tokmağını iki elimle döndürdüm. Tokmak birkaç saniye bana direndi. "İçeride yengemden başka kiminle karşılaşacağım acaba? Kadın mı erkek mi?" Tokmak döndü, kapı açıldı, içeri girip yerlere kadar eğildikten sonra başımı kaldırdığım zaman karşımda... kapkara bir direk gördüm!Daha doğrusu sopa yutmuş gibi dimdik ayakta duran o ince uzun, kürk ceketli biçim ilk bakışta bana öyle göründü. O uzun bedenin üzerindeki asık surat, sütunlar üzerine başlık diye dikilen oyma maskeleri andırıyordu.Ocak başında, her zamanki yerinde oturmakta olan Mrs. Reed yaklaşmam için bana el etti. İlerledim. Yengem beni o taştan yapılmışa benzer yabancıya şu sözlerle tanıttı:"İşte size bu çocuk için başvurmuştum."
Yabancı adam (evet, bu bir erkekti), başını yavaş yavaş, benim durduğum yöne çevirdi.Çalı gibi kaşlarının altından merakla bakan gri mavi gözleriyle beni süzdükten sonra kalın bir ses ve ağır, ciddi bir konuşmayla, "Ufak tefekmiş," dedi. "Yaşı kaç?"
"On."Adam inanmazlıkla, "O kadar var mı?" dedi. Beni bir süre daha süzdü, sonra, "Adın ne, küçük kız?" diye sordu.
"Jane Eyre, efendim."
Bu sözleri söylerken başımı kaldırıp bakmıştım ona. Gözüme uzun boylu bir bey gibi göründü ama, ben pek ufacıktım, belki de ondan. Adamın yüz çizgileri de iriydi; yüzü de, yapısı da aynı derecede haşin, soğuk duruyordu.
"Ee, Jane Eyre, söyle bakalım, uslu bir çocuk musun bari?"
Buna "Evet" demenin olanağı mı vardı? İçinde yaşadığım küçük dünya bu konuda böyle düşünmüyordu. Sesimi çıkarmadım. Mrs. Reed benim yerime, başının anlamlı bir sallanışıylakarşılık verdi, sonra,
"Bu konuda ne kadar az konuşursak o kadar iyi olur sanıyorum, Mr. Brocklehurst," dedi.
"Vah vah, üzüldüm doğrusu buna. Onunla bir konuşalım bakalım." Adam dimdik durmaktan vazgeçip eğilerek Mrs. Reed'in karşısındaki koltuğa oturdu. "Gel buraya," dedi.
Halının üzerinden yürüdüm. Adam beni tam karşısına aldı. Şimdi kendi yüzümle bir hizada görüyordum ya, ne yüzdü o! Ne kocaman bir burun! Ne fırın gibi bir ağız! İri iri,çıkık çıkık dişler!
"Dünyada yaramaz bir çocuk kadar üzücü hiçbir manzara yoktur," diye söze başladı.
"Hele yaramaz bir kız çocuğu. Sen kötü kimselerin öldükten sonra nereye gittiklerini bilir misin?"
Ben hemen bilinen karşılığı yapıştırdım: "Cehennem'e giderler."
"Ya, Cehennem nedir? Bunu biliyor musun?"
"İçinde ateşler yanan bir uçurum."
"Bu uçurumun içine düşüp sonsuza dek yanmak ister misin?"
"İstemem, efendim."
"Öyleyse Cehennem'e gitmemek için ne yapman gerekir?"
Bir an düşündüm. Yazık ki sonunda verdiğim karşılık beğenilmedi: "Hep sağlıklı olup ölmemem gerekir."
"Hep sağlıklı olmak senin elinde mi ki? Her gün senden bile küçük kaç çocuk ölüyor!Daha birkaç gün önce beş yaşında bir yavru gömdüm. Uslu bir çocuk olduğu için ruhu şimdi Cennet'te. Ama, korkarım seni öbür dünyaya çağırdıkları zaman aynı yere gidemeyeceksin."Onun bu korkusunu giderebilecek durumda olmadığım için yalnızca gözlerimi indirdim,halının üzerine basılı duran o bir çift kocaman ayağa diktim, oradan çok uzaklarda olmak
dileğiyle derin derin içimi çektim.
"Umarım böyle içini çekmen pişmanlık belirtisidir de şu büyük gönüllü velinimetine sıkıntı verdiğin için tövbe ediyorsundur."
İçimden, "Velinimet! Velinimet!" diyordum. "Hepsi de Mrs. Reed için velinimetim,diyorlar. Eğer böyleyse velinimet pek korkunç bir şey olsa gerek."Adam, "Her sabah, her akşam dua ediyor musun?" diye sordu.
"Evet, efendim."
"İncil'ini okuyor musun?"
"Bazen."
"Severek mi okuyorsun? Tadına varıyor musun?"
"Bazı yerlerini seviyorum, efendim."
"İlahiler Bölümü'nü de seviyorsundur, umarım?"
"Sevmiyorum, efendim."
"Sevmiyor musun? Ne acı şey! Benim bir oğlum var, senden küçük ama tam altı ilahiyi ezbere biliyor. 'Hangisini istersin: Zencefilli çörek mi, yoksa ilahi ezberlemek mi?' diye sorduğumuzda, 'ilahi ezberlemek isterim. Melekler ilahi okur! Ben de yeryüzünde bir melek olmak istiyorum,' diyor. O zaman da çocuk yaşında böyle dindar olmanın ödülü olarak kendisine iki tane ceviz veriyoruz."Ben, "İlahiler pek heyecanlı değil," diye görüşümü belirttim."Bu da senin günahkâr ruhlu olduğunu gösterir. Tanrı'ya dua etmelisin ki değiştirsin senin bu ruhunu. Yepyeni, tertemiz bir ruh bağışlasın sana. O taştan yüreğini alsın da yerine etten, yufka gibi yürek versin."Ben tam bu yürek değiştirme işinin nasıl yapılacağı konusunda bir soru sormak üzereydim ki, Mrs. Reed lafa karışarak bana oturmamı söyledi, sonra kendisi konuşmaya başladı.
"Mr. Brocklehurst, size üç hafta önce yazdığım mektupta bu kızın yaradılışının,huylarının gönlüme göre olmadığını çıtlatmıştım. Onu Lowood Okulu'na 4 alırsanız ve
öğretmenleri de bu kıza göz kulak olmaları için sıkılarsanız sevinirim. Hele en büyük kusuru olan yalancılığına karşı tetikte bulunsunlar. Jane, bunu senin yüzüne karşı söylüyorum ki Mr.Brocklehurst'ü de aldatmaya falan kalkışma." Tevekkeli değil Mrs. Reed'den o kadar korkup nefret ediyordum! Beni ta canevimden vurmasını pek iyi biliyordu. Onun yanında hiçbir zaman rahat, mutlu olamıyordum. Ne kadar söz dinlesem, onu hoşnut bırakmak için ne kadar canla başla çabalasam gene de boşunaydı. Tek ödülüm bu tür sözler oluyordu. Hele şimdi bir yabancının önünde yapılan bu suçlama beni can evimden yaralamıştı. Hayal meyal algılıyordum ki yengem gideceğim
yerdeki yeni yaşantımı da şimdiden zehir etmekteydi. Gerçi o anda duygularımı belirtecek durumda değildim, ama önümde uzanan yola onun şimdiden nefret ve zulüm tohumlarını serptiğini sezinleyebiliyordum. Mr.Brocklehurst'ün bakışları karşısında, sevimsiz, içten pazarlıklı bir çocuk olup çıktığımı görür gibiydim. Bana yapılan bu kötülüğü düzeltmek için elimden ne gelirdi ki?
"Hiçbir şey," diye düşünerek hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım, duyduğum acının yararsız kanıtları olan bir-iki damla gözyaşını çarçabuk sildim.Mr. Brocklehurst, "Bir çocuk için yalancılık gerçekten de üzücü bir kusurdur," dedi. "O ateş dolu, kaynar katran dolu uçurumun içinde yalancıların özel bir yeri vardır. Ama, siz hiç merak etmeyin, Mrs. Reed, göz kulak oluruz biz ona. Müdiremiz Miss Temple ile de, öteki öğretmenlerle de ben konuşurum."
Velinimetim, "Onun kendi düzeyine, geleceğine uygun bir şekilde yetiştirilmesini istiyorum," dedi. "Yani işe yaramalı... Yani haddini bilmeli. Tatillere gelince, izin verirseniz bunları da Lowood'da geçirsin."
Mr. Brocklehurst, "Kararlarınız çok yerinde, hanımefendi," dedi "Haddini bilmek,alçakgönüllü olmak Hıristiyanlara yaraşır bir erdemdir, hele Lowood öğrencileri için özellikle uygundur. Onun için ben öğrencilerde bu erdemin geliştirilmesine herkesin büyük
önem vermesini söyler dururum. Öğrencilerimin dünyanın en büyük günahlarından biri olan gururlarını kırmanın en iyi yollarını bellemişimdir. Daha geçen gün öyle bir şey oldu ki bu alanda kazandığım başarıyı çok tatlı bir biçimde ispatladı. Ortanca kızım Augusta,
annesiyle birlikte okulu ziyarete gelmişti. Döndüğü zaman, 'Ah, babacığım, Lowood'daki kızların nasıl da sessiz, sade bir halleri var!' dedi. 'Kulaklarının arkasına doğru taranmış saçları, o uzun önlükleri, entarilerinin önündeki ceplerle adeta fakir fukara çocuklarına benziyorlar!' dedi. Sonra da, 'Benimle annemin elbiselerine öyle bir bakışları vardı ki... Sanki ömürlerinde hiç ipekli görmemişler sanırdınız!' dedi."
Mrs. Reed, "Bu tutumunuzu çok beğendim," dedi. "Bütün İngiltere'yi arasam Jane Eyre gibi bir çocuğa sizinkinden daha uygun bir düzen bulamazdım. Ben tutarlı olmayı severim,sayın Mr. Brocklehurst... Yaşamın her yönü birbiriyle tutarlı olmalı. Bunu her zaman söylerim."
"Tutarlı olmak Hıristiyanlık ödevlerinden birincisidir, hanımefendi. Lowood Okulu'nda
her şeyin birbiriyle tutarlı olmasına dikkat edilmiştir: Basit yemekler, sade kıyafetler,gösterişsiz bir döşeme, sağlam bir yaşayış. Okulun da, okuldakilerin de içinde bulundukları koşullar işte böyledir."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Jane Eyre
RomanceJane Eyre,Charlotte Brontë © 2007,Can Sanat Yayınları Ltd.Şti. Tüm hakları saklıdır.Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yaz ılı izni olmaksız ın hiçbir yolla çoğaltılamaz . 1.basım:2007 4.basım:Eylül 2013,İstanbul E-kitap 1.sürü...